Şafak Sancısı. Cengiz Aytmatov

Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Şafak Sancısı - Cengiz Aytmatov страница 9

Автор:
Жанр:
Серия:
Издательство:
Şafak Sancısı - Cengiz Aytmatov

Скачать книгу

bulunmasıyla, gönlüm allak bullak oldu. Değil insan kemiği, çeliği bile çürüten yarım asırdan fazla zaman aralığında babamın cebindeki üç sayfalık evrakın hiçbir zarara uğramaması, şaşılacak şeydi doğrusu, Muhtar kardeşim! Allah var, adalet geç de olsa yerini buldu. Fakat geçmişte kalan uykusuz geceleri, maruz kaldığımız hakaretleri ve zulmün karşısında elimiz kolumuz bağlı zavallı durumumuzu Allah insana değil, hayvana bile göstermesin diyorum.

      Şahanov: Şike, müsaadenizle konuşmamızı yine kardeşiniz Roza’nın anlattıklarıyla devam ettirsek:

      “Anamız vefatına kadar Cengiz’le birlikte yaşadı. Çocuklarının en büyüğü olmasından ziyade, onunla manevi ortak yönleri çoktu. Annem Cengiz’in her eserini, hatta makale ve röportajlarına varıncaya kadar hazmederek okuyordu. Anam Sovyet edebiyatına, dünya edebiyatına oldukça aşinaydı.

      Cengiz’in edebiyat alanında Lenin Ödülünü almasıyla sadece Kırgızlar değil, Sovyetler Birliği’ndeki diğer milletler de, özellikle Orta Asya ve Kazakistan halkı, gurur duydu. Zira bu ödül o yıllarda Sovyetler Birliği genelinde ünlü olmanın ifadesiydi. Ona sahip olan kimse klasik edebiyatın yaşayan temsilcisi sayılırdı. Cengiz’den önce, o zamanın şartlarına göre paha biçilmez değerde olan bu ödüle Orta Asya ve Kazakistan genelinde bir tek şahıs, Muhtar Awezov, layık görülmüştü.

      Cengiz’in ödül aldığı gün, Aytmatovlar sülalesinin değeri bir anda yükseliverdi. Sovyetler Birliği dahilindeki her ülkenin en gözde gazeteleri bu olayı manşet yapmakla kalmamış, bir-iki sayfayı tamamen Cengiz’e ayırmışlardı. Telgraf sağanağına tutulmuştuk adeta. Bu zamana kadar bu dünyada yaşadığımızdan haberi olmayan çeşitli parti ve hükümet yetkilileri kimisi telefonla, kimisi de bizzat gelerek tebrik ediyorlardı. Sokakta, dükkanda, markette ve çeşitli kültür merkezlerinde millet Cengiz’in ödülünden gururla bahsediyor; birbirini kutluyorlardı. Tam o sırada, aksilik bu ya, annem hastanedeydi. Oş pazarına gidip anneme meyve almak için otobüse bindim. Otobüste elinde torbası, 50 yaşlarında bir amca, yanında oturan delikanlıya; “İşte, Kırgız halkı ulu şahsiyetler doğurabilecek bir millet olduğunu Cengiz’le bir kere daha ispatladı” diyor, sevincini paylaşıyordu. Bunları duyunca sevinç ve heyecandan ben de coşuyor, ağlamamak için kendimi zor tutuyordum. Daha dün herkesin gözüne batan vatan haininin çocukları değil miydik? Ya Kerim Allah, bizim de yüzümüzün güleceği varmış! Babamın Cengiz ve İlgizle birlikte çekildiği resmi annem hep beraberinde, el çantasında taşırdı. Bu sefer o resmi hastanede yastığının yanına koymuş.

      Moskova’dan gelmekte olan Cengiz’i karşılamaya idareciler, akrabalar ve birçok dostu gitti. Karşılayanlar arasında eşim Esenbek de vardı. Ben hastanede annemin yanında kaldım. Cengiz, evine gitmeden önce annemi ziyaret etmeye geldi. Annem yerinden zar zor kalkarak (ayakları çok şişmişti) Cengiz’i kucaklarken çok ağlamıştı. Fakat annemin o andaki gözyaşları -dağdan binbir güçlükle taşları delerek çıkan kaynak suyu gibi-sevinçten boşalıyordu. Çeyrek asırdan fazla eziyet ve hakaretle geçirdiği günlerin, uykusuz geçirdiği nice gecelerin semeresiydi bu. Annem ağır ağır nefes aldı. Cengiz’in itibarının yükselmesini, babamız Törekul’un ruhunun zaferi olarak kabul etti.”

      Aytmatov: Evet, anamız için o gün özel bir gündü.

