Kısas-ı Enbiya ve Tarih-i Hulefa I. Cilt. Ahmet Cevdet Paşa

Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Kısas-ı Enbiya ve Tarih-i Hulefa I. Cilt - Ahmet Cevdet Paşa страница 13

Автор:
Жанр:
Серия:
Издательство:
Kısas-ı Enbiya ve Tarih-i Hulefa I. Cilt - Ahmet Cevdet Paşa

Скачать книгу

ve çok güzel konuşan hatipler yetişmişti.

      Okuryazar olmadıkları hâlde gayet güzel şiir söylerler, daima düzgün ve güzel söz söylemekle övünürlerdi. Hatta Mekke yakınında “Sûk-u Ukâz” denen yerde her yıl, Arapça ayların on birincisi olan zilkade ayında büyük bir panayır kurulurdu. Her taraftan şairler, yazarlar toplanırdı. Güzel şiirler, seçkin hutbeler okunur, söz alanında yarışlar olurdu. Birinci seçilenler “aferin” alır, şiiri Kâbe duvarına asılırdı.

      Böylece Kâbe duvarına asılmış yedi kaside (bir çeşit şiir) vardı ki onlara “Muallekât-ı Seb’a (Yedi Askı)” denilir. Birincisi İmrü’l-Kays’ın kasidesi olup, en yukarı asılmış ve Hz. Muhammed’in (s.a.v.) peygamberliğine kadar öylece kalmıştı.

      Kısacası şairler, hatipler; güzel şiirler, dokunaklı hitabelerle büyük halk kitlesine öğütler verirler, halk ahlakının güzelleşmesine çok gayret ederlerdi. Cahiliye zamanında Arapların edebiyatta bu derece ilerlemeleri dikkat çekecek, ibret alınacak bir özelliktir. Belki de Arap dilinin o derece yükselmesi, Allah tarafından bu dille bir kitap indirileceğine işaretti.

      Peygamberlerin babası Hz. İbrahim (a.s.)’ın, oğlu Hz. İsmail (a.s.) için dua ettiği, yüce Allah’ın da duasını kabul ederek Hz. İsmail soyundan büyük bir millet çıkaracağını müjdelediği Tevrat’ta yazılıdır.

      Hz. İbrahim’in diğer oğlu Hz. İshak (a.s.)’ın soyundan pek çok peygamber gelip geçmişti. Onların devri bitip, artık Hz. İsmail evladına sıra gelmişti. Hz. İshak soyundan gelen bunca peygambere karşılık, Hz. İsmail soyundan en son peygamber gelecekti.

      Araplar nesep ilmine çok kıymet verir, her kabile kendi soyunu ezberlerdi. Kabilelerin birbirine göre üstünlüğü olduğundan, her biri kız alıp verme konusunda akranını arar ve dengini gözetirdi.

      Hz. İsmail’in evladı ve torunları çoğaldı. Arap Yarımadası’nın her tarafına dağıldı. İçlerinden Adnanoğulları, onların içinde Mudaroğulları, onların arasında Kureyş Kabilesi, ötekilerden seçkin birer topluluktu. Kureyşliler içinde Haşim kolu ise hepsinden çok daha fazla şeref ve fazilet sahibi idi.

      Haşim’in babası Abdi Menaf, onun babası Kusayy, onun babası Hakim, onun babası Mürre, onun babası Ka’b, onun babası Lüvey, onun babası Fihr, onun babası Malik, onun babası Nadir, onun babası Kenane, onun babası Huzeyme, onun babası Müdrike, onun babası İlyas, onun babası Mudar, onun babası Nizar, onun babası Maad ve onun babası Adnan’dır. Adnan da Kayzar İbni İsmail Aleyhisselam neslindendir.

      İşte Hâtemü’l-Enbiya Aleyhisselam’ın büyük ecdadı bu zatlardır ki her birinin zürriyeti çoğalmış ve her biri pek çok topluluğun reisi, nice kabile ve aşiretlerin dedesi ve babası olmuştur.

      Fakat her ne vakit birinin iki oğlu olsa yahut bir kabile iki kol olsa Hâtemü’l-Enbiya’nın soyu en şerefli ve hayırlı olan tarafta bulunurdu. Her çağda onun en yüksek atası kim ise yeryüzündeki ülkelerinden bilinirdi.

      Çünkü Hz. İsmail’in alnında bir nur vardı. Ülker yıldızı gibi parlardı. Bu parlaklık ona babasından kalmış, sonra evlattan evlada geçerek Adnan’a, ondan da Maad ve Nizar’a gelmişti.

      “Nizar”, Arapça “az bir şey” manasındaki “nezir”den gelir. Bu adın konmasına sebep şudur: Nizar, dünyaya gelince babası Maad, onun alnındaki parıltıyı görür görmez pek çok sevinmiş, kavmine büyük bir ziyafet verip, “Böyle oğul için bu kadar ziyafet azdır.” deyince oğlunun adı “Nizar” kalmıştır.

