Bedii Terbiye - Estetik Eğitimi. İbrahim Alâettin Gövsa

Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Bedii Terbiye - Estetik Eğitimi - İbrahim Alâettin Gövsa страница 4

Жанр:
Серия:
Издательство:
Bedii Terbiye - Estetik Eğitimi - İbrahim Alâettin Gövsa

Скачать книгу

midir? Biz çocuktan öğrenmeliyiz ki ona öğretebilelim. Tabiatın ihtişam ve azameti, asar-ı sanatın derinlik ve yüksekliği ona bir şey ifade etmez. Belki küçük nebatlar, çiçekler, böcekler, kelebekler zarafeti basit oyuncak ve eşya, ahengi mahsus besteler, lisanı kadar derinliği de mahdud şarkı ve şiirler onu celp ve tehyiç etmekte elbette daha büyük kuvvet ve sihri haizdirler.

      Denilebilir ki çocuğa lazım olan “güzel” şeylerden ziyade “hoş” şeylerdir. Bu “hoş” şeyleri “güzellikler” hâline dönüştürmek için seviye ve zihniyetin terakki ve inkişafını tedriç ile takip etmek zaruretindeyiz.

      Küçüklerin lisanları, meşguliyetleri, oyunları intihap yaklaşımları üzerinde yapılan tecrübeler gösteriyor ki mürahiklik zamanından, bilhassa sinn-i buluğdan evvel mücerredattan müşahhasa meyil var. Hâlbuki mürahiklik başlayınca amil-i hayat olmakta tahassüs ve heyecanın hissesi pek ziyade artıyor. Mücerredat ve muhayyelata fart-ı inhimak ile vehim ve hassasiyete esaretle geçen bu zamanlar -dedikleri gibi- ferdî hayatın devr-i kablettarihidir.

      Gerçi çocukluk zamanında da muhayyelenin faaliyeti görülüyor. Fakat bunda “âfâkıyyet – objective” galip, yani çocuk kendisinden ziyade eşyayı hariciye ile alakadar ve hayalinin faaliyeti ancak eşya ve hadisat-ı hariciyeye tevcih ettiği garip manalarla aşikârdır. Mürahike ve gence bakılırsa görülür ki onda tahayyül diğer ihtiyaçlara cevap veriyor, büsbütün başka rol oynuyor. Dikkatinin daha ziyade ruhi hadiselere taalluku, teşbihleri, tabirleri, istintaçları her şeyin evsaf-ı hariciyesine göre değil belki kendi ihtiyâcât ve tahassüsatına nazaran hükümleri kendisinde “enfüsiyet – subjectivite”nin daha hâkim bir unsur olduğuna delalet etmektedir.

      Hayat yolunun buhranlı ve tehlikeli bir dönüm yeri olan bu birinci gençlik zamanında, bedii terbiyeden edeceğimiz istiane mahiyetçe büsbütün farklı olmak ve bilhassa ferdî ve ictimaiahlak için büyük bir yardımcı mahiyetinde bulunmak icap ediyor.

      Hülasa bedii terbiyeyi terviç için istimal edeceğimiz vesaâit, etfalin ferdiyetine göre mütehavvil ve daimî bir tedrice tabi bulunmalıdır.

      Terbiyenin diğer amillerinde olduğu gibi bu meselede de muhitin tesiri başlıca ehemmiyete şayan bir noktadır. İyilikle muhât oluş nasıl ahlak için derin ve mesut izler husulüne sebep ise; güzelliklerle daima hâl-i temasta bulunuş da zevk ve hayal üzerinde kavi intibalar zuhuruna en emin bir vasıtadır. Bir mürebbinin dediği gibi “İsteyiniz ki şehir yavrularının etrafında beşikten itibaren her şey mütebessim olsun. Köy çocuğunun seması, ağaçları, güneşi, nebatatı var. Hâlbuki şehir çocuğu fakirlerde pislikten, zenginlerde bediiyyetin noksanından, mutavassıtlarda zevkin fıkdanından dolayı ekseriya manen ve maddeten soluyor.”

      Çocukları ahlaki levslere ve çirkinliklere maruz bulundurmaktan nasıl içtinab edersek maddi eşyanın çirkin ve nahoş tesiratından da öylece vikaye etmeliyiz. Fakat bunu söylemekle “Çocuklara güzel olmadıkları için kukla ve karagöz gibi oyuncakları vermemelidir.” re’yinde bulunanlar kadar ileri gitmek istemeyiz.

      Arzu edilen şey; aile ve mektep yuvasının muntazam, temiz ve mümkün olduğu kadar zarif, zevk-i selîme muvafık olmasıdır. Ta ki çocuk güzel şeylerle muhat olarak yaşamak itiyat ve ihtiyacını kazanmış olsun. İyi misallerin fazilet ilham etmekteki kabiliyetleri kadar güzel eşya ve misallerin de zevk ve bediiyet telkin eylemekte kudretleri var.

