Uyku Mevsimi. Melik Çağrı Küçükyıldız

Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Uyku Mevsimi - Melik Çağrı Küçükyıldız страница 3

Жанр:
Серия:
Издательство:
Uyku Mevsimi - Melik Çağrı Küçükyıldız

Скачать книгу

mıydı bilemedi. Tek istediği şey annesine ait bir şeyler duymaktı.

      “Rıza Bey, merhaba! Ben Aylin Kıyık.” diyerek söze girdiğinde heyecanı biraz yatışmıştı. Dergi hakkında konuştular bir süre. Aylin asıl konuşmak istediği meseleyi açtı:

      “Rıza Bey, bugün dediniz ya annemle tanıştığınızı… O günü hatırlıyor musunuz? Biraz anlatır mısınız?” dedi ve ekledi gülümseyerek: “Annem küçük şair hakkında kim bilir neler söylemiştir…”

      “Unutur muyum hiç? Anneniz çok ince fikirli bir kadınmış gerçekten. Önce gazeteyi aramıştı. Sizin yeni çıkan kitabınız için bir imza günü düzenleyeceğini anlattı ve bunu haber yapmamızı rica etti.”

      “Sonra?”

      Aylin balkonun kapısını kapattı. Artık sokağın gürültüsü odaya dolmuyordu.

      “Tabi ben yaşınızı öğrendiğimde bastım kahkahayı. Önce bir telefon şakası zannettim. Küçük bir şair varmış… Kitap yazmış. Bir imza günü düzenlenecekmiş, şehrin bu önemli olaydan haberi olmalıymış. Anneniz sabırla durumu anlattı yani. Gerisini zaten biliyorsunuz işte…”

      “Nasıl yani?” diye sordu Aylin şaşkınlıkla. Elindeki kalemle bir kâğıdı karalıyordu.

      “Canım, hani okul müdürüne gitmiş ve sizi daha çok yazmaya teşvik etmek için şiirlerinizin basılması konusunda müdürden yardım istemiş ya… “

      Aylin’in bakışları annesinin duvardaki resmine kaydı. Yüzündeki tebessüm ifadesi içini acıttı. Sanki resmin içinden çıkıp; saçını okşayacaktı.

      “Sonra?”

      “Sonra bin bir güçlükle çıkan kitabınızın çok satmadığını görünce müdürle bir imza günü düzenlemeye karar vermişler. Hatta kadıncağız mahallesindeki komşularına kitapları satın almaları için para vermiş.”

      Aylin annesinin duvardaki fotoğrafına daha fazla bakamadı. Telefondaki ses “Alo! Alo! Aylin Hanım!” derken telefonu kapattı. Karaladığı kâğıtta artık beyaz bir yer kalmamıştı. Ev arkadaşı usulca yanına geldi. Miyavlayarak Aylin’in ayaklarına sürtündü.

      (Avrasya Yazarlar Birliği Edebiyat Akademisi Hikâye Atölyesi, 08.02.2011)

      LUNAPARK

      Ben çocukken lunaparklar daha küçük ve renksizdi. Hem de şimdiki gibi yaygın değildi. Kasabamızda lunapark yalnızca bayramlarda kurulurdu. Salıncakları bayram arifesinde kamyonların üzerinde getirirlerdi. Gecenin geç saatlerine kadar kurarlardı onları. Biz de mahalledeki çocuklarla nasıl kurulduğunu izlerdik. Ertesi gün bayram namazından çıkınca dedemin elini öper, üç beş kuruş alırdım, sonra doğru lunaparka…

      Babamın elini hiç öpmezdim. Bir keresinde babamın da elini öpmeye kalkmıştım da harçlık vermemek için beni nasıl dövmüştü… Zaten babam elinde avucunda ne varsa şaraba yatırırdı.

      Hangi zaman diliminde neler yaşayabileceğimizi seçebilseydik keşke… O sefil çocukluk günlerinde gözümün önünde arkadaşlarım defalarca atlıkarıncaya binerdi de hırsımdan ağlardım. Herkesin babası lunaparka götürürdü; ama benimki hiçbir zaman götürmedi. Neden götürsün ki? O beni hiç sevmedi.