      Bu parıltı ise Hz. Muhammed’in nuru olup, Hz. Âdem’den beri evlattan evlada geçmiş; sonunda asıl sahibi, Son Peygamber Hz. Muhammed’de durmuştu.

      Böylece Adnanoğulları içinde, Hz. Muhammed’e ait parıltıyı taşıyan ve yansıtan bir seçkin soy çıkmıştı. Her çağda bu soydan olan şahıs kim ise yüzünün hemen anlaşılacak kadar güzel, nurlu olmasından dolayı ötekilerden ayırt edilir, hangi kabilede ise o kabile diğerlerinden üstün olurdu.

      Bundan dolayı Nizar’ın evladı ve torunları içinde Mudaroğulları öbürlerinden daha çok şan ve şöhret buldu, Mudaroğulları çoğaldı, çevreye yayıldı. Birçok kabileye ayrıldılar, içlerinden Kureyş Kabilesi seçkinleşti. Kureyş Kabilesi Fihr İbni Malik’in evlat ve torunlarıydı, onun oğulları içinde Lüvey ve onun oğulları içinde de Ka’b, diğerlerinden seçkin ve muhterem oldu.

      Ka’b İbni Lüvey, cuma günleri kavmini toplayarak hutbe okurdu. Kendi soyundan son peygamber geleceğini söyler, onun zamanına kim yetişirse ona iman etmesini öğütlerdi.

      Ka’b’ın torunlarından Kusay da Kureyş Kabilesi içinde pek büyük bir kişidir. Şurada burada dağınık Kureyşlileri toplayıp kuvvet buldu. Mekke’de başa geçti.

      Kâbe hizmeti, aslında Hz. İsmail’in evlat ve torunlarındayken, sonra bu şerefli hizmet Cürhüm Kabilesi’ne geçmiş, sonra göç eden ve Mekke yakınında yaşayan Huzaa Kabilesi, bir aralık Kâbe hizmetini ve Mekke başkanlığını ele geçirmişti. Kusay, bir fırsatla Kâbe’nin anahtarlarını Huzaa’dan aldı. Ondan sonra Kâbe hizmeti de Kureyş Kabilesi’nde kaldı.

      Kusay’ın Zühre diye bir kardeşi vardı, onun da evlat ve torunları çoğaldı. Kureyş Kabilesi içinde şeref ve itibar buldu, Son Peygamber Hz. Muhammed’in (s.a.v.) annesi Âmine Hatun onun soyundandır.

      Kusay ölünce Abdi Menaf, Abdud-Dar ve Abdul-Uzza adındaki oğulları kaldı. Abdi Menaf, diğerlerinden fazla şan ve şeref buldu. Başkanlık ve efendilik, onun soyunda yerleşti. Abdud-Dar’ın soyundan da Kâbe hizmetindeki Şeybeoğulları geldi.

      Abdi Menaf’ın Haşim, Abdi Şems, Muttalib ve Nevfel adlarında dört oğlu oldu. Her birinin soyundan gelenler çoğaldı. Hatta Beni Ümeyye denilen Emeviler, Abdi Şems’in soyundan gelmişti. Fakat hepsinin en şereflisi, en faziletlisi Haşim’dir. Nitekim Abdi Menaf’tan sonra Kureyş kavminin büyüğü oydu. Bu temiz soydan gelenlere Beni Haşim ve Haşimi denilir. Son peygamber de onlardandır.

      Kureyş kavmi ticaretle uğraşan bir topluluktu. Kışın Yemen’e, yazın Şam’a giderler; her yıl iki tarafla da çokça alışveriş ederlerdi.

      Bundan dolayı Haşim de Şam kafilesiyle Mekke’den çıkıp giderken Medine’ye uğradı. Orada Beni Neccâr Kabilesi’nden Selma adlı kızla evlendi. Oradan Şam ülkesine gitti ve Gazze’de öldü.

      Selma ise ondan gebe kalıp son derece güzel ve yüzü nurlu bir erkek çocuk doğurdu ve bu çocuk Şeybe diye adlandırıldı.

      Şeybe büyüdü. Dayı çocuklarıyla beraber çıkıp gezmeye başladı. Fakat hiç birine benzemiyordu. Yüzünde ülkeri vardı, alnı ay gibi parlar, güzel yüzünü görenler hayran kalırdı, başka soydan olduğu yüzünden belli oluyordu.

      Allah’ın resulünü öven ensardan Medineli ünlü Şair Hassan’ın babası Sabit o sırada Medine’den Mekke’ye gidip Haşim’den sonra Kureyş’in ulusu olan kardeşi Muttalib’le görüştü. “Ah, eğer kardeşinin oğlu Şeybe’yi görsen şaşardın. Babana ne kadar benzer ve nasıl şeref ve güzellik sahibidir, tarif olunmaz.” diye Şeybe’yi anlatınca, Muttalib’in kalbine Şeybe’yi görme arzusu düştü.

      Kureyş

Скачать книгу