      Etrafımıza baktıkça bizi her veçhesiyle incitebilecek mahiyette bulunan eşya ve hadisat arasında bedii duygularımızı kemiren kısımların da tadat edilemeyecek kadar mebzul olduğunu görüyoruz. İnsan, umumi yerleri, bilhassa çocukların fazlaca temas ettikleri tiyatro, sinema karagöz ve meddah gibi mecraları düşündükçe; Rousseau’nun “Emile”inde “Her şey saninin elinden çıkarken iyidir, her şey insanların ellerinde bozulur.” mukaddimesiyle başlayan sözlerine bütün kalbiyle taraftar oluyor. Kapılarının önünde musiki şeklindeki çığırtkanlıklarıyla; yazılarında, resimlerinde, renklerinde bile bir katre-i âhenk ve zarafet bulunmayan ilanlarıyla çocukları celbeden temaşagâhlarımızın azîm bir ekseriyeti; binaları, dâhilî tertipleri, arz ettikleri temaşalar itibarıyla herkes için bilhassa çocuklar için ne kadar elim tesirleri haizdirler.

      Her memlekette tiyatro umumi harsın inkişafı için en mühim bir müessir oluyor. Edebiyat cereyanlarının büyük hatlarını, musiki, lisan ve resmin en güzel numunelerini, uzak veya geçmiş kavimlerin mahsusatını, bedii bir hülasa tarzında tiyatrolarda telakki eden halk, uzun mütalaa ve tahsile muhtaç olmaksızın seviyesini yükseltmiş oluyor. Avam bile temas edemeyeceği yüksek âlemlerde, eski milletlerin kibar hayatlarında nasıl konuşulduğunu, nasıl giyinildiğini, nasıl döşeme ve tezyinat yapıldığını anlayarak zevk için intihaplar yapmaya feeri’lerin ve daha türlü güzelliklerin dalaletiyle servet-i hayal iktisab etmeye imkân buluyor. En ümit edilmeyen iş adamlarının bile size yüksek eserlerden, bestelerden, büyük sanatkârlardan bahsedebilmeleri ancak tiyatro sayesinde değil midir?

      Hâlbuki bizde bedii heyecan veya hiç olmazsa zevke ait ufak bir itminan ile tiyatro binalarının terk edildiği vakıası herhâlde pek nadir istisnalardandır. Hiç olmazsa tiyatrolarda tabii ve temiz bir Türkçe işitmek mümkün olsaydı… Heyhat!..

      Ahlak ve zevk için birer terbiye-gâh olması lazım gelen bu ticarethaneler ifa ettikleri makus hizmeti hiç olmazsa yavrularımızdan diriğ etmeselerdi… Fakat bu fedakârlığı kendilerinden ümit etmek elbette safderunluk olur.1

      Sinemalar Avrupa’da olduğu gibi çocuklara mahsus şeritler tedarikine ve günler tahsisine mecbur edilse ve mucib-i tecessüs şeritleri çocukların zararına teşhirden memnu bulundurulsa; Karagöz ve meddah gibi ekseriyetle pek galiz olan tuhaflıkların gılzetleri zabıta-i bediiye ve ahlakiyece tahfif olunsa; diplomasız etıbba gibi cahil temaşacılar ve tuluatçılar serbest bırakılmasa halkımız ve bilhassa çocuklarımız bir hayli zevk ve ahlak hastalıklarından kurtarılmış olurlardı.

      George Sand, İtalya’da, insanların sanatkâr doğmalarının sebebini kendi kendine sorarak “Çünkü…” diyor, “Onlar güzelliklerle muhattır. Biz Fransızlar ise çirkinlik ve adilik içinde yaşıyoruz…” Aynı telehhüf şehirlerimiz hakkında izhar edilse o büyük kadının ihtiyar ettiği kadar mübalağa yapılmış olmazdı.

      Memlekette sanatın bu kadar çorak kalmasına içinde yaşadığımız muhitin, takip ettiğimiz tarz-ı hayatın kati tesirleri var. Issız, ölü mahallelerin; ağaçsız, çiçeksiz, dar ve kirli sokakların ziyasız, kasvetli evlerinde hakiki bir sanat hayatının fışkırmasını beklemek bir malihulya olur.

      Millî zevki yükseltmek hususundaki vesait meyanında medeni memleketlerde yalnız muntazam sokaklar, umumi bahçeler, müzeler, heykeller, tiyatrolar yapılmakla iktifa edilmiyor, hatta bazı şehirlerde halk evlerini çiçeklerle süslemek hususunda teşvik edilerek en ziyade muvaffak olanlara ikramiyeler tevzi olunuyor. Bu sayede mesela Zürih gibi bazı memleketler balkonlarından birer çiçek bahçesi taşan binalarıyla baştanbaşa bir şehr-i müzehher hâlindedirler.

      Çiçek onların hayatına ne kadar çok karışmıştır. Pazardan avdet eden bir işçi kadının sebze sepetine, mütevazı bir amele sofrasına varıncaya kadar her yerde çiçek muhakkak tesadüf olunan bir ihtiyaçtır.

      Yalnız hayat değil, ölüm bile çiçeklerden mahrum bulunmuyor. Mezaristan; musanna türbeleri, abideleri, büyük küçük heykelleriyle bir sanat meşheri olduğu kadar âdeta bir çiçek bahçesi gibidir. İnsan o güzel çiçekli makbereler arasında

Скачать книгу


<p>1</p>

Yedi sekiz sene evvele raci olan bu şikâyetler, darülbedayi tesisi üzerine ehvenleşmiş addolunabilir. Biz bu kıymetli müessesenin tekemmülüne ve zevk-i umuminin yükselmesinde müessir olacağına kaniyiz.