Ay ile Ayşe. Murtaza Şerhan

Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Ay ile Ayşe - Murtaza Şerhan страница 15

Автор:
Жанр:
Серия:
Издательство:
Ay ile Ayşe - Murtaza Şerhan

Скачать книгу

görmekten vazgeçmiş.

      Akrabalar geleneğe göre Şarban’ı Murtaza’yla evlendireceklerdi. Ben de deliymişim, kabul etmedim. İşe bak, yanımda Murtaza bile yok. Nerede? Kızganmıştım ama boşuna. Fakat zengin Murtaza’nın iki karısı var diye de daha farklı bela, fitne. Ne var dul da gitti yetim de. Kemiklere mühür vuruldu. Dul ile yetim erkekten ayrılabilir ama milletten ayrılmazdı. Zaman da zaman olmaktan çıktı.”

      Gece yarısı olmuştu. Öteden Mamıt Dede’nin köpeği durmadan uludu. Ayşe:

      “Ey, Allah canını almasın.” dedi köpeğe.

      Kim bilir o gece ya Orha ya da Noha vurulmuştur. Ben henüz çocuktum. Fakat şu “Emirekul” hikâyesinden sonra düşünceler kafamı rahat bırakmadı, yine uyuyamadım.

      Dağa bakan Ay, pencereye göz kırptı.

      “Uyu evladım, gelecekte daha çok şeyler görürsün.” der gibiydi.

      KIRGIZ ATA

      Ayşe’nin her zaman anlattığı Kırgız Dedeyi de gördüm. Güz mevsiminin soğuk günleriydi. Yıl 1942 idi. İnşaallah, on yaşa gelmiştim. Boyum uzamış delikanlı olmuştum. Şu işçiler başı Tasbet bana çocuk olarak bakmazdı, hep iş yaptırırdı. Mesela, Jakaş’la birlikte tarlayı nadas ettik. Tabi ki, Jakaş benden büyüktü, Abdimumin denen babası vardı. Takvalıydı, âlim gibiydi. Böyle okumuş insanı nasıl içeriye almazlar, pek anlam veremiyordum? Doğru dürüst olan, temiz giyinen, milletine hizmet eden insanların hepsi hapsedilmişti. İnsan gibi ayakta dimdik duranların hepsi halk düşmanı ilân edildiler. Halk düşmanı atanmamak için üstü başı darmadağınık, ahmak, aptal olmak lâzımdı.

      Bir şeyler anlatarak beraber dönüyorduk. Eve geldiğimde, çoktandır misafirin gelmediği evimize ta Köksay’dan Kırgız Dede gelmiş. Hafiften kamburlaşıp ihtiyarlamış. Sakalı bembeyaz. Göz kenarları kızarmış meğer devamlı yaşarırmış.

      Hepimizi kucağına basarak öptü.

      “Kağılayın, kağılayın.” deyip durdu. Tatlım, tatlım demekti. Murtaza ve Emirekul’un öz ablalarıyla evlenen meşhur eniştemiz bu adamdı. Yıpranan, her yerinden yamalanan sarı kürkünü, aynı deriden dikilen şapkasını çıkartarak oturdu. Ayşe çok sevinmişti, hemen oturduğu yere döşemelik sererek yanına yastık bıraktı.

      Hızlı davranan Ayşe, kazana su koyarak altındaki tezekleri yaktı. Hiç durmadan konuşuyordu. Şunu soruyor, bunu soruyordu. Ben birini anlıyordum, birine aklım ermiyordu. Benim vazifem, hızlıca semaveri kaynatmaktı. Semaverin içine yonga atmakla meşgul olsam da kulaklarım dinlemek için müsaitti. Nasıl olsa, kulak ağaç parçalamaz, kulağın görevi dinlemekti. Kırgızca bazı kelimeleri anlamasam da tahmin ediyordum. Anladığım kadarıyla, askerliğe giden Abdibek’ten hiç haber yokmuş. Daha önce Aya-göz şehrinden mektup gelmiş. Ondan sonra Moskova’ya gittiğini söylemiş, sonra habersiz kalmış.

      Artık okuma yazmam vardı. Haritayı da bilirdim. Yeğenimiz Abdibek’in takip ettiği yol çevre yolu idi. Moskova’ya doğru giden Kırgızistan’ın Maymak’ından veya bizim Borandı ilçesinden tren yok muydu? Ayagöz, Novosibirsk üzerinden gitmesi pek anlamsız. Anladığım tek şey, Ayagöz’de de, Novosibirsk’te de savaş yoktu. Savaş Moskova’daydı.

