Türkistan Yesevî'nin Şehri Yesi'ye Dair. Yakup Ömeroğlu

Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Türkistan Yesevî'nin Şehri Yesi'ye Dair - Yakup Ömeroğlu страница 7

Автор:
Жанр:
Серия:
Издательство:
Türkistan Yesevî'nin Şehri Yesi'ye Dair - Yakup Ömeroğlu

Скачать книгу

Eller yukarı kaldırılarak baş hizasından çevrilip aşağı indirilir yüze sürülmez.

      Evler kömür sobasına bağlı kat kaloriferi sistemiyle ısıtılır tek sobayla evin her yeri ısıtılır. Bu sistem bileşik kaplar prensibine dayalı basit bir yapıdır. Anadolu’da kuzine tabir ettikleri sobalar evin girişinde yakılır. Sobanın üzerinde küçük bir su kazanı bulunur. Peteklere giden borular bu kazana bağlıdır ve su dengede durmaktadır. Kazanın kaynaması ile birlikte genleşen ve buharlaşan su, sistemi harekete geçirir ve boruların içinde devr-i daim başlar. Bu basit düzenekle evin her yeri birden ısıtılmış olur.

      Kazak veya Özbek, hemen bütün Türkistanlıların yer evlerindeki düzen bu şekildedir. Bir farkla ki, Özbeklerle meskun olan evlerin bahçeleri daha yeşil ve meyve ve sebze yönünden daha zengindir. Bu fark Özbeklerin tarım işlerine daha yatkın olmalarından kaynaklanıyor olsa gerek.

      “YENİ TÜRKİSTAN”

      Çimkent şehrinden gelen ana yolun ilk dört yol kavşağı Yesevî Türbesine dönülecek yerdedir. Bu kavşaktan sola dönüldüğünde Yesevî Türbesi, sağa dönüldüğünde ise Kentav yoluna çıkılır. Şehrin merkezine gitmek için kavşağı karşıya geçmek gerekir.

      Bir bakıma şehrin idari merkezi de bu kavşaktan itibaren başlar. Kavşağa girişte sol tarafa düşen okul binası, onun arkasındaki askerlik şubesi, hemen karşıda savcılık binalarıyla Rusların Türkistan’ı ele geçirdikten sonra kurdukları “yeni Türkistan” bu civarda yerleşmiştir.

      Savcılık binasından sonra eskiden Lenin heykelinin bulunduğu büyükçe bir meydan ve meydanı cepheleyen Hakimlik ve Yesevî Üniversitesi binaları yer alır. İlk Kazak Hanlarından Esim Han’ın adını taşıyan bu alanda, Nevruz Bayramı, Bağımsızlık Bayramı gibi büyük törenler yapılır. Her Nevruzda büyük bir festival yerine dönüşür bu alan.

      Büyük Özbek yazarı ve Türkistan doğumlu Adil Yakupov’un çocukluk yıllarında bu civarda beş bina varmış.

      Yakupov, çocuk yaşta iken babası, antikomünist olduğu gerekçesiyle tutuklanır. “Rejim düşmanının çocuğu” sıfatıyla geçirdiği günlerde Türkistan’ın bu semtini ve bu alanda yapılan törenleri Yakubov, şöyle anlatır:

      “Türkistan’da Kul Hoca Ahmet Yesevî Türbesinin hemen yanında Orta Asya’yı zapt eden General Çerniyayev tarafından yaptırılan beş altı tane sağlam kerpiç yapı bulunuyordu. Çerniyayev, bu binaları çarın askerleri için yaptırmış; Sovyet hakimiyeti ise bu binaları hapishane haline getirerek etrafını dikenli tellerle çevirmişti. Her cumartesi dikenli telli bu kaleye en az 150-200 genç yaşlı, kadın erkek toplanıyordu. Bunlar “halk düşmanlarının” aileleriydi. Genç kadınlar, titreyen, iki büklüm ihtiyarlar hapishane memurlarının yemekleri kabul etmelerini bekleyerek sabahtan akşama kadar dikenli tellerin yanında mahzun mahzun duruyorlardı. Validem bazen beni de hapishaneye beraberinde götürüyor, eğer görüşmek nasip olursa babam beni de bir kez daha görsün istiyordu, ama babamı bir defa olsun göstermediler, göstermedikten başka götürdüğümüz yiyecekleri de defalarca geri çevirdiler. Bazen ben birkaç saat gözlerimi dikip bekledikten sonra bir bahane ile hapishanenin tam yanındaki şehir parkına doğru koşardım. Orada Allah’ın her günü miting yapılıyordu. Şehir okullarından davul ve trompet sesleri ile “piyonerler” ve hatta “oktyabryatlar” (komünist çocuk teşkilatlarının üyeleri) sıra sıra parka geliyorlardı. Parkın ortasında kırmızı pankartlarla sarılmış büyük kürsüler yerleştirilmişti. Deri ceket giymiş beli tabancalı “faaller”, bu kürsülerden nutuklar atıyorlardı.”

