Geçmeyen Geçmiş. Binnur Tüzün

Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Geçmeyen Geçmiş - Binnur Tüzün страница 4

Автор:
Жанр:
Серия:
Издательство:
Geçmeyen Geçmiş - Binnur Tüzün

Скачать книгу

uyuyakalmıştı. Yavaşça yanına yaklaştım ve elini tuttum.

      – Baba! Babacım ben geldim, dedim. Sesimi duyunca zorlukla arkasını dönmeye çalıştı, yüzüme baktı. Sitemli bir sesle:

      – Biz seni beklemiyorduk, dedi.

      Alındığımı hissettim birden.

      ……

      Kısa süren bir sessizliğin ardından hemen kendimi toparladım. Gülerek, şakayla karışık:

      – Uçaklar gece yolcu almıyorlarmış, kaldım bu gece başınıza, dedim.

      Doğrulup, uykusu açılınca “Hoş geldin kızım!” dedi. Ellerini öptüm, sarılıp kucaklaştık. Hâl, hatır sormalar bitince yorulduğu için kollarından destek vererek yatmaya götürdük. O güçlü, kuvvetli adam gitmiş yerine artık başkalarına muhtaç, yardımsız ayağa kalkamayan bir adam gelmişti. İçim sızladı. Orada kaldığım bir hafta süresince gece en ufak bir durumda seslerini duyabilmek, yardıma koşabilmek için sürekli odamın kapısı açık uyudum, tabii buna uyumak denirse… Ama benim uykusuzluğum onlarınki yanında hiç kalırdı. Babamın uykusu sürekli bölünüyordu.

      Ertesi gün pazar olduğu için bir şey yapamadık. O gün sıkıntılı, kapalı, moral bozan bir havası vardı İstanbul’un. Selin, grip olduğu için yüzünde bir maske ile geldi. Pazartesi hastanede yine randevusu varmış babamın. Böyle günlerde onlara yardıma gelen bir tanıdığın da yardımıyla taksi ile hastaneye gittik. Tesadüf olarak bulduğumuz bir tekerlekli sandalye ile doktora ulaştık. Genç bir bayandı doktor. Kapıdan içeri adımımızı atar atmaz:

      – Neyiniz var? diyerek hiçbir muayeneye bile gerek görmeden bizi birkaç tahlile yönlendirdi. Hastane koridorlarında her yerin yabancısı olduğumdan tanıdığın da yardımı ile tahlilleri yaptırıp üç gün sonra sonuçları almak üzere bıraktık.

      Bu arada babam zaman zaman bütün direncini kaybediyor, ayakları üstüne basamıyordu. Dışarıdan gelen yardımı da kabul etmiyordu. Getirdiğim yürüme destek arabasını da kullanmadı. Onu kullanırsa, ona bağımlı kalıp bir daha yürüyemeyeceğini takmıştı kafasına, ne diller döktümse ikna edemedim. Başkasına muhtaç olması, üç aydır evden dışarı çıkamaması, dizlerinde yürüyecek derman olmaması onu aşırı sinirli, sabırsız bir duruma sokmuştu. Selin’le tahlilleri almaya gideceğimiz gün morali aşırı bozuktu, gözünü saatten ayıramadı. Morali bozuk olduğu günler vücudu tamamen kendini bırakıyor, hiç kalkamıyordu. Tahliller sonucunda doktorun verdiği ilaçları almak için eczaneye girdiğimizde masanın yanında, vitrine yakın yerde duran tekerlekli sandalye ilişti gözüme. Daha önce bunu da sormuştum babama…

      – Baba! dedim. Yürüme destekli arabayı kullanmak istemiyorsun, o zaman sana tekerlekli sandalye alayım, hem hastane önünde sandalye bulmak için eziyet çekmezsiniz hem de güzel havalarda bahçeye çıkar, temiz hava alırsın.

      – İstemem! dedi hemen.

      – Babacım çok rahat edersiniz.

      – Kim itecek o arabayı, diye tersledi yine.

      – Selma Abla var ya…

      – Siz onu çok mu sağlam zannediyorsunuz? Anlamıştım, yine yokuşa sürüyordu. Selma Abla, Allah razı olsun, elinden geldiği kadar iyi bakıyordu babama, bunu hepimiz biliyorduk.

