Kutlu Ant. Muhterem Ateş

Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Kutlu Ant - Muhterem Ateş страница 9

Автор:
Жанр:
Серия:
Издательство:
Kutlu Ant - Muhterem Ateş

Скачать книгу

ve Baybatır, üçü de kılıç yarası almışlardı. Bu savaşta Hunnuçay ordusunun komutanları, Islavorus ordusunu Kubanak Vadisi’nde “kurt kapanı”43 taktiği ile çembere alarak yok etme planı hazırlamışlardı. Talayhan, Baybatır ve Teyrikul, Kubanak Vadisi’nden ziyade Kasavkanlı Geçidi’nde düşmanın daha kolay yok edileceğini söylemişlerse de henüz üçü de genç birer komutan olduklarından, düşünceleri kabul görmemişti. Sübaşı44 da dahil olmak üzere çoğunluk, Kubanak Vadisi’nin tutulması ve düşmanın burada imha edilmesi yönündeki karara katılmıştı. Ancak Talayhan’ın ısrarı sonucunda, bu üç genç komutan, Sübaşı ile görüşerek Kasavkanlı mevkiine bir bölük asker gönderilmesini kabul ettirmişler; Talayhan, Teyrikul ve Baybatır’ın da bu bölük ile birlikte kalması kararı alınmıştı.

      Sübaşı, “Düşmanın gelebileceği yol, Kubanak Vadisi boyuncadır. Diğer yollar dağ yoludur. Düşman ordusu bu dağ yollarını bilmez, bilse de burada pusuya düşeceğini tahmin eder. Bu duruma yaptığınız itirazlarınız bana göre yersiz, ama yine de bir miktar asker gönderelim.” demişti. Ancak Talayhan, Sübaşı ile yaptığı görüşmede; “Düşman bu savaşı kazanmak için her türlü hileye başvuracaktır, çevremizde bize düşman olan diğer devletlerle işbirliği yapacaktır. Hatta Islavorus’ların, Hunnuçay Ordusu’ndan kaçan ve bazı gizli geçitleri bilen Çankay ve Amantişlik adlı iki çaşıttan yardım alacakları bilgisine ulaştık. Bu yüzden Kasavkanlı Geçidi tehlike arzediyor.” diye ikaz etmişti.

      Hunnuçay Ordusu düşmanı Kubanak Vadisi’nde beklerken, ihanet edip de Islavorus Devleti’ne sığınan haydutlar, “Hunnuçay askerlerinin Kubanak Vadisi’nde yığılma yaptığını, dolayısıyla Kasavkanlı Geçidi’nin daha emniyetli olduğunu” düşman komutanlara bildirmişlerdi. Islavorus ordusu casusların yardımıyla, Kasavkanlı geçidine ulaşmıştı. Ancak akşamüzeri başlayan gök gürültülü yağmur, gece yarısı şiddetlenmiş; iki ordunun da silahlarının çoğu kullanılmaz duruma gelmişti. Bu yüzden göğüs göğüse, çok çetin bir çarpışma yaşanmıştı. Talayhan komutasında kahramanca çarpışan az sayıdaki Hunnuçay askeri, sabaha doğru geri çekilmek zorunda kalmıştı. Düşman ordusu da çok kayıp verdikten sonra iki Hunnuçay köyünü ateşe vererek geri çekilmişti. Hunnuçay Ordusu, Kubanak Vadisi’ni boşuna beklemişti. Komutanların çoğu yanılmıştı ama ne yazık ki yanıldıklarını geç anlamışlardı. Hunnuçay’lılar bu savaşı kaybetmişlerdi. Talayhan’ın geleceği iyi gören bir komutan olduğu daha o zaman bilinmişti…

      O savaşta, hayatta kalmayı başaran Talayhan, Baybatır ve Teyrikul şimdi anılarını tazeliyorlardı. Aslında Yiğit Teyrikul olmasaydı, belki ikisi de o savaşta kan kaybından öleceklerdi. İkisinin de yaralarını o sarmıştı; Teyrikul bu işi çok iyi yapıyordu. Annesi ile babası iyi birer halk hekimi oldukları için ta çocukluğunda öğrenmişti yara sarmayı. Teyrikul, Orunordu’ya bağlı şirin bir kasabada doğup büyümüştü. Teyrikul’un çok sevdiği annesi ile babası da Kasavkanlı Savaşı’ndan bir kaç yıl önce, büyük veba salgınında hayatlarını kaybetmişlerdi.

      Saatlerce Kasavkanlı Savaşı anılarını konuştular. Talayhan, Debetcurt’u merak ediyordu. Teyrikul’a, “Sabah erkenden yola çıkacağız, bu şehri gündüz gözüyle görmeyeceğiz.” diyerek arkadaşından Debetcurt şehrinin durumunu anlatmasını istedi. Teyrikul Komutan anlatmaya başladı:

