Dünyanın Mihveri Kadın mı Para mı?. Hüseyin Rahmi Gürpınar

Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Dünyanın Mihveri Kadın mı Para mı? - Hüseyin Rahmi Gürpınar страница 12

Жанр:
Серия:
Издательство:
Dünyanın Mihveri Kadın mı Para mı? - Hüseyin Rahmi Gürpınar

Скачать книгу

bir aracı ile bana tanıttırdı. Nasıl bir tedbirsizlik ve zayıflık anımdan yararlandı bilemiyorum. Az zamanda hayatımın özelliklerine karışan biri oldu.

      İnsanın bir kere yokuş aşağı ayağı kayınca tutunup kendini geri alması zor oluyor. Asıl heyecan da bu patinajda değil mi? Güvenilir bir eve gitmek, oradan örtülü, kıyafet değiştirmiş olarak çıkmak… Sevdiğiniz gençle yan yana otomobil gezintileri, kırların tenha bir ağacı altında birbirinin ağzına birkaç kadeh akıtmak… Kollar boyunlarda, yanak yanağa sohbetlere girişmek…

      Bir gün Edip Münir’le Tarabya üzerinde böyle bir kır âlemi yaparken daha gizli ve içten görüşmek için bir yuva aradık. O bana dedi ki:

      ‘Bizim gibi çiftlerin cenneti bir yer var.’

      ‘Neresi?’

      ‘Gönüller sarayı…’

      ‘Uzak mı?’

      ‘Deniz kıyısında… Otomobille beş dakika.’

      ‘Cenneti andırması neden?’

      ‘Gözleri büyüleyen bir görüntü… Gizlilik, konfor, olağanüstü mutfak…’

      Bu tanımlama benim biraz içkili kafama hoş geldi. Meğerse düzenlenmiş bir tuzağa düşürülüyormuşum. Gerçekten beş dakika sonra oradaydık. Cenneti menneti laftan ibaret, adının çekiciliğinin tersine adi, şöylesine bir sahil oteli… Döşemesi banal, temizce bir oda. Boğazın ucundan Karadeniz’e kadar bir kapı gibi açılan görüntü.

      Hemen oraya bir masa, kadehler, mezeler… Soruyorum:

      ‘Bu hazırlık neden? Dışarıda içtiğimiz yetmez mi?’

      ‘İçki, sevdanın zevkini yüz kere büyüten bir mikroskoptur. Bu birleşme mutluluğumuzun tadını doruğuna vardırmalıyız.’

      Sofra başına geçtik. Al kadeh, ver kadeh. Fırtınalı bir denizdeyim. Başımın üstündeki tavan, ayaklarımın altındaki döşeme dalgalanmaya başladı. Karadeniz’e uzanan Boğaz bazen daralıyor, bazen genişliyordu. Biz kadehlerin sayısıyla sevdanın sonunu ararken kapı dışından bir “tık, tık” duyuldu.

      7

      ‘Kimdir o?’

      ‘Biziz. Açınız.’

      Edip Münir kalkar, açar.

      Kapının içinden, dışından bir fısıltı… Edip bana dönerek:

      ‘Atıf Cemal Bey’le Ruhsar Hanım.’

      ‘Bunlar da kim?’

      ‘Tıpkı bizim gibi iki günahlı…’

      ‘Allah gafururrahimdir.’

      ‘Müsaade et de içeri gelsinler. Çok eğleniriz.’

      ‘Gelsinler. Günahlılar dört oluruz.’

      Odaya erkek, dişi bir çift girer. Hanımın elinde bir Japon çantası. Beyin elinde bir Kodak makinesi… Erkeğin Mahmutpaşa hazırcılarından giyinmiş bir kıyafeti var. Kadının da hanımının esvabına bürünmüş bir hizmetçi hâli…

      Gelir gelmez tanışma sırasında Ruhsar Hanım hemen mezelere saldırdı. Hindi gibi başını sallıyor, lokmanın boğazından indiğini göstererek yutuyordu. Bu acele tıkınmadan sosyal düzeylerinin hemen seçilmesi endişesiyle Edip onu kendine getirmek için soruyordu:

      ‘Çok acıkmışsınız galiba?’

      ‘Ne söylersin, kır havası…’

      Pek aristokratik dostlarla karşılaşmadığımı anladım. Çabucak meze tabakları içimizde yalayan kediler varmış gibi tertemiz oldu.

      ‘Sonöri… Garson…’

      Atıf Cemal Bey: ‘Garson, bana bak. Dört kişi olduk. Mezeleri ona göre getir. Böyle minimini kaplarla değil, burası yalıdır. Sofraya büyük kayık tabaklar yaraşır.’

      Ruhsar Hanım: ‘Atıf, nereden de bulursun böyle sembolik lafları… Birdenbire yaratır vallahi…’

      ‘Açlık insanın zihnini öyle açıyor ki…’

      Edip Münir misafirini biraz ağırlaşmaya davet için ona yan gözle bakarak sözü şakaya boğmak isteğiyle:

      ‘Açlık… Son kuşak şairlerinin esinlenme araçları…’

      Atıf Cemal: ‘Ünlü Hint şairi Tagor en ilahi şiirlerini aç dururken yazarmış.’

      Ben: ‘Herhâlde parasızlıktan değil…’

      İçtik, yedik, rakıya ne ilaç karıştırdılar bilmiyorum. Yavaş yavaş kulaklarımda sözlerin açıklığı kayboldu. Gözlerimde şekiller bulandı, büsbütün kendimden geçmişim. Ondan sonra nereye götürüldüğümü, ne olduğumu bilmiyorum. O hâlde kaç saat kaldım, seçemiyorum. Aklım başıma gelmeye başladığı zaman kendimi gece karanlığında koşan bir otomobilde buldum. Yanımda yalnız Ruhsar Hanım vardı.

      Evime bırakıldım. Bu kadın gezip eğlenirken zehirlenmeye benzer bir bulantı, kusma rahatsızlığı geçirdiğim yolunda uydurduğu bir masalla evdekileri aldatmaya uğraştıktan sonra gitmişti.

      Vasfiye, sırdaş bir hizmetçidir. Gayet güvenilir, sadık, pişkin, otuz beşlik bir kadın… Böyle tehlikeli zamanlarda kocama karşı durumu büyük bir ustalıkla idare eder. İhtiyarla yatak odalarımız ayrıdır. Ve bu ayırtmaya çok zorluklarla muvaffak olmuştum.

      Vasfiye beni odama götürdü. Soydu. Yatırdı. Yanıma gelmekten alıkoymak için kocama karşı da uygun bir yalan uydurmuştu.

      Ertesi günü başım sersem, midem bulantılı, her yanım kırık, kendimi toplayıp döşekten kalkamaz bir hâldeyken Vasfiye odama girdi.

      ‘Hanım, misafir geldi. Sizi görmek istiyor.’

      ‘Nasıl misafir?’

      ‘Dün akşam otomobille sizi getiren kadın…’

      ‘Bu kadar erkenden?’

      ‘Ben de şaştım. Hiç hoşlanmadım. Bir mahalle karısı hâli var.’

      Ruhsar Hanım benimle dün tanıştı. Bugün teklifsizliğe başladı. Bu kadının gelişinden bir uğursuzluk sezer gibi oldum. Yalnız görüşmeye değil, önemli bir iş görüşmeye gelmişe benziyordu. Zar zor toplandım. Kadının bulunduğu odaya girdim. Elinde gazeteye sarılı sımsıkı bir şey tutuyordu. Beni görünce yılışık bir tavırla ayağa kalkarak:

      ‘Erkenden

Скачать книгу