Kadın Avcısı. M. Turhan Tan

Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Kadın Avcısı - M. Turhan Tan страница 12

Автор:
Жанр:
Серия:
Издательство:
Kadın Avcısı - M. Turhan Tan

Скачать книгу

girişildi.

      Bahsi idare eden hep Aleksandra idi. Kendi planına uymayacak düşünceleri seri bir zekâ darbesiyle hemen çürütüyor, Süruri Bey’le Nadire arasında mektuplaşma vukua gelmesi için hummalı gayretler gösteriyordu. Nadire’nin iradesi zaten erimiş gibiydi. Kafasında, hep meçhul âşığının, “Kalk, beni düşün!” emri dolaşıyordu. Besleme Nevcivan’ın saf fakat zayıf bir dil açıklığıyla ortaya sürdüğü namus önermesi, haysiyet meselesi, kulağına bile girmiyordu.

      Bu işten nihayet bir düğün çıkacağını, bu suretle de evlenme işine ait olarak evde yerleşip giden uğursuzluğun ortadan kalkacağını, binaenaleyh kendisine de sevilmek fırsatı, evlenmek imkânı elvereceğini düşünen Karanfil de, olanca saffetiyle düzenci terzi kızına yardakçılık ettiği için, Nadire’nin düşünme kabiliyeti kökünden kırılıyordu. Nihayet Aleksandra’nın fikirleri kolaylıkla galebe etti. Süruri Bey tarafından takdim olunan aşkın kabulüne ekseriyetle karar verildi ve vazifeler şu suretle taksim edildi:

      Nadire Hanım, ilk fırsatta gönderilmek üzere Süruri Bey’e cevap hazırlayacak.

      Aleksandra, her gün eve uğrayıp maceradan malumat alacak. Süruri Bey’in adresi öğrenilir öğrenmez Nadire’nin cevabını eliyle götürecek.

      Karanfil, kulağını kapıdan ayırmayacak, gelen mektupların Hacı Hafız Nesimi Efendi’den evvel küçük hanımın eline geçmesini temin edecek.

      Besleme Nevcivan, “Ben bu işi beğenmiyorum, sonunun kötü çıkacağından korkuyorum. İçinizde sanki yokmuşum sayınız, beni hesaba katmayınız…” diyerek bu aşk alışverişinde vazife deruhte etmeyeceğini26 söylemişti. Şu kadar ki işittiklerini unutacak, büyük hanıma ve efendiye bir şey sezdirmeyecekti.

***

      Süruri Bey, pek nefis bir sanat eseri olduğuna kuvvetle kani bulunduğu mektubun müsveddesini koynunda taşıyor, fırsat buldukça arkadaşlarına okuyup duruyordu.

      “Ağlayanı tanıdık, ağlatan kim?” diyenleri çalımlı çalımlı süzerek kısa bir cevap veriyordu: “İstanbul’un gülü, sarı bir gülü!”

      Meçhulün meçhul ile tarif olunmasından huylanarak izahat isteyenlere sükût ile karşılık veriyordu.

      Hayalinde yarattığı uzun boylu, sarı saçlı nefis kadın hakkında fazla söz söylemekten çekiniyordu. Daha doğrusu sevgilisini, kendi eseri olan sevgilisini herkesten kıskanıyordu. Lakin mektubunun Nadire Hanım’a varıp varmadığını takdir edemediği için üzülmekten de geri kalmıyordu. Rüyalarında yaptığı sorgular ve aldığı müspet cevaplar, kendisini tatmin etmekten çok uzaktı.

      “Evet. Bugün için erkekliğin cazibeleri, tüccar zümresinde toplanıyor. Herhangi bir kadın yüreğine emniyetle ve kolaylıkla girebilmek için bir ticarethane firması göstermek lazım. Evvelce yanık bir şiir, parlak bir mahmuz, tumturaklı bir unvan Havva kızlarının yüreğini oynatabiliyordu. Şimdi moda yahut hayat değişti. Aşk mektuplarının banknotlara yazılması ve hiç olmazsa yazılabileceğinin ihsas olunması icap eder.”

      “Ya şu kızcağız, aklına uyup da ticarethaneni görmek isterse?”

      “Yazıhanem Konya’da! Ben, getirdiğimi satmak, götüreceğimi almak için burada bulunuyorum. Bu hanımı nasılsa görüp taaşşuk27 ettim. İşimi komisyoncularıma gördürüyorum. Kendim de aşk tezgâhında bahtiyarlık kumaşı dokumak istiyorum.”

