Bomba. Омер Сейфеддин

Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Bomba - Омер Сейфеддин страница 8

Жанр:
Серия:
Издательство:
Bomba - Омер Сейфеддин

Скачать книгу

şey öğrenemez.” hakikatini istimzaç etmiştir ki dünyada onun kadar bu hakikati his ve tasdik etmiş adam olmadığını iddia eder. Sonra bu aktörün aşkları… En sefil ve adi aşklarla en saf, en beyaz aşklar… Mesire dönüşlerinde ayrılık çeşmesinden geçerken “unutmabeni” çiçeği takdim eden uzun boylu, ince, ateşin kadınlarla evvela çocuklarına ibzal-i muhabbet olunan meçhulü’t-tahassüs dullar. Aşkın daha ne demek olduğunu bilmeyen, sevk-i tabii ile müteheyyiç olan kızlar.

      İşte bu karışık gölgeler, bu zılal-ı hatırat-ı aşk arasında yalnız bir tanesini kendimle, asla takarrür edemeyen ruh-ı şahsiyetimle münasebettar farz ederim çünkü bu beni en ziyade mütehassis eden bir tesadüfün hatırasıyla münasebettardır. Diğerleri… Öbür aşklar… Onların hepsi yalancı bir roldü. Hissetmek için değil, bilmem ne için yapılmış, yalnız meşgul olmak için yapılmış şeylerdi. Kendimi âşık gösterdiğim bir kadının elini tutarken sevmekten en uzak şeyleri düşünür, o zavallının gözlerine gözlerimi diker ve kırpmazdım. Bazen sorardı:

      “Daldınız. Neden?”

      “Biliniz bakayım, oh, bunu hissedemezsiniz.”

      Ve hakikaten hissedemezdi; en sürekli arzularımın, en ebedîleri altı haftalık mahdut bir ebediyet-i muhayyile içinde uful ettiklerini bildiğim için benden sonra bu eli tutacak âşığı, onun gözlerinin rengini, onun tavrını, onun sedasının ahengini tahayyül ederdim. Süratle terk ve tecdit edilen bu aşklar küçük hikâyelerle defterlerimi doldurur; bu, kimseye ait olmayan şeyleri dostlarıma okur, yalnız elfazı için, ahengi için, harici güzelliği için takdir ve temeddühat dinlerdim.

      Fakat, işte bir çehre… O, akrabalarımdan, küçük, ince, narin bir kız ki yakın bir mazide, daha iki sene evvel bana “Ağabey!” diye hitap ederdi. Her yazı yazan gibi ben de yazdıklarımı birisine okumak ve dinletmek ihtiyacına mağlubum. Boş ve arkadaşsız geçen uzun kış gecelerinin vüsat-i tenhaîsinde yazdığım manzumeleri ona okumak âdetimdi. Yazım bitince haykırırdım:

      “Belkıs!”

      O, tehalükle koşardı. Sonra narin kolunu benim masama dayayarak dinlerdi; daima, bilâ-istisna daima takdir ederdi. Kendisinin mütalaa merakı benim ne kadar kitaplarım varsa onu okumaya mecbur etmişti. Bazen refikalarına, dışarıda olan pederine, zabit olan biraderine yazdığı mektupları bana okur, benden bir kelime-i tahsin beklerdi. Sonraları şiire heves etti, o kadar zeki idi ki aruzu bir derste ona ihsas ettim. Nazm-ı eş’ara beraber devam ediyorduk: “Feulün fe’ûlün…” Bunu ne kadar sever ve “damlalar vezni” derdi. Bahr-i hafife “aheng-i elem”, bahr-i hezece “nağme-i sükûn”, bahr-i muzariye “vezn-i teessür”, o köhne bahr-i remel için “bostan dolabının gıcırtısı” der; hasılı hepsine, bütün evzana birer isim verirdi. Bu küçük şaire için fikrimden bir gün ansızın bir şey geçti; bu, benim zevcem olamaz mıydı? Belki bıkarım, bu arzudan vazgeçerim korkusuyla uzun uzadıya muhakemeye cesaret edemeyerek buna karar verdim. Hemen daha o gece onunla istikbal-i izdivacımızın saadetlerini terennüm eden tiyatromsu bir manzume, bir “rüya-yı hakiki” yazdım, ertesi gün ona, manidar nazarlarımla müterafık küçük ve hususi tafsilat ile okudum. Anladı, anlamamış göründü. Filhakika, ruhumda bu arzu bir muhabbet vüsatiyle gittikçe büyüyordu. Maneviyatımdan uzak, maddi saatlerimde bu yeni ve saf aşkımı tahlil ederdim: “İşte, ben!” derdim… “Bir hayalperver… O, benim şiirlerimi seven ve tahsin eden küçük bir müdahin ki bende gayet tabii bir his, bir hiss-i şükran ve minnetdarî uyandırıyor. Ben, bu hissi gayriihtiyari aşk zannediyor ve aldanıyorum.”

