Aşk Batağı (Bir Muadele-i Sevda). Hüseyin Rahmi Gürpınar

Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Aşk Batağı (Bir Muadele-i Sevda) - Hüseyin Rahmi Gürpınar страница 4

Жанр:
Серия:
Издательство:
Aşk Batağı (Bir Muadele-i Sevda) - Hüseyin Rahmi Gürpınar

Скачать книгу

bütün sanatıyla resmettiği ince kaşlarını, bir yorgun mahmurluk içinde bayılan uzun siyah kirpiklerle çevrili elaya bakar güzel gözlerini, kansız ince dudaklarının üzerini süsleyen uçları yukarı kıvrık hafif bıyıklarını, gözleriyle yanaklarının sınırı arasındaki yorgunluk ve bezginlik işareti olan mavimtırak gölgeleri incelerken o da olanca dikkatiyle beni gözden geçiriyordu. Yanıma yaklaşınca heyecanının öncüsü birkaç sık nefes ve biraz tutuklukla sağ elinden kürklü güderi, açık soğan renkli eldivenini çıkarıp bana dostluk elini uzatarak dedi ki:

      “Elimi size hem dostluğumu sunmak hem de şu birkaç basamağı çıkmaya yardım etmeniz ricasıyla uzatıyorum.”

      Ben gülerek:

      “Dostluğunuz bir şeref olduğu gibi yukarı çıkmanıza yardımım da benim için ayrıca bir mutluluk demektir.”

      O da güldü. El ele odaya girdik.

      Elinde hafifçe sıcaklık vardı. Elimi bırakmayarak:

      “Oda çok sıcak…”

      “Dışarıdan teşrif ettiniz de size oda sıcak geldi. Termometreye bakınız. On sekizden yukarı değil.”

      “Arabaya binerken donuyordum. Şimdi de yanıyorum. Vücudum işte böyle nöbet nöbet bazen buz, bazen ateş kesiliyor. Rica ederim, her hâlde şimdi ateşten uzak oturalım. Bir saate kalmaz yine üşümeye başlarım.”

      Paltosunu çıkardı. Eldivenleriyle beraber bir sandalyenin üzerine attı. Yine elimden tutarak: “İşte bakınız, şu kanepe sobaya uzak. Oraya oturalım.” dedi.

      Kanepenin birer ucuna oturduk. Elimi bırakarak gözlerini kapadı. Arkasına yaslandı. Yorgunluk, kesiklik ima eder bir titreyip ürperme ile başını bir yana eğdi. Kollarını iki yanına salıverdi. Anladım ki misafirimin biraz dinlenmeye ihtiyacı var.

      Ben de bir süre sustum. Sonra gözlerini açtı. İlk defa yabancı bir eve giren bir adamda meydana gelmesi tabii bir merakla odanın kıyısına bucağına göz gezdirdi. Nihayet dedi ki:

      “Sizi iri yarı, pos bıyıklı bir adam sanıyordum. Düşüncem ne kadar yanlış çıktı!”

      “Aynı hâl bende de oldu. O kalın kalemli keskin yazınızdan müthiş bir adam gibi gözümde canlandırmıştım. Bakınız ne kadar aldanmışım.”

      Gülerek:

      “Onu öyle sizi korkutmak için özellikle kalın kalemle keskin keskin yazdım. Bu kadar nazik olduğunuzu bileydim, korkutmaya kıyamazdım.”

      Yarım saat kadar böyle havadan sudan konuştuk. Sonra:

      “İşte beyim üşümeye başladım. Haydi sobanın yanında hazırlanmış yerimize gidelim.” dedi.

      Karşı karşıya koltuklara oturduk. Ellerimize birer sigara ile ikinci kahveleri aldık. Dışarıdan bora şangur şungur çerçeveleri sarsıyordu.

      Naki Bey hem anlatacağı hikâyenin dehşetinden hem de boranın şiddetinden korkuyormuş gibi hafif bir titreme ile dedi ki:

      “Ohhh ohhh!.. Bu yerimiz ne kadar iyi… Artık başımdan geçenleri dinlemeye hazırsınız değil mi?”

      “Hazırım. Hem de büyük bir sabırsızlıkla hazırım.”