      Şahanov: Herhalde çok heyecanlandınız. Neyse, konumuzu değiştirelim. Şeker Köyüne gittiğimizde yanınıza Omarbay Navbekov, Devletbek Şadıbekov gibi kardeşlerinizi ve iki sınıf arkadaşınızı alarak Rusya Televizyonunun Kırgızistan muhabiri Vladimir Fiyodorov’la röportaj için Kürkirew Nehrinin kenarına gittiğimizi hatırlıyor musunuz? Dağın zirvesinden aşağıya doğru gürül gürül akan nehir, hafif esen rüzgâr ve yemyeşil doğanın insan ruhunu tesir altında bırakmaması mümkün değildi. Etrafı seyrederken yanıma gelerek:

      – “Ta oralarda, Manas Zirvesine yaklaşan küçük bir bulut parçasını görüyor musun? 10-15 dakika sonra havada sükûnetten eser kalmayacak”, dediniz.

      İlk başta ben, “Şiken herhalde şaka yapıyordur, küçük bir bulut nasıl olur da şu güzel havayı bozabilir?” diye düşünmüştüm. Birkaç dakika içinde rüzgâr esmeye ve bardaktan boşanırcasına yağmur yağmaya başladı. Kaşla göz arasında ne yapacağımızı şaşırmıştık. O zaman da, doğup büyüdüğünüz mekânın her detayından haberdar olduğunuzu anlamıştım.

      Şike, Kazak toprağında geçirdiğiniz öğrencilik yıllarınızla ilgili bir hikâyeyi hatırlıyorum.

      1995 yılında Bişkek’te gerçekleşen üç kardeş ülke Başbakanlarının (Akejan Kajıgeldin/Kazakistan, Abduhaşim Mutalov/ Özbekistan, Apaş Jumagulov/Kırgızistan) toplantısı sona ermişti. Hükümet yetkilileri, idareciler ve her türlü sahanın ileri gelenleri enerji, gaz üretimi ve sağlık alanlarında ortaklaşa çalışmayı önermişlerdi. Toplantı sonunda misafirleri Kırgızistan’daki Kazakistan Büyükelçiliğine yemeğe davet ettim. Üçü de davete memnuniyetle icabet ettiler. Büyükelçiliğe gelirken arabadan sizi aramış; “Üç kardeş her gün bir araya gelemiyor. O yüzden hükümeti yöneten kardeşlerinizle birlikte bizim misafirimiz olsanız” demiştim.

      Sofra başında hemen samimi ve sıcak bir hava oluşmuştu. Siz serbest piyasadan, Türk halklarının dostluğu, medeniyet ve sanat konularındaki derin görüşlerinizi aktardınız.

      Bir ara boz eşek hikâyesini anlatmaya başlamıştınız. Tam o sırada Almatı’dan Dış İşleri Bakanı Kasımcömert Tokayev’den telefon gelmiş, ben kalkmak zorunda kalmıştım. Böylece herkesin katıla katıla güldüğü boz eşek hikâyesini sonuna kadar dinleyememiştim. Şimdi sizden tekrar o hikâyeyi anlatmanızı rica etsem…

      Aytmatov: Anlatayım. Jambıl şehrindeki Veteriner Yüksek Okulunu kazandığım yıllardı. Her gün teorik ve pratik dersler görüyorduk. “Atçılık Bilimi”, “Koyunculuk Bilimi”nden sonra -diğer hayvanlar tükenmiş gibi- eşeği incelemeye başladık. İlk başta “Eşek dediğin de nedir, bunu da hayvandan sayarak önemle üzerinde durmak, ders alarak okutmak kimin aklının kârı acaba?” deyip hafife almıştık. Sonradan anladık ki mesele bizim düşündüğümüzden çok farklı. İki kulağı aşağıya sarkıp anıranın hepsine eşek demekle iş bitmiyormuş. Onların da köküne, çeşidine, rengine göre bir sürü özellikleri olduğunu anladık. Hocamız Rustu. Rus-Alman Savaşı yıllarında Leningrad Muhasarasından sonra Kazakistan’a göç eden Profesör işinin uzmanı, sert bir adamdı. Okulun özel ahırında eşek olmadığından dolayı uygulamalı ders yapmak için bizi Jambıl’daki “Atşabar” pazarına götürüyordu. Şehre yakın köylerden, Kırgızistan’ın Talas’ından hayvan satmak için hafta sonları çok kişi gelirdi buraya. Satıcı ile alıcıya yaranmaya çalışan aracılar da çok olurdu.

      Bir gün pazarın tam ortasında kazığa bağlanmış bir boz eşeğin yanında durduk.

      “Aytmatov, bu gördüğümüz eşek hangi cinstendir? Anlat bakalım!” dedi Profesör öğrencilerin içinde bana dönerek.

      – “Bu hayvan ilk defa Afrika ve Asya kıtalarında görülmüştür. Şimdi ise Suriye’de, Keşmir’de, Tibet’te, Türkmenistan’da, Özbekistan’da, Kazakistan ve Kırgızistan’da, Moğolistan’da çok var. Genelde evcilleştirilerek binek olarak kullanılıyor. Eşeklerin diğer hayvanlara göre kulakları çok uzun, dizlerine kadar ince kuyrukları olur. Hamilelik dönemi 12 aydır” diye anlatıyordum. O anda eşeğin

Скачать книгу