Seçme Eserler. Alimcan İbrahimov

Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Seçme Eserler - Alimcan İbrahimov страница 15

Автор:
Жанр:
Серия:
Издательство:
Seçme Eserler - Alimcan İbrahimov

Скачать книгу

gün babam fenalaştı. Hatta birkaç defa dili tutuldu. O yüzden sürüye çıkmadım.

      İkinci gün biraz iyileşse de akşamki gibi kötüleşir korkusuyla yine sürüye çıkmadım. Yazın ortasında çobansız kalmak halkın işine gelmemiş olmalı ki:

      – Babanın yanında başka biri kalsın, sen sürüye bak, dediler.

      Ben, sert bir cevap verdim:

      – Bunlar nasıl insanlar? Bunların vicdanları yok mu? Baban inleyerek ölüm döşeğinde yatsın, elden ayaktan düşsün, sen de onu öylece bırakıp zengin Gerey’in sığırlarının peşinden koş!

      Hayvan sahiplerinin keyfi iyice kaçmıştı. Onlar çok düşünmüş ve yapacak bir şey bulamayınca bizim hesabımızı kesip çoban olarak sürüye başka birini çıkarmışlardı.

      Batsınlar, lanet olsun, sığırların boynu altında kalsın, bir değil bin kişiyi çalıştırın! Babamı bırakıp gidecek halim yok!

      Halk sövmeye başlamıştı. Sadece şimdi değil, bunlar zaten her zaman bana kötü gözle bakıyorlar, beni sevmiyorlardı.

      Bir gün zengin olan Kerim Bey yiyemediği çürük yumurtayı bana vermişti. Ben de onu koklayıp:

      – Öf, bozulmuş bu, diye köpeğe attım.

      Başka bir gün de ihtiyar Safi yırtık, işe yaramayan, büyük sarığını bana “hediye” etmek istedi. “Bu kaz yuvasını ben ne yapayım” diye onun önünde sarığı, yaşlı bir dilenciye fırlatmıştım.

      Bu hareketlerimden dolayı köyde benim hakkımda “kibirli fakir” diye konuşmaya başladılar.

      Babamın sakin, uysal, saygılı oluşunu övmeye başladıklarında buna karşılık beni kötülüyorlardı:

      – İyiden kötü doğmuş…

      – Gözlerinde anlaşılmaz bir terslik var bu itin, derlerdi.

      Babam hastalandıktan sonra ona bakmak için ben de sürüden ayrılınca köylüler, geçmiş olsun bahanesiyle bize gelmeye başladılar. Fakat babama yardım etmekten, ona teselli olmaktan ziyade gelen herkes beni aşağılayıp gidiyordu.

      Bir gün ihtiyar Safi geldi ve “kibirli fakir”, “iyiden kötü doğmuş” gibi sözlerle beni babamın önünde azarlamaya başladı.

      Ne yapabilirdim ki! Onlarla savaşacak gücüm yoktu. Tırmıklamaya ya da ısırmaya kalkışsam da babam üzülürdü. Fakat bunları öylece durup dinlemeye de can dayanmıyordu.

      – Babamı öldürdüler, şimdi de beni diri diri yiyecekler, diye haykırıp ağlayarak var gücümle kapıyı çarpıp evi terk ettim.

      Bütün gün yalnızdım. Eskiden yaşadığımız değirmenin yanında, dağların, çukurların arasında yürüyüp akşam eve dönünce bir de baktım ki babam evde yok. Dahası, evde hiçbir şey yok, kırık kâse ile delik demliğe kadar her şeyi alıp götürmüşler.

      Ben şaşkınlıktan ağlamaya başladım. O arada Gayni Nine geldi ve zorlayarak kapıyı kapatmaya çalıştı. Bir de sürekli ağzının içinde bir şeyler mırıldanarak söyleniyordu:

      – Kıymetini bilemedin, git şimdi dilen! Artık babana köyde sırayla bakacaklar, dedi.

      Ninenin acıklı yüzü, tahkirle dolu sesi zaten canıma tak etmişti, bir de son sözlerini duyunca şaşkınlıktan dona kaldım. “Baban öldü…” deseydi daha kolay olurdu, beni bu kadar aşağılayamazdı. Sırayla bakma kararı aldılar deyince beynime kan sıçradı, utancımdan yerin dibine girecek oldum, söyleyecek söz bulamadım.