      Şimdiyse lunaparkın patronu sayılırım. Bugün kasada görevliyim, kim bilir, belki de gelecekte buralar benim olur. İnsanları çığlık çığlığa bırakan bu dev oyuncaklar…

      Çocukken en çok binmek istediğim, ama en pahalısı olduğundan hiç binemediğim dönme dolaba işe başlayalı kim bilir kaç kere binmişimdir… Sabahları kimseler yokken rica ediyorum bizim çocuklara, onlar da kırmıyorlar beni. Hangisine istersem bindiriyorlar. “Yirmi beş yaşında adamsın!” diyor patron… Geçen beni döner salıncağa binerken görmüş. Olsun, bana ne… Benden çok daha yaşlıları biniyor bu oyuncaklara.

      Geçenlerde bir tanesi az kalsın başımı belaya sokuyordu. Bir adam geldi bilet almaya. Sadece çarpışan arabaya binecekmiş. Nereden baksan altmışını geçmişti. Kel, şişko bir adam, takım elbise giymişti. Bir sürü bilet aldı. Elleri falan titriyor, benzi solmuş… Adamın kalbi sağlam olsa bari dedim içimden. Ne işin var burada be adam! Millete baktım, adamın yaşına saygısından kimse bindiği arabaya çarpmıyor. Ama o habire birilerine çarpıyor. Adamı izlemeye devam ettim. Özellikle içerisinde küçük kızların olduğu arabalara çarpıyordu. Kuşkulanmadım değil. Ama ihtiyara pek konduramadım.

      Ertesi gün yine geldi ihtiyar. Bu sefer daha çok bilet aldı. Binerken yalnız değildi. Yanında küçük bir kız da vardı. Torunu olsa gerek diye düşündüm. Biraz daha dikkatli bakınca pek de toruna benzetemedim. Esmer tenli, saçları sarı, kıyafeti paspal mı paspaldı. Sonra tanıdım kızı. Gençlik Parkı’nın mendil satan çocuklarından biriydi. Onu buralarda daha önce de görmüştüm. Hatta bir keresinde güvenlik görevlisi onu kulağından çekerek götürüyordu. Belki de bir şey çalmaya çalışırken yakalanmıştı. Adam dakikalarca bindikten sonra yer değiştirdiler, direksiyona kız geçmişti. Kıza baktım, çok mutlu görünüyordu. Şüphelerim daha çok artmıştı. Lunaparkımıza belki de bir sapık dadanmıştı.

      Adamın bir daha gelmemesini dilerken sonraki gün yine ortaya çıkmaz mı? Önce bilet vermesem mi diye düşündüm. Ama vermezsem patrona durumu açıklamak zor olacaktı. Neticede o kazandığı paraya bakıyordu. Adam kasaya gelince bir de baktım yanındaki çocuk sayısı artmış. Kaşlarım çatık, elindeki parayı sertçe aldım. Adam hiç oralı olmadı.

      Aldığı biletlerin bir kısmını çocuklara dağıttı. Yanına yine aynı kızı oturttu. Sabrım taşıyordu. Kim bilir nasıl faydalanıyordur çocuklardan diye düşündükçe içim içimi yiyordu. Çocukları birkaç biletle kandırıyordu namussuz. Sonrasını düşünmek bile istemiyordum. Televizyonlarda her gün başka bir sapık haberi çıkıyordu. Belki bu adam da medyada yerini alacaktı: “Çarpışan araba sapığı…”

      Adam arada bir kızın başını okşuyor, elini kızın omzuna atıyor, onunla konuşuyor, ciddi ciddi bir şeyler anlatıyordu. İçimden parçalamak geliyordu adamı. Beni sonunda işimden edecekti. Bir elime düşse, yaşına bakmaz, eşek sudan gelinceye kadar döverdim. Adamın dişlerini göstere göstere kıza bakarak gülmesi beni çılgına çevirdi. En sonunda dayanamadım. Fırladım yerimden. Ara verdiklerinde çıktım karşısına. Adamın omzunu sıkıca tuttum, kulağına eğildim:

      “İhtiyar, sen bir yanıma gelsene…” dedim.

      “Ne var, ne oldu? Sen de kimsin?” dedi şaşkınlıkla.

      “Gel diyorsam gel işte!” dedim. Sertçe çektim, çıkardım arabanın içinden. Kimsenin görmeyeceği kuytu bir yere götürdüm onu. Çok tedirgindi.

      “Sen ne utanmaz sapık bir herifsin be! Utanmıyor musun torunun yaşındaki kızlarla düşüp kalkmaya?”

      “Ne diyorsun sen, kendine gel!”

      “Kim bilir neler yaptın el kadar kıza…”

      “Bak delikanlı, sınırı aşıyorsun.”

      “Seni

Скачать книгу