      Yesevî Türbesinin yanındaki kavşaktan her geçişimde, gözlerim hep Yakubov’un çocukluk yılları hatıralarından anlattığı binaları arardı. Kavşağın sağında duran okul binası, Yakupov’un okuduğu okul olmalıydı. Hapishane olan binalar ise ya karşı köşede halen savcılık binası olarak kullanılan yerlerdi veya okulun arkasındaki askerlik şubesi binaları. O dönemde her gün tören yapılan park ve meydan ise savcılıkla hakimlik binaları arasındaki park ve şimdiki adıyla Yesim Han alanı olmalıydı.

      Yakubov’un beş-altı taş bina olarak tarif ettiği “Yeni Türkistan” mahallesi daha sonraki yıllarda birbirine paralel caddeler ve ona açılan sokaklarla epeyce genişlemişti. Bütün resmi daireler, bankalar bu civarda kurulmuştu.

      YESEVÎ TÜRBESİ

      Tan yeri ağarıyordu. Güneş arkamızdan ilk aydınlığını bozkıra yayarken, biz batı yönüne doğru seyir halinde idik. Henüz şehre dair hiçbir belirti görünmezken, muhteşem mimari yapı, göz alabildiğine uzayıp giden bozkırın ortasında, adeta stüdyoda tasarlanmışçasına tek başına, dimdik duruyor ve bakışlarımızı esir alıyordu. Arabayı kullanan Kazak şoför Ömürzak, şehre takriben, on beş kilometre yolumuz kaldığını söylüyor. Yaklaştıkça abide büyüyor ve ışıltısı artıyor. Etrafında çok katlı, şehrin yüksek binalarının görünmeye başladığı zaman, Türkistan şehrine girmeye artık beş kilometre yolumuz kalmıştı. Muhteşem abidenin, yer seçiminden dolayı kazandığı üstün bir özellikti bu. Daha sonraki yıllarda, şehrin yalnız Çimkent girişinden değil, diğer girişlerinden de aynı görünümün oluştuğunu, yaşayarak öğrenecektik.

      Türbenin bu özelliği, şehrin bir dönem adına da yansıyan engebeli coğrafi yapısından kaynaklanıyor. Engebeli ifadesi, ilk bakışta, bölgede büyük çukurlar ve tepelerin varlığını çağrıştırabilir, fakat burada, bozkırın ortasında, dokuz metrelik bir tepe dahi yöreye adını verebilecek kadar önemseniyor. Tarihi 2000 yıl öncesine kadar giden Türkistan şehri, ilk kurulduğunda Kültepe denilen dokuz metre yüksekliğinde bir tepe üzerinde yer almış. Ahmet Yesevî Türbesi ise Kültepenin doruğundan 350 metre kuzeyde bulunuyor. Aradaki bu mesafede tepe 2-3 m alçalmış olsa, denilebilir ki; Yesevî Türbesinin, çevresinden 6-7 metre yüksekte kurulması ve 46,5 metreyi bulan kendi yüksekliği ile uzaklardan tek başına görünmesinin sebepleri ortaya çıkıyor.

      Evliyalar Serverinin şehrine, güneşin ilk ışıklarıyla birlikte ulaşıyoruz. 1997 Mayıs ayının 17. sabahı, Türkistan’ın havasında insanın tenini okşayan bir serinlik var. Gece boyu süren yolculuğun verdiği tüm yorgunluğumuza rağmen, eski Türk töresine uyarak, her şeyden önce “şehrin sahibini” ziyaret etmeliyiz diye düşünüyoruz. Yoldaşım Ömürzak; bu tavra hiç yabancı değil, benden önce de pek çok Türkiyeliyi Türkistan’a getiren Ömürzak, onların da hiç bir yere uğramadan Yesevî Türbesine gittiklerini söylüyor.

      Muhteşem mimari, yakınlaştıkça daha etkileyici hale geliyor. Şehrin içinde iki kilometre, tek katlı evlerin arasındaki ana yolda gittikten sonra ilk kavşaktan sola dönüyoruz. Bir kaç yüz metre de bu istikamette gidiyoruz. Ömürzak arabayı, Türbenin taç kapılı, meşhur cephesinin tam karşısında durduruyor.

      Geniş bir alanın ortasında Ahmet Yesevî Türbe’siyle karşı karşıyız. Vakur, dünyayı önemsemeyen, yalnız ama bu yalnızlığa da hiç aldırış etmeyen, kendisi başka bir dünya imişçesine duran insan yüzünün çizgileri var görünüşünde. Bulunduğumuz yerden taç kapıya üç yüz metreye yakın bir yol var. Daha sonra öğreniyorum ki, buradan itibaren her hangi bir binekle gitmeyi Kazak kardeşlerimiz, maneviyata saygısızlık sayıyorlar.

      Yolun iki yanında, bel hizasında kesilerek şekillendirilmiş çit bitkileri, yeşil bir koridor

Скачать книгу