Paris’te Bir Türk. Ахмет Мидхат

Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Paris’te Bir Türk - Ахмет Мидхат страница 28

Жанр:
Серия:
Издательство:
Paris’te Bir Türk - Ахмет Мидхат

Скачать книгу

bu elbisenin dahi değiştirilerek yerine bir takım fakir elbisesi inayet buyurur ise benim için daha büyük bir lütuf etmiş olacağını arz ettiğim zaman, hanım latif tebessümü gizleyemeyerek çocuk vasıtasıyla bana dedirtmişti ki: ‘Bu kışta kıyamette nereye gideceksin? Biz senden hoşlandık. Hem senden bir de hizmet beklemekteyiz. Eğer o hizmeti ifa ederek kışı dahi burada geçirir isen bizi minnettar etmiş olursun.’ Ne? Benden bir hizmet mi bekliyorlar? Benim gibi garip bir adam ne hizmete muktedir olabilir? Hem de kendilerini minnettar edecek hizmet ha?

      Bu teklifi aldığım zaman hasıl olan şaşkınlığımı bir türlü tarif edemem. Nihayet teklif olunan hizmeti anladık. On üç yaşında dediğim çocuk bu hanımın oğluymuş. Babası bir Moskof savaşında şehit olmuş. Çocuk bir Moskof esirinden Rusya lisanını öğrenmiş ise de şimdi hanım çocuğa Moskofça yazdırmak ve okutturmak dahi istermiş.

      Vakıa tam da benim yapacağım iş. Memnuniyetle kabul ederek artık oraya kendi evim gibi yerleştim ve yolun ilerisinde beni bekleyip duran bunca tehlikelerin bir anda gözlerimin önünde mübeddel-i sühûlet olduğunu görünce Cenabıhakk’a teşekkürler ettim.

      Verdiğim dersleri sanki bakır levha üzerine hakkederdim. Bir kere zihnine nakşettim mi bir daha silinmek mümkün değil. Hele hanece muamelemiz bir dereceyi buldu ki hanımdan sonra evin işlerini ben emreder oldum. Köle ve cariyelere ve hanımın diğer elinin altındakilere gayet lütufla muamele ettiğimden hepsine kendimi sevdirdim.

      Görüyorsunuz ki Çeçen lisanını dahi konuşmaya başlamışım. Ben Ahmet Şemayil’e Moskofça öğrettiğim kadar o da bana Çeçen lisanı öğrettiğinden, bir buçuk ay zarfında hanımla vasıtasız konuşmaya başladım.

      Bu aralık hanıma mahsus olmak üzere iki çift sözü esirgemeyelim:

      On üç yaşında bir Ahmet Şemayil’e malik olan hanımı kaç yaşında kıyas edersiniz? Ha! Bak siz Türk’sünüz ey Nasuh! Siz doğru tahmin edebilirsiniz. Avrupalı olsanız hanımı otuz beşten aşağı tahmin edemezdiniz. Zira Avrupa’da bir kadının yirmi yaşını geçmeyince ana olması hemen emsalsizdir. Ana olur ama… Analığı kendisine yüz karası olacağı cihetle!.. O imtiyazı melunca bir hissin yardımıyla mahvetmeye çalışır. Ahmet Şemayil’in validesi Fatıma Çemsay Hanım ise ancak yirmi altı yaşında vardı. Kafkaslı bir kadını vasfetmeye gerek mi vardır? O fidan gibi boy, o kumral saçlar, kaşlar, gözler, o beyazlık, o tenasüp dünyanın müsellemi48 değil midir? Çemsay ise dünyadan başka Kafkasyalıların dahi müsellemiydi. Nasıl? Derhâl zihnin bozuldu mu? Yirmi altı yaşında bir dul hanım! Ben ise otuz dört otuz beş yaşında bir Gardiyanski? Hem de nasıl Gardiyanski! Çeçen kıyafetini endamına pek ziyade yakıştırmış bir Gardiyanski! Şu içtima, tam ateş ile barutun içtiması addolunabilir ya?

      Ne yalan söyleyeyim? İşin bencesini sorar isen kadının şirinliği hâlâ gözlerimin önündedir. Kadın, kendisine verdiği süsü günden güne arttırır ve bana olan nezaketi genişletir ve hatta pek zannederim ki benim kendisini bir nazar-ı tahassürle imtihan etmekte bulunduğumu gördükçe mutlaka mütelezziz olurdu. Ancak!..

      Bu ancak yok mu? Bu pek büyük bir ancaktır. O kadar büyük bir ancaktır ki şu içinde bulunduğumuz Avrupa kıtasında henüz tekellüm edilmemiş olduğu dava edilse yeridir. Zira beş buçuk altı ay müddet Çemsay Hanım’ın evinde misafir kaldığım hâlde köylüden hiçbirisinin, bu içtimayı tehlikeli görmemesinden dahi anlayacağınız üzere Çemsay Hanım’ın şehit kocasına vermiş olduğu sadakat vaadinin tehlikeye düştüğü hiçbir dakikayı tasavvur bile edememekteyim. Meleklerin hâlini nasıl tasvir ederler bilirsiniz ya?

      İşte Çemsay dahi kanatları eksik bir melekti. Ahmet Şemayil Bey bu müddet zarfında Rusça okudu, yazdı. Tam mevsim bahar dahi geçip de ortalık gereği gibi yaz olduğu zaman bizim de ayrılık zamanı geldi. Bereket versin ki hem Çemsay’dan hem Şemayil’den bir anda ayrılmadım. Zira mutlaka çıldırmak nevinden bir tehlikeye düçar olurdum.