      –Debetcurt, ülkemizin demircilikte en ileri olan kentidir. Kentin ismi, bu dünyaya insanüstü yeteneklerle gelmiş olan Debet’ten geliyor. O, istediği zaman insan kılığına girip Hunnuçaylı’lara yeryüzündeki madenleri işlemeyi öğretiyormuş. Çok çok eski zamanlarda Göktanrı yalnızlıktan sıkılmış ve Yer Tanrısı’ndan bir çocuk istemiş. Bir gün yeryüzü büyük bir gök gürültüsüyle sarsılmış, dağlar taşlar yerinden oynamış, mağaralar parçalanmış. Bu büyük gök gürlemesi sonunda Yer Tanrısı hamile olmuş. Dokuz yıl dokuz ay dokuz gün öylece beklemiş. Bu hamileliğin sonunda Yer Tanrısı Debet’i doğurmuş. Göktanrı’nın yardımcılarından olan Su Anası, Yer Tanrısı’nın yardımına koşup gelmiş ve Debet’i yıkamak için; Celburuş Dağları’nın karlı zirvelerinden inip gelen afsunlu suların birleştiği Karakoban Nehri’ni kendine doğru çevirerek Debeti yıkamış ve onu emzirmiş. Debet’in yüreğinin ateşten olduğunu gören Su Anası, irkilerek; “Debetin bedeni demirden, yüreği de ateşten yapılmış!” demiş. Yer Tanrısı da “Debet’in bilgiç, kudretli ve insanüstü bir varlık olduğunu, yardımcıları Sur Usta ile Hut Usta’yı Hunnuçaylı’lara göndererek demiri işlemeyi öğreteceğini” söylemiş. Debet, Sur ve Hut ustaya demirciliği öyle öğretmiş ki; onlar kızgın demiri bile ellerinde işler hale gelmişler. Çekiç ve örs kullanmadan kızgın demire elleriyle şekil verebilen ustalar yetiştiren Debet, aynı zamanda toprağın altındaki madenlerin, dağlardaki kuşların dilinden de anlıyormuş. Uzun yıllar halkına büyük hizmetlerde bulunduktan sonra, kendi yaptığı demirden kanatlı bir araba ile yıldızlara doğru uçup gitmiş. Bir daha da göklerden geri dönmemiş!

      Teyrikul, “İşte şehrimizin isim hikâyesi böyledir,” dedi ve biraz soluklandıktan sonra anlatmaya devam etti.

      –Şehrimizde büyük demir işleme atölyeleri vardır. Aynı zamanda bu kentte bakır, gümüş ve bronz işlenmektedir. Çok eski zamalarda da bu böyle imiş. Yani şehrimiz henüz köy veya kasaba kadar iken dahi kılıç, kalkan, ok, yay, miğfer gibi savaş aletleri ile saban, orak, tırmık gibi pek çok tarım aleti burada yapılıyormuş. Nartlana’dan sonra, savaş arabalarının en çok üretildiği kent yine burasıdır. Hunnuçay’ın en ünlü demirci ustaları buradan çıkar.

      Talayhan gülümseyerek, -Teyrikul! dedi. Sen eskiden de güzel hikâyeler anlatırdın, hiç değişmemişsin! Senin doğduğun köyde Bir Koca İlbaşı vardı, yıllar önce o kişiyle ilgili bir hikâye anlatmıştın. Onu Baybatır’ın da dinlemesini isterim, dedi.

      Teyrikul sohbeti severdi, anlattı.

      –Doğup büyüdüğüm yeri biliyorsunuz, Orunordu’nun dağlık bir bölgesindedir. Atalarımız yüz yıl kadar önce Celburuş Dağları’nın eteklerinden kopup buraya yerleşmiş. Orunordu’ya gelmeden önce de mutlu bir hayatları varmış. Yaşadıkları bölgelerde verimli ovalar, geniş yataklı akarsular bol imiş. Zirveleri göklere değen karlı, buzullu dağlardan inen akarsular, derin vadileri aşındıra aşındıra El’imizin ortasından geçip gidermiş. Halkımız çok eski zamanlardan beri bu dağ silsileleri arasında huzurlu ve rahat bir hayat sürüyormuş. Nasıl olmuşsa, bir Yılan Yılı’nda,45 kış ayları, o zamana kadar hiç görülmemiş şekilde çok soğuk geçmiş ve uzun sürmüş. Yazın da kuraklık baş göstermiş. Bu Yılan Yılı’nda o bölgede yaşayan halklar arasında çok değişik hastalıklar görülmüş. En çok da veba hastalığı yayılmış. Yılan Yılı bitip de At Yılı girdiğinde, bu defa pek çok hayvan çeşitli hastalıklarla telef olmuş. At Yılı’nda kış yumuşak geçtiyse de insan ve hayvanların hastalıklardan ölümü artarak devam etmiş. Bunun üzerine, halkın ileri gelenleri toplanarak göç etme kararı almışlar. Bu güzel yurttan göç etmeye başladıkları gün, çok acı bir gün olmuş; yer gök feryatlarla inlemiş. Göç edenlerle kalanların vedalaşmak için birbirlerine sarılarak saatlerce ağlamaları yürekleri dağlamış. Hatta bu ayrılığa dayanamayan bazı kardeşler ve sevgililer, bedenlerini köyün ortasından geçen Ural-terek Nehri’nin azgın sularına bırakarak can vermişler. Gökteki Ay’ın ve yıldızların parlak olduğu gecelerde, o insanların nehir

Скачать книгу


<p>43</p>

Kurt Kapanı: Türk savaş taktiğidir. Ay şeklini alan ordunun, düşmanı çevreleyip imha etme yöntemi

<p>44</p>

Sübaşı: Türklerde ordu komutanı. Bugünkü dilde Genelkurmay Başkanı.

<p>45</p>

On iki hayvanlı takvimde bir yıl adı.