      Bir gece yine ona bir şiir okuyordum: “Gözlerinin Vaatleri.” Bitirdikten sonra gözlerimi o davetkâr gözlere dikerek her vakitki takdir ve medihlere “Oh, bu, o kadar güzel olmuş ki…” mukaddimesiyle mebzulen dökülen yeminlere meydan vermeden:

      “Lakin, Belkıs!” dedim, “Anlamıyor musun, bu senin için.”

      Kulağının dibinde bir top patlamış gibi şaşırmış ve gözlerini açmıştı. Onun bu hayret-i müfritesi karşısında mahcup olarak gayriihtiyari gözlerimi indirdim. Onu sevmem o kadar gayri müterakkıp; o kadar gayritabii mi idi?

      “Latife söylüyorum!” diye tamir etmek istedim, “Latife Belkıs!.. Nasıl, güzel olmuş mu?”

      İlk defa olarak itiraz etti:

      “Hayır azizim, bütün gözler için yazılan şeylerdeki bir şey, bir hayidelik bunda da hissolunuyor. Bir hayidelik ki ben ondan bir küf kokusu duyar gibi oluyorum.”

      “!?”

      Ve devam etti:

      “Vakıa siz, ‘Mademki bir mevzu içindir, aynı mevzu üzerine yazılan şeylerle arasında mutlaka münasebet bulunur.’ diyeceksiniz fakat öyle değil.”

      “Müekkilat-ı esatire itila-mahmum

      Handelerden selam-ı durâdur

      Gönderen gözlerinde en mahmur

      Seherlerin o derin reng-i müphemiyeti var…”

      “Oh, bunu okudunuz mu?”

      “Hayır.”

      “Hâlbuki ben sizin gazetelerinizde okumuştum. İşte bu da mavi gözler için yazılmış bir şiir, fakat şiir. Bütün bir yığın teşkil eden karalamaların hangisine benziyor?”

      Tıkanmıştım. Bu mülayim talebeme, kendime meftun tahayyül ettiğim bu küçük, güzel ve muti şakirdime ne cevap verecektim? Bu yaldızlanmış, yumuşak bir baruttu ki işte birden parlamıştı. Mırıldadım:

      “Bu kimin?”

      “Sahir’in!..”

      Bir tehalük-i mihaniki ile önümüzde duran manzumeyi kaptım, parçaladım. Masamın üzerindeki yaprakları yeni, açılmamış ve okunmamış bir kitabı elime aldım, artık onu görmüyordum. Bu renkli fotoğrafın usul-i ahzından bahis bir kitaptı. Okuyor ve hiçbir şey anlamıyordum. Satırların arasında bütün heveskâr-ı edep gençlerin gıpta ettiği bir şairin, hurdebinî bir hizmetçisinin bastonunu sallayarak müstehzi ve vakur gezindiğini görüyordum; Sahir… Gece pek rahatsız ve geç uyudum, hep Sahir’i düşünüyordum. Ezici bir kıskançlık içinde, o vakte kadar asla hissetmediğim duzahî bir kıskançlık içinde… Kadınlardan kelal verecek derecede bahseden bu şairin yalnız imzasını tanırdım. Fakat işte, bir kin, bir gazap onun için kalbimde canlanıyor, bu rakib-i gaibimden, bu meçhul ve tanımadığım vücuttan nefret ediyordum.

      Rüyamda en müntehap kabalıklarımla onu tahkir ettim. Bu, tıpkı, fotoğrafya kitabının satırları arasında bana görünen gençti. Siyah ve ince bıyıklı, siyah ve ateşin gözlere malik yakışıklı bir delikanlı, bir avcı idi, ki mütemadiyen kadınları avlıyordu. Rüyamın mütemevvil seraplarında bütün elele vermiş bîpayan kadınlardan müteşekkil bir iklil-i zihayat ile ihata olunmuş ve müstağni, ilerliyordu. İşte benim küçük talebem de ona manyetizma olmuş, o kadın demetinin içine girmiş, o halenin bir zerre-i nuru olmuştu. Ben, onun ismi için mitolojik bir istiare icat edeceğim diye günlerle, haftalarla eski kitapları, Taberî’leri, falanları… Bütün o eski Belkıs’ın menakıb-ı muhayyilesini saklayan tozlanmış, vahşi ciltleri süzüyorken rakibim müsterih ve asude, bir şiiriyle, bir mısrasıyla işte bana galebe etmişti mesela… Evet, belki yalnız bununla: “Benim kadınlığa ifrat-ı hürmetim

Скачать книгу