Önce Hürriyet. Hasan Kallimci

Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Önce Hürriyet - Hasan Kallimci страница 5

Автор:
Жанр:
Серия:
Издательство:
Önce Hürriyet - Hasan Kallimci

Скачать книгу

huşu içinde, Allah’a daha yakın buluyorlardı kendilerini. Allah’ın her günü mübarekti, mübarek olmasına fakat cumanın, hele bugünkü cumanın ayrı bir yeri vardı onlar için. Karaçay Türklerinden bir kısmının kaderini tayin edecek toplantı bugün yapılacak, bugün onlara yol çizilecekti. Bütün Karaçay köylerinden ileri gelenler beşer-onar kişilik gruplar hâlinde Teberdi’de toplanmışlardı. Misafirler köy halkı tarafından karşılanmış, ihtiyaç ve istirahatları temin edilmişti. Birlikte Cuma namazına gidildi. Namazdan sonra Kaçğan, ön tarafa çıktı.

      –Bismillahirrahmanirrahim… Konuşmamız, Karaçay Türklerinin, Türk milletinin ve bütün İslâm âleminin selâmeti için hayırlar getirsin.

      “Amin!” seslerinin kesilmesinden sonra Kaçğan devam etti:

      –Karaçay Türklerinin ileri gelenleri! Köylerinize gönderdiğim haberci gençler, toplantımızın sebebini sizlere söylediler. Biliyorsunuz; Ruslar 1828 yılında topraklarımızı işgal ettiler. O yıldan bu yana devamlı mücadele hâlindeyiz. 1850’de, bir kısım kardeşimiz Anadolu’ya göçtü. 1854’te, Kadı Muhammed Hubin başkanlığında isyan ettik; kanlı bir şekilde bastırdılar. 1859’da, Şeyh Şamil esir düşünce ümidimiz iyice kırıldı. 1885 yılında, Karaçaylardan bir kısmı daha Anadolu’ya göçtü. Sizlere burada, bugün Karaçayların yarını hakkında karar verecek sizlere derim ki esaret altında milletimizi ezdirmeyelim. Görüyorsunuz, mektepler açarak zorla Rusça öğretiyorlar. İslâm terbiyesini, Türklük şuurunu köreltmek için zorbalık yapıyorlar. Karaçayların; Kumuklar, Çeçenler, Çerkezler, Osetinler ve diğer halkların kurmaya çalıştıkları birliği kırmaya, bizi zayıflatmaya, parçalayıp bölmeye çalışıyorlar. Ruslar, bu yolda ellerinden gelen her kötülüğü yapıyorlar. Burada böyle kaldığımız sürece, Rusların önünde lokma, işlerinde köle oluruz; eririz, tükeniriz. Vakit geçirmeden tükenişe, yok oluşa karşı bir çare bulmamız gerekiyor. Benim fikrim şudur: Hür Türk topraklarında, Türk bayrağı altında yaşamak için göç kararı almalıyız. Bu kararı Çar’a bildirip Padişah Abdülhamit’ten de yer istemeliyiz. Göçmeliyiz.... Sizler ne dersiniz?

      Kaçğan sustu. Onu dinleyenler de uzun süre düşündüler. Sonunda Sıntı’dan bir ihtiyar konuştu:

      –Topraklarımızın terk edilmesine karşıyım. Kafkasya’da kalalım. Alnımıza yazılan ne ise o olur. Bir tek Karaçay dahi kalsak, dilimizi, dinimizi, kültürümüzü yaşatmaya devam etmeliyiz. Vatan terk edilmez. Rus’un arzusu zaten bu, bizi göçe zorlayıp bu topraklardaki Türk nüfusunu azaltmak… Göçlerle nüfus azalırsa buralara daha kolay hakim olurlar. Kalmalıyız, üremeliyiz, topraklarımızı terk etmemeliyiz.

      Ullu Karaçay muhtarı, dizinin üstüne doğrularak konuştu:

      –Vatan elbette terk edilmez. Fakat şartlar da Karaçay Türklerini imhaya, yok etmeye götürüyor. Milletimizi imha ettirmemeliyiz. Milletin sağ olması demek, her Karaçay’ın töreleri bilmesi, Müslümanlığı unutmaması demektir. Millet sağ olunca vatan bulunur.

      Duvut’tan bir ihtiyar, ihtiyarlığının yanında heyecanını da ele veren bir sesle fikrini söylemeye başladı.

      –Hiçbir Karaçay Türk’ünü zorla yurdundan edemeyiz. İsteyen gider, isteyen kalır. Gidenler Karaçay kültürünü korur, yaşatırlar. Kalanlar, bu toprakları müdafaa ederler. Her Karaçay köyünde, ileri gelenler göçecek olanları tespit etsinler. Göç dilekçeleri tek elde toplansın. Gidecek olanların malları altına ve paraya çevrilsin. Karaçayların malı yine Karaçaylarda kalsın; Rus’a ev, tarla satılmasın.

