Ey Dünya Ey. Beksultan Nurjekeuli

Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Ey Dünya Ey - Beksultan Nurjekeuli страница 16

Автор:
Жанр:
Серия:
Издательство:
Ey Dünya Ey - Beksultan Nurjekeuli

Скачать книгу

oğlanlarınızı hiç eksik etmesin!

      Allah bir birinize merhamet eylesin!

      Birlikte zaman geçirmek için uzun ömür versin!

      Allah, kaza beladan saklasın!

      Kazakların mutlu günlerini görmeyi nasip eylesin!

      Halkımızla birlikte çoğalın!

      Âmin!

      – Bu gün evlenseniz de itirazım yoktur, evlatlarım! Huzurlu zaman olursa inşallah düğününüzü de yaparız. Karıcığım, şimdilik elinden geldiğince gerekenleri yap da iki evladı birleştir!

      Tazabek bir kızardı bir bozardı ne yapacağını bilemedi. Ne yapsam acaba der gibi bir Şeyi’ye bir Ajiken’e endişelenerek baktı. Sonunda,

      – Baba! dedi sesi biraz kısık çıkarak. Dua ve niyetlerininiz için teşekkürler! Sağ salim oldukça Şeyi’yi üzmeyeceğim! İki ocağın bereketini ayırmayacağım, baba!

      Sonra da ne yapması gerektiğini bilemeden Ajiken de kocasına endişeyle baktı.

      – Çocuklar gitsin mi yoksa daha diyeceklerin var mı?

      – Diğerlerini Jüzük’le ikiniz halledin! Kalişa’ya selam söyle, hazırlansın! Sen de acele et biraz, Çin’e gitmezsek burada artık huzur yok!.

      – Eyvah! Bu halde nasıl gideceksin ki?

      – Yetişirsem giderim, yetişmezsem canımın üzüldüğü yerde bırakırsınız! Ben kendim için değil o evlatlarımızı korumak için kaçacağım. Benim için onların hayatını tehlikeye atmak yerine, onlar için benim canımı feda edin!. Şeyi’yi kutlu yuvasına yerleştirelim de biz de yavaş yavaş kalkalım!

      Sabahleyin Tazabekler Karabeldek’e doğru gittiler ve Şeyi ile Jüzük yine hayvanları otlatmaya çıktılar. Tilevli’yi dışarı çıkarmaya Ajiken’in tek başına gücü yetmeyeceği için Ağıntay babasının yanında kaldı.

      Sessizce yanında gelen Jüzük aniden Şeyi’yi dürttü.

      – Jibek, oraya bak!

      Gösterdiği tarafa Şeyi dönüp baktı. Aktoğay taraftan gelen kalabalığa göç de denilemez çünkü yüklenmiş yükleri de yoktu. Hayvan bakan insan mı desem, hayır çoluk çocuk, köpekleri yanlarında beraber bunların evine doğru gidiyorlardı.

      – Ruslardan kaçan Kazaklar bunlar! dedi Şeyi tahmin ederek.

      – Her kim olsalar da bizi iyi tanıyan birileriymiş! dedi Jüzük düşünerek,

      – Şimdilik hayvanlar aç uzağa gitmez. Gidip, anneme yardım edelim.

      Göçüp gelenler Sultanbek’in Avbakeri’ymiş. Karakol’un hapsinden kaçıp Sarıkır’da oturan evine geldiğinde hepsi korkup Çin’e kaçmışlar. Yalnız kalan kadın çoluk çocuğunu alıp evini, mallarının çoğunu bırakıp Çin’e kaçanların peşinden gidiyorlarmış. Her zamanki gibi hal hatır sorduktan sonra Tilevli biraz yastığını yükselterek dik oturdu.

      – Birisinden duysak, yalanı çok olurdu, kendin anlatır mısın, Karakol’un hapsinden nasıl kurtuldun? Yanındaki Jamenke nerede, Uzak nerede?

      – Hepsi uzun hikâyedir! Dinlemek size ağır gelir, anlatmak da bana zor olur! Kısaca böyledir! Karkara’dan sürgün ederek Karakol’un hapsinde tam on gün yattık. On birinci günü altı asker gelip ben, Jamenke ve Uzak üçümüzü zincirleyip sürgüne gönderdiler. Jamenke hastaydı, ben destekleyerek götürdüm. ‘Sorguya alabilirler, hepimizin ifadesi aynı olsun’ dedim ikisine fısıldayarak. Mahkeme ilk önce beni sorguladı. ‘Orduya gençleri vermeye ne dersin?’ dedi tercümanla çevirterek. ‘Karşıyım’ dedim sesimi yükselterek o iki ihtiyar da duysun diye, ‘Sizden asker almayacağız diye pek çok vergi ödettirdiniz, birçok yün topladınız, evimizi bile aldınız. Asker vereceksek ilk önce onların hepsini ödeyin, geri verin!’ demiştim, tamam diye hâkim bir küfretti.

