Turfanda mı Turfa mı?. Mizancı Mehmed Murad

Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Turfanda mı Turfa mı? - Mizancı Mehmed Murad страница 9

Автор:
Жанр:
Серия:
Издательство:
Turfanda mı Turfa mı? - Mizancı Mehmed Murad

Скачать книгу

lazımdı. Müdür kabahati mubassıra yükleyerek onu kovmak ve bir daha mubassıra karşı gelme yolunda –velev ki haklı olarak– söz söylememek üzere Mansur’a sıkı tembihte bulunmak suretiyle meseleyi halletmeyi uygun görmüştü.

      İşte bu iki vaka Mansur Bey’i mektepte güç bir durumda bırakmıştı. İdare memurunun bundan sonra Mansur hakkındaki muameleleri tehlikeli bir madde hakkında lazım olan muameleye benzerdi. Mansur da nezaketinden kusur olmadığı için keder etmezdi.

      Ya mektep arkadaşları?

      Onlar Mansur’u nasıl kabul etmişlerdi?

      Mansur şahsen yakışıklı ve çekiciydi. Bunun için önceleri tereddütsüz kendisine yakınlık ve sevgi göstererek laubalice görüşmeye başlamışlardı. Fakat nezaket ve hürmet dairesinin birazcık dışına çıkan bir iki arkadaşının parmakları hızlıca yandığından uzak dururlardı.

      Dersçe ve oyunca geri bulunanlar, himayesinden emin olarak samimiyet göstermişlerdi. Dersçe başarılı olanlar ile yaramazlar ise Mansur’a emelleri önünde en büyük bir engel gözüyle bakarak kıskançlık beslerler ve kendisiyle temastan kaçınırlardı.

      Yalnız arkadaşlarından biri, yani Henri, (Duplesse) kendi itibar ve haysiyetini oldukça muhafaza ederek yakın bir dostluk ve münasebet kurmaya muvaffak olmuştu. Mansur, Henri’yi kabiliyetli, vakarlı, doğru yürekli olduğu için cidden sever ve hürmet ederdi, öteki de büyük bir iftiharla hemen karşılık göstermişti.

      Hatta Mansur ile Henri oyun ve jimnastik esnasında birbirlerine karşı birçok şaka ederek gülüşürlerdi. Şakaları çok defa karşılıklı keskin sözler söylemekten ibaret kalırdı.

      Bir gün bahçede otururlarken arkadaşlarından biri düşüncelere dalmış olduğu görülen Mansur’un alnını yoklayarak:

      “Lakin Mansur! Alnın ne kadar büyüktür. Ona bakarken ‘place de la Concord’3 diyeceğim geliyor!” demişti. Çocuklar gülüştüler.

      Mansur:

      “O hâlde kendine de Pigma4 demelisin!”

      Kahkahalarla gülen Henri de:

      “Bana kalırsa ‘Place de le Concorde’ değil, ‘Place de L’Utopie’5 dedi.

      Çocuklar daha beter güldüler. Mansur bile gülmekten kendini alamadı.

      “A, bravo, bravo! Tabir, bizim ‘Büyük Sahra Filozofu’nun bile hoşuna gitti.”

      “Evet, Henri pek güzel söyledi. ‘Ütopya Meydanı’dır.” diyerek tekrar ettiler.

      O günden itibaren Mansur’un “Büyük Sahra Filozofu” lakabına “Ütopist” lakabı da ilave olunmuştu.

      Mansur, İslamcı temayülleriyle beraber Osmanlıcı temayüllere kapılmış olduğunu bir türlü arkadaşlarından saklayamamıştı. Bunun için de “paşa olmak istiyorsun” yolunda az sataşma yapılmamıştı.

      Fakat dedik ya, alay ve sataşmalar hiçbir vakitte belli bir ölçüyü aşamazdı. Çünkü lüzumundan fazla uzamaya heveslenmiş olan dili, Mansur yalnız şiddetli bir bakışla yutturuyordu.

      Bu suretle altı sene beraberce geçmişti. Mansur üniversiteye girmek için lazım olan diplomayı almak üzere bulunuyordu. Fakat hangi bölümü seçeceği hakkında henüz kesin bir karar verdiği yoktu.

      Bu hususta bir gün Henri’ye danışmıştı. Henri, kendisinin tıp fakültesine girip doktor olmak arzusunda bulunduğunu, lakin babasının politeknik okulu için ısrar ettiğini söylemişti. Zaten Mansur da Paris Üniversitesi’nin Tıp Fakültesi’ne girmek istiyordu.