      “Ayşe, gelinim, halimiz bu işte.” diyerek iç çekti Kırgız dede.

      “Ya enişte, Allah yar ve yardımcınız olsun. Her şey Allah’tan, belki sağdır şimdi.” diyerek teselli etti Ayşe.

      Çay içiyorduk. Sofra fakir. Yarım pide ekmek. Ayşe’nin sandığında inci gibi sakladığı kuzu işkembe tereyağından bir kaşık alarak misafirin önüne koydu. Tereyağı görür görmez, gözetliyorum ben. Pideye yağ sürmek, bir hayal oldu. Kardeşlerimin gözleri de parıl parıl. Fakat dayanmak mecburiyetindeyiz. Ayşe’nin dehşetinden korkuyorduk.

      Kırgız dede pideden küçük üç tane dilim çekerek, ona yağ sürdü. Allah duasını kabul etsin, Abdibek’in sapasağlam gelmesini nasip etsin, Kırgız dede çektiği üç dilim hazır yağlı ekmeğini bize uzattı. Zayıf elleri titriyordu. Biz Ayşe’ye bakıyorduk. Ayşe kaşlarını çatarak alt dudağını büktü. Almayın, demekti. Kendisi:

      “Enişte, onlar aç değil, az önce yemek yemişlerdi. Siz uzaktan geldiniz, siz buyurun.” dedi.

      Kırgız dede dinlemedi bile, bizi yanına alarak dilimleri uzatarak:

      “Yavrularım, alın bakalım.” dedi.

      Biz alıyoruz. Yavaş yavaş, az az ısırarak yemeye başladık. Dünyada bundan tatlı yemek yoktu o anda. Yoksa Kırgız dedenin elleri sihirli miydi ki, daha önce böyle bir şeyi yememiş gibiydik. Bir iki ekmeği sonraki günler için saklayarak tadını daha çok tatmak istiyoruz. Hey gidi, kuzu işkembe tereyağı! Öyle tereyağı ki keçi sütünden yapılır. Ayşe yağı kuzu işkembenin içine saklar, sonra ağzını çuval gibi bağlayarak sandığın içine koyar. Sandığın anahtarını saç örgüsüne bağlar. Sandığın anahtarı, Ayşe’nin saç bağıdır.

      Çay içtikten sonra Kırgız dedemin eşeğine ot döküntülerini verecektim, birkaç çocuk atölyenin önünde duruyordu.

      “Gel buraya.” diye çağırdılar. Hepsi benden büyüktü. Gittim. Aynı boydan ağabeylerim: Seysenbay, Düsenbay, Boranbay, Korğanbay imiş.

      “Evinize kim geldi?” diye sordu en büyüğü olan Seysenbay.

      Ben övünerek “Kırgız dede geldi.” dedim. İhtimal, bizim eve de misafir gelir demek istemişimdir. Murtaza gideli evimizin kapısı sürgülenmiş gibi oldu, misafirler için çok nadir açılırdı.

      “O senin enişten değil mi?” dedi Boranbay fısıldayarak. “Çekseydin kulağından?”

      “İhtiyarın kulağı çekilir mi?” diye çıkıştım.

      “Bak şuna! Çekilir tabii ki. Enişte olduktan sonra kulağından çekerek eğlenilir de.” diyerek alay etti Boranbay.

      “E saçmalama be!” diyerek aralarında büyük olan Seysenbay, Boranbay’ı susturdu.

      “Senden küçük de olsa, Barshan haklıdır. İhtiyar adamla kulağını çekerek eğlenilir mi? ağzından çıkanı kulağın duyuyor mu senin?”

      Böylece Seysenbay arkamdan sıvazlayarak:

      “Kırgız dedenin çuvalında ne varmış?” dedi sesini kısarak.

      “Bilmiyorum. Ot gibi bir şey.” dedim.

      Gerçekten de Kırgız dede eşekten inerken iki dolu çuval indirerek evin içine almıştı.

      “Tütün değil mi?” dedi Seysenbay.

      “Olabilir, ama ben çuvalı açıp bakmadım ki.”

      “Öyle ise al!” diyerek Seysenbay bir avuç dolusu aşık kemiğini elime verdi. Birden zenginleştim. Kendimde bir oğlağın bile kemiği yoktu. Daima kaybediyordum. Bunlar eskisi gibi ben kaybettiğimde, aşıkları geri vermiyorlardı. Murtaza halk düşmanı

Скачать книгу