      Misafirim üzüntü ile başını bir sağa bir sola salladıktan sonra ağır ağır söze işte şöyle başladı:

      1

      Ben büyük bir aileden servet sahibi bir zatın tek oğluyum. Doğduğum gün, annemle babam için en mutlu bir gün olmuş. Beni nasıl özenle büyüteceklerini, nasıl şımartacaklarını bilememişler. Çocukluğumdan beri bir emrime yirmi kişi koşar, her sözüm olur. Vurduğum vurduk, kırdığım kırdıktır. Yaratılışım son derece hassas ve asabidir.

      Eğitim ve öğrenimime arzuma uygun bir biçimde özen gösterildi. İstediğimi öğrenir, istemediğimi reddederdim. Şundan bundan birer parça tahsil ettim. İşte böyle bir hava içinde yetiştirildim. Gençlik çağına girdim.

      İlk gençliğin, o hayatın ilkbaharının cana can katan tatları, günlerin getirdikleri değişik zevkler beni çılgına çevirdi. Bir gence en az öğrenimle en büyük sözler söylemek fırsatını veren, bu harikalı yolu açan meslek şairlik değil midir? Ben de gençlik sarhoşluğunun verdiği o neşe ve kendimden geçişle nazım ve şiir denizine kendimi kapıp koyuverdim. Ah bu tutkum, şiire olan bu olağanüstü düşkünlüğüm ne derin hayallere yol açıyordu. Her kulaç atışımda bütün sahiller nazmın gürültüsünden titriyor, her dalga pırıltısıyla sözlerimin büyüsünden bir kelimeyi yorumluyor sanırdım.

      Bazen yorgun uzanırdım. Bulutlara, göklere, aylara, güneşlere fırlattığım kelimelerin evrendeki yankılarını dinler, evet işte rüzgâr bir şarkımı okuyor, işte bülbül bir nazmımı besteliyor, işte gök gürlemesi birdenbire doğan fikirlerim gibi ses veriyor, derdim.

      Sanırdım ki gül, ben onu öyle nitelediğim için güzeldir. Akarsular şiirlerimin iniltilerine eşlik etmek için çağlıyor. Bütün baharlar, güzler birer manzumemi rica etmek için gelip geçiyor.

      Dünyada bir mısrama visalini arz etmeyecek bir kız düşünemezdim. Âlemi böyle şiirlerimin büyüsüne kapılmış, her sözümü bütün problemlerin anahtarı sayarak talihin kötü yüzünden habersiz sevda vadisine giriştim.

      Her arzumu yerine getiren, çabucak kollarıma düşen kızların bu tutkularının şairliğimden çok servetim için olduğunu bir zaman anlayamadım. Beş günde birinden bıkar, sevda saldırılarıma kabul kucağını açacak bir başkasını arardım. Kendi kendime derdim ki: Koklamak için bir çiçek yetseydi Tanrı gül varken sümbülü, menekşe dururken yasemini yaratmazdı. Hepsinin de ruhu okşayan kokusu başkadır. İnsanı kimi sarhoş eder kimi şevke getirir. Kimi güldürür kimi düşündürür. Hepsi de birer türlü esinlenme kaynağıdır.

      Bir süre böyle düşünerek bütün gençlik coşkunluğumla bu teorinin arkasından koştum. Ah o zamanlar hayata hayal, hayale gerçek gözüyle bakardım. Kandırıcı sevdama düşen güzellerden kiminin gönül okşayan salına salına yürüyüşü, ötekinin mahmur bakışları, berikinin altın ışıltılı saçları, bir başkasının kışkırtıcı, tahrik edici, cilveli sözleri birer süre beni oyalardı.

      Hep bu sevda çiçeklerini birer kere koklar geçerdim. Ne yazık ki sonra anladım. Sonra acı acı hissettim ki hep bu sanılarım boş, hep bu mutluluklar birer etkisi olmayan rüya imiş. Ben bir süre bir hayal âleminde yaşamışım. Meğer kendi yazdıklarıma, manzumelerime en çok aldanan zavallı yine benmişim.

      Sefahat denizinin böyle enginlerinde durup dinlenmeden bocaladığımı gören annemle babam bir kayaya çarpmamdan, bir kazaya uğramamdan korkarak beni evlendirdiler.

      Birincisiyle geçinemedim, bir ikincisi geldi. Onu da gönderdim. İlk iki karım güzellikte Tanrı’nın özene bezene yarattığı birer güzellik heykeli idiler. Fakat o güzel kafalarında zekâdan eser, insanlık bilgisi adına bir parça bir şey yoktu. Kendilerine bir mehtaplı gecede ruhumun nurlu bulutlar içinde uçuşunu tasvir eden

Скачать книгу