      Hanım, genç Şemayil’i ta beni Karadeniz kenarına kadar götürmeye memur ettiğinden ikimiz dahi gözlerimizden pınar gibi yaş akıttığımız hâlde birbirimizden ayrılabildik!

      Niçin ağlardık? Onu ne ben bilirim, ne hanım! Şu kadar var ki yolda ben Şemayil’i, Çemsay nazarından başka bir nazar ile görmediğimden müteselli olabilirdim.

      Adige ve Abaza vilayetlerinden geçerek ta Karadeniz sahilinde bulunan Sohum Kalesi’ne gelinceye kadar bir buçuk ay müddet ettiğimiz seyahatin tadını kimse tatmamıştır. Hayvanlarımız ve maiyetimizdeki kölelerimiz mükemmel! Hangi beyin evinde misafir olsak, Şemayil namı en büyük beylerin bile hürmetine mazhar olmaktaydı. Beğendiğimiz yerlerde birkaç gün misafir kalarak avlanarak eğlenerek gelirdik. Bir acı günümüz dahi Sohum Kalesi’nde İngiliz vapurunun içinde Ahmet Şemayil’den ayrıldığımız günü oldu ise de bu hanedanla geçirdiğim vakitte aldığım lezzet hiçbir zaman dimağımdan zail olamayacağını iyi bildiğimden onunla müteselli olmaktayım.

      On Yedinci Bölüm

      Gardiyanski’nin buraya kadar başından geçenleri hikâye etmesi müddetinde Lyon treni bir iki istasyon geçmiş idiyse de Nasuh yerinden bile kımıldamayıp hikâyeyi harfi harfine âdeta ezberlercesine dinledi. Bittikten sonra dahi Sohum Kalesi’nden sonra nereye gittiğini ve o zamandan bu zamana kadar ne suretle vakit geçirdiğini sual etmesi üzerine; Gardiyanski İstanbul’a geldiğini ve İstanbul’dan Viyana’ya gidip oradan Varşova ile haberleşerek ailesinin ne kadar emlakı var ise sattırıp pahasını bankalara yatırdığını ve İstanbul’da, Viyana’da, Paris’te, Londra’da dahi vatanı olan Lehistan gayretiyle gerek kale-men ve gerek fiilen pek çok hizmetler gördüğünü ve hâlen Lehistan’la haberleşmesinin eksik olmayıp hatta bu kere Paris’e gidişi dahi Fransa ve Rusya politikasının biraz şekerrenk49 kesbetmesi üzerine mücerret bir millî istifadeye muvaffakiyet için olduğunu anlattı.

      Üç beş dakikalık bir sükût Gardiyanski hikâyesine bir ara verdikten sonra o dahi Nasuh’un sergüzeştini sual etmişti. Nasuh: “Benim de hayatımda az gariplikler yoktur. Lakin sizin hayatınız tam bir tarih olmayıp benimki ise gayet bir roman olabilir. Aralarındaki fark bu nispettedir.” dedi. Ve o da aşağıdaki gibi hâlini hikâyeye başladı:

      “Ben İstanbul’da ulemadan bir adamın sulbünden doğmuşum. Lakin ulemadan dediğim adam öyle devletçe yükseltilmiş menasıb-ı ilmiyye50 ashabından değildi. Vaktiyle birkaç defa kadılık etmiş ve o zamanın kadılarının bekledikleri yaverî-i tali’ Azrail’in himmetine raci olmasıyla servet erbabından vefat edenlerin metrukat-ı rüsumu pederi başlı başına yaşayabilecek kadar zengin etmiş.

      Ben babamı tanıdığım zaman evimiz adi bir esnafın hanesi kadar bereketliydi. Validemi hiç tanımam. Çünkü ondan iki yaşındayken ebedî ayrılmışız. Pederim ise Arabi ilimlerde gerçekten behremend51 ve İran edebiyatına vâkıf ve İslam filozoflarının felsefi eserlerini hafız olduktan başka her şeye meraklı bir adam olmak hasebiyle evimiz içinde marangozluk ve demirciliğe kadar merak ettiği sırada efrenc52 ilimlerini dahi merak etmiş. Strazburglu Doktor Hell namında bir dostu vardı ki ne Almanlıktan bütün bütün çıkmış ve ne de bütünüyle Fransızlaşmış bir adam olup oryantalist53 bulunmak hasebiyle vaktini şark tarafında geçirmek için İstanbul’a

Скачать книгу


<p>48</p>

Müsellem: Teslim olunmuş olan, doğruluğu herkes tarafından kabul edilip emniyet ve itimat edilen. (e.n.)

<p>49</p>

Şekerrenk: İki kişi arasında dostluk ilişkilerinin bozuk olması. (e.n.)

<p>50</p>

Menasıb-ı ilmiyye: Osmanlı idari yapılanmasının belirgin hâle geldiği XVI. yüzyıldan itibaren yargı, eğitim görevlerini ve bazı dinî görevleri gören sınıf. (e.n.)

<p>51</p>

Behremend: Nasibi olan, bilen, anlayan. (e.n.)

<p>52</p>

Efrenc: Bu kelime, Orta Çağ’da teşekkül ederek o sıralarda Frankların ve bilhassa Charlemagne’in hükmü altında bulunanlara ve zamanla genişleyerek bütün Avrupalılara denmiştir. Frenk. Avrupalı ve hasseten Fransız. (e.n.)

<p>53</p>

Batı ilimleri ile Şark ilimlerini merak edip ömrünü onlara adayanlara denir. (y.n.)