      – O ne demek istemiş? dedi Tilevli.

      – Ne bileyim, her nasılsa çok öfkeliydi! Masaya üç kere üst üste vurdu. Sonunda öleceğiz diye lafımı hiç esirgemedim. Benden sonra Jamenke’ye sıra geldi. ‘Sende mi asker vermeye karşısın?’ dedi kulak kabartarak. ‘Vermeyeceğiz deyin!’ demiştim, yanımda duran asker tüfeğiyle beni dürtüverdi. Ben de ona vurarak tüfeğini elinden aldım. Hepimizi vuracak diye hepsi korktular. Biri askere kızarak birisi tercümana bir şeyler söyleyerek aniden herkes telaşlanmaya başladı. Sonunda tercüman yalvararak tüfeği benden aldı.

      – Tüh! Hiç olmazsa birisini bari vursaydınız ağabey, deyiverdi Ağıntay.

      – O zaman bilemedim ki bizi öldüreceklerini! Bilsem, ne olursa olsun sonuç ölüm diye öyle yapardım! ‘Askere gençleri verecek misin?’ diye hâkim tekrar sordu. ‘Ben yetmiş altı yaşında ihtiyarım’ dedi Jamenke, ‘Vereceğim diye söz veremem. Birisinin çocuğu şöyle dursun kendi evladıma da sözüm geçmez’. ‘Neden geçmez? Kazak büyüklere saygı gösterir. Verdireceksin!’ dedi hâkim kızarak. ‘Sen büyüklere saygı gösteriyor musun peki? Onlar da senden öğrenmiyor mu? Verecek evladım yok! Vermedi diyorsan benim şanım olsun, şunu kesip al da pişirip yeyin!’ dedi iki eliyle göstererek. Tercüman onu çevirdikten sonra hâkim küfür ederek yine masaya vurdu. Uzak hemen, ‘Gençleri ver diyorsan bizi serbest bırak!’ dedi. ‘Serbest bırakmaya izin yok’ dedi hâkim. ‘O zaman hapiste yatıp sana toplayıp verecek gençlerim de yok’ dedi, hâkim hemen öfkelenerek küfür etti, mahkeme dağıldı.

      – Sorularının hiç de önemi yok ki, dedi Tilevli hoşlanmadan.

      Avbakir’in kızarak konuştukları gittikçe Şeyi’nin hoşuna gidiyordu. Söyleyeceklerini nerede olursa olsun çekinmeden herkesin yüzüne söyleyecek bir kişi olduğunu soğuk yüzü ve görünüşü belli ediyor gibiydi.

      – Sonra üçümüzü tekrar hapse götürdüler. Biraz sonra bir asker Jamenke’ye ilaç getirdi. ‘İçmeyin, o zehir!’ dedim. Uzak, ‘O kadar da değil, korkutalım diye biraz tehdit etmiş olabilirler!’ dedi. Acıya dayanamadığından mı nedir, Jamenke ilacı içiverdi. İçtikten biraz sonra sağa sola dönüp kıvranarak öldü.

      – Allah rahmet eylesin! Mekânı cennet olsun! İyi birisiydi, diyerek Tilevli ellerini yüzüne götürüp dua eder gibi yüzüne sürdükten sonra hepsiyle birlikte Şeyi de ellerini yüzüne sürdü.

      – Ertesi günü Jamenke’yi defnettik! Ondan sonra tekrar altı gün yattık. Yanımızda yedi Rus vardı, birisi bayandı. Onları, bir şey oldu deyip de serbest bıraktılar. Hapiste sadece Kazaklar kaldık. Öğlen üç asker gelip, ‘Avbakir! Çarın size munapas5 kararı var, saat ikide serbest olacaksınız’ dedi dalga geçerek. ‘Ey, bekle!’ dedim onlara, ‘Karar neden o Ruslarla birlikte gelmedi? Söyleseydin, saat ikide ateş edeceğiz diye, köpekler!’ deyiverdim. Kısaca öleceğimiz belli oldu. Namazımızı kıldık, atalarımızın ruhuna dua ettik. Biraz sonra az önceki üç asker yine geldiler. Birinin elinde beşli tüfek, diğerinde tabanca, üçüncüde ise bir tüfek vardı. Gelince hemen demir kapının deliklerinden bize ateş etmeye başladılar. Etrafımızı toz kalkarak duman kapladı. Hemen kalkıp şapkamı giyene kadar sırtımdan iki kurşun

Скачать книгу


<p>5</p>

Münâfeset: fesatlık, düşmanlık.