      “Kızı nasıl buldun, adresini nasıl öğrendin?”

      “Bu basit bir tesadüften ibaret.”

      Delikanlı, bir çayhanede oturduklarını henüz hatırlamış gibi etrafına göz gezdirdi, lakin sesini tamamen hafifletmeye lüzum görmeden devam etti:

      “Bir gün postanede ayaküstü mektup yazıyordum. Masanın yanıma tesadüf eden kısmına minyon bir kızcağız geldi. Elindeki zarfın arka tarafına, gönderici sıfatıyla adresini yazmaya başladı. Kız hoşuma gitmişti, hele masaya abanarak ve harflere tuhaf tuhaf kıvrıntılar vererek yazı yazışı içimi gıcıklamıştı. Yan gözle yazdığını okudum ve… Belledim!”

      “Sonra?”

      “Sonrasını keşfedemiyor musun?”

      “Belki anlıyorum, fakat senin söylemeni istiyorum. Sözlerin, pek tatlı!”

      “Tat, sözümde değil hikâyede. Onun için mersi demeye lüzum görmüyorum.”

      “Canım, bahsi değiştirme. Kızın adresini belledikten sonra ne yaptın?”

      “Ne mi yaptım? Aklın emrettiği şeyi yaptım. Sıcağı sıcağına bir mektup yazdım. Ertesi gün bir daha, iki gün bekledikten sonra bir daha… Mektupları fasılasız göndermekte büyük bir hikmet vardır! Hücuma uğrayan kız veya kadın, aşk taarruzunun ardı arkası kesilmediğini görünce şaşırır, düşünmeye kudret bulamaz. Bununla beraber ben, hücumlarıma ara da versem gene muzaffer olacağıma kani idim.”

      “Bu kanaat nereden geliyor?”

      “Çünkü kızın hâlinde, tavrında tuhaf bir şey vardı. Nasıl tarif edeyim bilmem ki. Bakışlarında ümit veren bir parıltı, dudaklarında ‘Beni öpün!’ diyen bir haykırış seziliyordu. Böyle bir kızın önüne atılan yürekleri çiğneyip geçeceğini ummuyordum. Sonra, ilk mektubumda da öbürlerinde de kızın gözünü, kaşını, dudaklarının inceliğini, hatta boynundaki beni uzun uzun tasvir ettiğim için kendisini yakından tanıdığıma şüphe edemeyecekti. Benim bilinmeyişimin hasıl edeceği tereddüdü de halı tacirliği giderecekti. Tüccardan bir âşık! Şu para darlığı sırasında herhangi bir kız için bundan büyük ikramiye mi olur? Nitekim tahminlerim doğru çıktı ve üçüncü mektubuma cevap geldi.”

      “Sen kendin için neresini adres göstermiştin?”

      “Beyoğlu’nda Şule Gazinosu’nu! Fakat kız evine mektup yazılmasını istemiyor, yeni bir adres veriyor: ‘… Postanesi Postrestant Nermin!’ diyor. Bu uydurma çekingenlik umurumda değil. Benim yapacağım şey muayyendir.”

      “Ne yapacaksın?”

      “Onun izdivaç teklifini ümitsizlik vermeyecek şekilde atlattıktan sonra kendisini parkta bir gezintiye çağıracağım.”

      “İlk ağızda gezinti teklifi ürküntü vermez mi?”

      “Aman azizim! Sen hâlâ klasik muhabbetler, köhne usuller sayıklıyorsun. Paranın her şey olduğuna inanılan bir zamanda vaktin kıymeti bilhassa nakitleşmiştir. Küçük hanımlar, bu büyük hakikati erkeklerden daha iyi anlamışlardır.”

      “Diyelim ki davetini kabul etti. Parka gelince seni nasıl tanıyacak?”

      “Gayet kolay. Gelecek salı günü saat üçte musiki barakasının karşısındaki kanepede kendisini bekleyeceğimi, elimdeki ‘Hüsnü Niyet’ gazetesinden beni tanıyabileceğini yazdım. Bu, fazla bir tekellüftür. Onu aramak zevkine meylettirmek için ihtiyar ediyorum. Yoksa kendisini tanıdığım için yalnız oturacağım yeri söylemek de kâfi!

Скачать книгу


<p>26</p>

Deruhte etmek: Üstlenmek. (e.n.)

<p>27</p>

Taaşşuk: Âşık olmak. (e.n.)