      Konuşmalar uzadı, uzadı. Sonunda Duvut’lu yaşlının dediği yere gelindi. Göçmek isteyenlerin dilekçeleri muhtarların elinde toplanacak, birlikte Çar’a müracaat edilecekti. Göç edeceklerin mallarının satımı işiyle de ilgilenilecekti. Bu arada Abdülhamit’e de haber salınarak yerleşmek için toprak istenecekti. Karar böyle alındı.

      Camiden birlikte çıkıldı. Bahçede bekleştiler. En son imam da çıktıktan sonra yüzler köyün mezarlığına çevrildi. Geçmişlerinin ve şehitlerinin ruhlarına üç İhlâs ve Fatiha hediye ettiler; mekânlarının Cennet olması için dualar okudular. İkindi namazını da birlikte kıldıktan sonra köylerine dönmek üzere Teberdi’den ayrıldılar.

      Camiden çıkanlarla birlikte göç kararı önce Teberdi’ye, oradan da diğer köylere yayıldı. Osmanlı İmparatorluğu içinde adını en çok duydukları Şam, varılmak istenen yer olarak belirlenmişti. Karaçayların dudaklarında üç kelime dolaştı o günden sonra; göç, Abdülhamit ve Şam…

      5

      Arslanbek, ocağın kenarında, odadaki yalnızlığından aldığı rahatlıkla uzanmış yatıyordu. Gözlerinin kapalı oluşunu gören kişi onun uyuduğunu zannederdi. Aslında o, görünüşünün aksine bir sevinç ve sabırsızlık içinde vaktini geçirmeye çalışıyordu. Bu arada, içindeki duyguların aksine davranışları, evdekilere karşıydı, kasıtlıydı. Şahmelek’e olan sevgisinin evdekiler tarafından anlaşılmasından korkuyordu. Bugün sessiz ve sakin yatışı, bu sevdayı gizlemeye çalışmasındandı.

      Ullu Karaçay’ın gençleri, köy yollarında oynaşarak, şakalaşarak bekleşiyorlardı. Hepsinin gözü, köye gelen çevre yollarındaydı; sabırsızlıkları hâllerinden belliydi. Ullu Karaçaylı Ham-zat’ın toyu vardı. Yakın köylerden de toya katılmak üzere gelenler olacaktı. Gelenlerin arasında kızlar da bulunacaktı; gençlerin sabırsızlığı işte bu sebeptendi. Sevdikleri kızların gelmesi onlar için büyük mutluluktu. Toy öncesi, gündüz gezmelerinde kızlarla söyleşirler; misafir gençlerle güreşir, koşu ve taş atma yarışları yaparlardı. Gece toyda oynamak ise bambaşka bir zevkti.

      Arslanbek de Ullu Karaçay gençlerine katılarak gözü Teberdi yolunda sevdiğini beklemeyi çok istiyordu. Ancak bir huyu vardı ki yapacağı işin önceden belli olmasını ve kimse tarafından bilinmesini istemezdi. Gönlü, “Kalk, sevdiğini karşıla!” diyorsa da, bir başka ses; “Otur, oturduğun yerde!” diye emrediyordu. Oturmak ne kelime, uzanmıştı bile.

      Oda kapısı hafifçe gıcırdadı. Tavana bakan gözlerinin kısık aralığından gözbebeklerini kaydırarak baktı. Küçük kardeşiydi. Çocuk, kapıdan baktı ve çekildi.

      –Arslanbek uyuyor ana!

      –Bırak uyusun kızım, uyandırma!

      Dışardan mırıltılar, yapılan işlerin çıkardığı sesler duyuluyordu. Arslanbek, kapanan kapının ardından gülümsedi. Yalnızlığa ve düşünceleriyle baş başa kalmaya o kadar alışmıştı ki… Aslında kendisiyle baş başa kalmak da sayılmazdı bu. Düşünüyor, düşündüğü de bir çift göz oluyor; o bir çift göz, odayı düşüncelerini, gönlünü, dünyasını dolduruyordu. Bir buçuk yıl… Onu bir buçuk yıl önce, toyda tanımıştı. Fidan boylu kızın güzelliği kadar gözlerinin tesirine kendisini iyice kaptırmıştı.

      Her şeyini o kahverengi gözlerin gözbebeklerine teslim etmiş gibiydi. Gün olmuş, Şahmelek’in bakışları ona sevgi yüklü gelmiş; gün olmuş, kızın bir görüşte kendisine sevdalanacağı düşüncesini saçma olarak nitelemişti. Bir türlü kesin neticeye varamıyordu. Bir buçuk yıl sonra bugün, bir daha Şahmelek’in gözbebeklerinde eriyecekti. O mutlu dakikalara kendisini hazırlıyordu. İlk görüşmesinde, delice bakmaktan başka bir şey yapamamanın acısını, bugün söyleşerek çıkarmak istiyordu.

Скачать книгу