      “Doktor her memleket, her cemiyet için yararlı bir insan olabilir.” diyordu.

      Henri’nin de tıbbı tercih ettiğini görünce artık tereddüt etmeye lüzum görmemişti.

      Mansur, politikaya düşkündü. Lakin politikacılar için cemiyette kısa zamanda geçimini sağlayabilecek bir mevki kazanmanın zor olacağını tahmin ediyordu. Fazla olarak doğuştan kabiliyeti sayesinde ders için pek az vakit ayırarak geri kalan vaktini tarihe, iktisada, hukuka ve umumiyetle politikaya dair eserleri okumaya vermişti.

      Bunun için Paris Üniversitesi’nin Tıp Fakültesi’ni seçmekle beraber Paris’te eksik olmayan politika konferanslarına da devam edebilecekti. Şimdiye kadar bu husustaki tecrübelerinden aldanmamıştı.

      Altı ay sonra Mansur, üniversitede ders veren Paris’in en meşhur hocalarının bilhassa dikkatlerini çekmiş seçkin öğrencilerin en birincilerinden sayılıyordu.

      Tahsilini tamamladıktan sonra bir müddet bekleyip “doktora” imtihanını vermiş ve kendisine “medar-ı iftihar” gözüyle bakmakta olan hocalar tarafından ders muavini tayin olunması için yapılan teklifleri –ki arkadaşları için ideal sayılır– dahi reddederek İstanbul’a doğru yola çıkmıştı.

***

      Şafak sökmüş, pencerelerden giren aydınlık, mumun ışığını sönük göstermeye başlamıştı. Mansur Bey hâlâ otelin odasında duvardan duvara gezinip duruyordu.

      Mansur’un gözü duvarda asılı olan aynadaki kendi hayaline ilişti. O da durmadan hızlı yürümekteydi. Dudaklarında gülümseme göründü.

      “Şimdiye kadar böyle boşuna attığım adımlar bir araya toplanmış olsa belki yer küresi birkaç kere dönülebilirdi.” dedi. Hemen arkasından:

      “Boşuna mı? Hayır, hayır! Boşuna diyemem!” diyerek kendi kendini yalanladı.

      Evet, Mansur Bey odasında yalnız kaldığı vakitlerde pek çok gezinirdi. Bu gezinmeleri, Doğu âleminden alınan mühimce haberlerin, gazetelerde Doğu meseleleri ve işleri hakkında yazılan makaleleri okumasının, devamlı okumayı âdet edindiği kitaplarda dikkate değer olaylar ve meseleler üzerinde zihnini yormasının neticesiydi.

      O meseleleri, günün şartlarına uygulayarak en iyi selamet yolunu bulmak için zihnini, vücudunu yorardı.

      Okuduğu eserlerin kenarlarını karmakarışık notlarla doldururdu. Gazete makalelerini kısım kısım ayırıp her birini masanın ayrı bir gözüne yerleştirirdi. Üzerinde Alter Ego, yani “Diğer Ben” yazılmış olan büyük hatıra defterleri durmadan dolup sandığa konulurdu.

      İşte o notlar, o okumalar, günlük duygu ve düşüncelerini yazdığı defterler, manevi Mansur Bey’in gayet gerçek, canlı bir kopyasıydı. Kendisince onlar hayatının rehberi, din ve devlet hizmeti için hazırlanmış akıl defterleriydi. Nazarında kıymeti çoktu. Hakikaten de kıymetsiz değildi.

      “Ya zararlı bir şey zannıyla defterlerim bugün gümrükte alıkonuldu ise?” fikri Mansur Bey’in vücudunu dondurdu.

      Hemen:

      “Böyle bir şey olsaydı komisyoncu haber verirdi.” diyerek avundu.

      Fakat yine kani olamadı. Yanında

Скачать книгу


<p>3</p>

‘‘Uyuşma’’ manasında olarak Paris’in en meşhur meydanlarından birinin adıdır.

<p>4</p>

Yunan mitolojisinde, karınca büyüklüğünde insan cücelerinin ismidir.

<p>5</p>

‘‘Ütopya’’ sözü, İngiliz flozoflarından Thomas More’un eserlerinden dolayı meşhur olup ilmî terimler sırasına geçmiş bir kelimedir. Gerçekleştirilmesi imkânsız tatlı hülyalar manasına gelir.