      “Sırayla bakacaklar, sırayla bakacaklar!”

      Bugün zengin olan Fahri Bey’de, yarın ihtiyar Veli’de, ondan sonra ihtiyar Gali’de… Böylece, karnını doyurmak, sıcak bir yer bulmak için her gün bir kapıdan diğer bir kapıya mı gidecek çaresizce? Nine yine bir şeyler söyleyecek oldu ama ben dinlemedim. Bilmek de dinlemek de istemedim doğrusu…

      Beni kim tutmuştu, o eski değirmenin yanındaki büyük dağdan suya atlayıp boğulmaktan nasıl kurtulmuştum, bunu şimdiye kadar öğrenemedim.

      Babamı bile görmeden, kimseye tek kelime dahi etmeden, kimseyle vedalaşmadan köyden çekip gitmiştim.

      IX

      Daha sonra neler olduğunu açıkça hatırlayamıyorum. Fakat karanlık bir gecede köyün köprüsünden koşarak arabayla giden birilerine rastlayışım, onlarla beraber yolumuzu şaşırıp bir ot yığınının dibinde geceleyişimiz, önümüzde bir kilisenin ya da cami minaresinin ışığının görünmesi, bir Rus mezarlığında haçların, mezar taşlarının arasından çıkacak yol bulamayışım, açlıktan elden ayaktan düşüp bir sütuna dayanışım, gözümde bir kan lekesi görünmesi, ondan korkmam, bunlar hepsi hâlâ bir rüya gibi aklımda.

      Ancak tam hatırlamıyorum, bu bir rüya mıydı, yoksa gerçek mi?

      Kendime gelip gözümü açtığımda bembeyaz, aydınlık bir evin içindeydim. Şaşırdım. Beyaz giysilerle bir yatağın üzerinde yatıyordum. Etrafımı beyaz giysili kadınlar ve erkekler sarmıştı.

      Melek gibi görünen o beyaz elbiseli insanların içinde güler yüzlü, karakaşlı, acayip mülayim bir hanım yumuşacık elleriyle beni kucaklayıp yatağa oturttu ve:

      – Korkma, kötü günler geçti artık… Senin adın ne, diye sordu.

      Cevap vermedim. Şaşkınlıktan yutkunup gözlerimi kadının güzel yüzüne, kara gözlerine diktim. Beni başka bir odaya götürdüler. Orada da her şey bembeyaz ve temizdi. Yataklarda da beyaz giysiler giymiş ak yüzlü, hâlsiz insanlar yatıyordu…

      Yanıma gelen hanım, tekrar adımı sordu. Tek kelimeyle cevapladım… Yine bir şeyler sormaya çalıştı ama göğsüm çatladı, öfkelendim ve kadına cevap vermedim. Buraya nasıl geldiğimi, babamın nerede olduğunu sormayı düşünsem de dilim varmadı. Dudaklarımı ısırıp yatağa uzandım. Canım acıyordu.

      Sorarsam uygunsuz bir durum olur diye korktum. Çünkü kimseye inanmıyordum. Çünkü dünyada beni kucaklayan, şefkatle sarıp sarmalayan hiç kimse yoktu… Herkes benle alay etmek istiyorud… Beni küçük düşürmek herkese cazip geliyor, huzur veriyordu.

      Gözümden yaş aktı. Bu durumu Rus kadına göstermemek için duvara dönüp yattım. Babam geldi gözümün önüne; çok yaşlanmış, hastalanmış, gözleri dertli…

      Ondan sonra bütün dünya dönmeye başladı. Değirmenler, büyük dağlar, coşkuyla akan nehir… Köy… Sürüler… Yoldaki kilise… Rus mezarlığı… Orada bulunan taştan haçlar… Şimdiki beyaz bina…

      Uzun uzun babamı düşündüm. O zavallım şimdi nasıl acaba? Hâlâ sırayla mı bakılıyor? Hâlâ o evden bu eve giderek mi ömrünü geçiriyor?

      Bugün sıra kimde acaba? İyi insanlar olsa iyi de… Memlekette ne insanlar var… Zavallımın hiç olmazsa karnını doyursalar, başını koyacak yumuşak bir

Скачать книгу