      – Baba, seni kolundan tutup kaldırmak onun için daha ağır, sandalye asıl onun için kolaylık olacak, dedimse de dinletememiştim. Sonunda “Senin paran çok galiba, ne yaparsan yap!” diye beni bir güzel payladı. Biz, babamın artık bu tür sitem dolu sözlerini ciddiye almak istemesek de bazen diğer odaya geçip gözlerimizi silerek o anı atlatıyorduk. Eczanede sandalyeyi görünce, duyacağım sözleri hiçe sayıp hemen o anda kararımı verdim, Selin’e dönerek.

      – Biz bu sandalyeyi alalım ama eve gidince saklayalım. Babam görmesin, dedim. Selin soran gözlerle yüzüme baktı.

      – Bugün olmazsa bile yarın babamın buna ihtiyacı olacak, en azından o zaman hazırda olur böylece hastane önünde sandalye aramak zorunda kalmazsınız, dedim. Sandalyeyi alıp eve geldik ve bir suçlu gibi hemen ortadan kaldırdık. Daha sırada doktorun tahlil sonuçları vardı, hesap vereceğimiz… Önce ben anlattım, sonra Selin’e anlattırdı tekrar.

      – Yalan, vallahi de billahi de yalan, dedi.

      – Yalan olan ne baba?

      – Doktorun dedikleri… Doktorun dedikleri, o kadar hastalık arasından ona çok basit gelmişti, teşhisin doğru olduğuna ya da bizim gerçeği söylediğimize inanmıyordu.

      – Benim babama bile güvenim yok, dedi. Çünkü daha önce başka doktorlar aylarca yanlış ilaç vererek yanlış tedavi uygulamışlardı. Ben bundan habersiz olduğumdan o anda istemeden de olsa sesimi yükseltmiştim.

      – Baba ne söylemelerini istiyorsun?

      Dedim ve dediğim anda çok pişman oldum. Ama ne çare ki söz ağzımdan çıkmıştı bir kere, toparlayamadım. Babacığım ağladığımı görüp, üzülmesin diye kendimi hemen banyoya attım, bir süre ağladıktan sonra hepimizin yaptığı gibi elimi yüzümü yıkayarak hiçbir şey olmamış gibi odaya döndüm. Babam zor günler geçiriyordu. Biliyordum, tekerlekli sandalyeyi de yine istemeyecekti, ta ki Allah korusun, bir daha yürüyemeyeceğine ikna olana kadar…

      Şu kısacık ömrümüzde sevdiklerimizi doyasıya sevmek, doyasıya sarılmak, sarılabilmek varken neden bunu başaramıyoruz diye sürekli kendime sorduğum halde hâlâ anlayabilmiş değilim…

      Anlatmak mı zor olan, anlaşılmak mı yoksa anlayışlı olabilmek mi?

       (Avrasya Akademi Online Kuray Hikâye Atölyesi, Şubat 2020)

      İSTERSEK OLUR

      Araba ile yola çıktığımızda Ağustos’un son sıcak ve yakıcı günleri yaşanıyordu. Üç gün süren bu yolculuğumuzun beni yavaş yavaş vatanımdan uzaklaştırdığının farkındaydım. Her ne kadar birçok yerde dinlenmek için mola vermiş olsak da babam günlerdir direksiyon başındaydı. Uykusuzluk ve sıcaklar yorgun düşürmüştü. Bir an önce eve ulaşmak ve rahat bir uyku uyumak istiyordum. Ve nihayet öğleye doğru yolun sonuna, annemle babamın “Evimiz!” dedikleri yere geldik.

      Bahçe içinde, panjurları yeşil boyalı, iki katlı, dış görünüşü bayağı eski bir evdi. Ama evin eskiliğini düşünen kim, o anda bir yatak olsa yeterdi bana. Ben bunları düşünürken, babamların aile dostları çaldı kapıyı. O zamanlar kimsede telefon olmadığından “Geldiler mi acaba?” diye merak edip bakmaya gelmişler. Kısa bir hoş beşten sonra annem bana yatağı gösterip “Senin çok uykun var, hadi sen yat uyu.” dedi. Zaten kimseyi tanımıyordum, seve seve gittim yattım. Gözlerimden uyku akıyordu. Ben yorganı kafama kadar çeker öyle uyurdum. Yine öyle yaptım…

      Bir ara uykum açıldı, etrafımı araştırır gözlerle süzerken tepemde bir sivrisineğin manevralar yaptığını fark ettim. Gittikçe bana doğru yaklaşıyor, yaklaştıkça büyüyordu. Etrafımda dolanmaya başladı. O kadar yaklaştı ki nerdeyse nefes alışını bile duyacak

Скачать книгу