Kızıl Odanın Rüyası II. Cilt. Сюэцинь Цао

Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Kızıl Odanın Rüyası II. Cilt - Сюэцинь Цао страница 5

Автор:
Жанр:
Серия:
Издательство:
Kızıl Odanın Rüyası II. Cilt - Сюэцинь Цао

Скачать книгу

Baoyu yanına sokulup elini tuttu.

      “Hanımından senin için izin alacağım, böylece beraber olabiliriz.” diye fısıldadı, şakayla karışık.

      Jinchuan cevap vermedi.

      “Uyandığında onunla bu konuyu konuşacağım.” dedi Baoyu.

      Jinchuan gözlerini açıp Baoyu’yü hafifçe itti.

      “Acelen ne? ‘Altın tokan kuyuya düşse bile, senin olan şey senindir.’ demişler. Bu sözü bilmiyor musun? Canın eğlenmek istiyorsa, ben sana yapacağın şeyi söyleyeyim. Doğu avlusuna git de kardeşin Huan ile Caiyun ne yapıyorlar gör.”

      “Onlardan bana ne?” dedi Baoyu. “Biz kendimizden söz edelim!”

      O anda Wang Hanım doğrulup oturdu ve Jinchuan’ın suratına bir tokat attı.

      “Utanmaz kaltak!” diye payladı öfkeyle. “Senin gibi alçak yaratıklar genç efendileri baştan çıkarıyorlar.”

      Annesi kalkar kalkmaz Baoyu duman gibi sessizce ortadan kayboldu. Jinchuan’ın yanağı ateş gibi yanıyordu ama sesini çıkaramadı. Hanımlarının sesini duyan diğer hizmetçiler hızla içeri girdiler.

      “Yuchuan!” dedi Wang Hanım. “Gidip anneni çağır hemen. Gelsin kardeşini alsın!”

      Jinchuan ağlayarak kendisini yere attı.

      “Hayır, hanımefendi, lütfen! İstediğiniz kadar dövün, sövün ama lütfen göndermeyin beni. Neredeyse on yıldır yanınızdayım. Beni kovarsanız, insanların yüzüne nasıl bakarım?”

      Wang Hanım genel olarak hizmetçileri dövmeyecek kadar iyi kalpli ve uysal biriydi; her zaman yumuşak bir hanım olmuştu. Aslında hayatında ilk kez bir hizmetçiye vuruyordu. Ama kendi fikrince Jinchuan’ın yaptığı bu utanmazlık her zaman en nefret ettiği şeydi. Bu nedenle bu kadar öfkelenip tokat atmış ve hakaret etmişti. Şimdi Jinchuan ne kadar yalvarıp yakarsa da vazgeçmedi. Annesi yaşlı Bayan Bai geldiğinde, zavallı kızcağız utançtan yerin dibine girerek gitmek zorunda kaldı. Bu konuyu burada bırakalım.

***

      Annesi uyanınca çok utanan Baoyu hızla Bahçe’ye kaçmıştı. Yakıcı güneş en tepedeydi ve kısalan gölgeler ağaçların arkasında yoğunlaşmıştı. Öğlen saatinin sükûneti ağustos böceklerinin tiz çığlıklarıyla dolmuştu ama hiç insan sesi yoktu. Gül çardağına yaklaştığında, sanki içeriden bastırılmış hıçkırık sesleri duyar gibi oldu. Bunun ne olduğunu bilemedi ve durup kulak kabarttı. İçeride birisinin olduğuna hiç şüphe yoktu. Yılın beşinci ayı olduğundan, sarmaşık gülleri açmıştı. Bütün çardağı kaplayan gül demetlerinin arasından içeri bakınca, bir kızın yere çömelmiş, kızların saçlarını topladıkları uzun bir tokayla yeri kazıdığını gördü.

      “Bu da Daiyu gibi çiçekleri gömmeye gelen budala bir hizmetçi olabilir mi?” diye düşündü.

      Güzeller güzeli Xi Shi’nin çirkin komşusu Dong Shi’nin hikâyesini hatırladı. Xi Shi’yi o kadar çekici yapan küçük kaş çatma ifadesini taklit etme çabaları o kadar korkunç bir görüntü oluşturuyordu ki insanlar dehşet içinde kaçışıyorlardı. Bu aklına gelince gülümsedi.

      “Yaptığı gerçekten de buysa, ‘Taklitçi Kaş Çatan’ denir buna. Sadece sahte değil, aynı zamanda da iğrenç!” diye düşündü.

      “Bayan Lin’i taklit etme!” diye bağıracaktı ama kızın yüzünü görünce onun hizmetçilerden biri olmadığını fark etti. Armut Ağacı Avlusu’ndaki on iki küçük oyuncudan biriydi. Ama sahnede onları makyajlı olarak gördüğü için hangisi olduğunu çıkaramadı. Yüzünü ekşiterek dilini çıkardı ve eliyle ağzını kapattı.

      “İyi ki dilimi tutmuşum!” dedi kendi kendine. “Patavatsızlığımla Daiyu ve Baochai’in duygularını incittikten sonra, bugün yine başım derde girecekti az kalsın. Bir on iki oyuncuyu üzmediğim kalmıştı!”

      Kızı tanımaya çalışırken ona daha da yaklaştı. Daiyu’nün taklitçisi olduğunu düşünmesi çok ilginçti; kız ince ve narin yüz hatları, zayıf bedeni, kavisli kaşları, sonbaharın durgun göllerini andıran berrak gözleriyle gerçekten de Daiyu’ye çok benziyordu. Hatta Daiyu’nün efsanedeki Xi Shi’yi akla getiren kaş çatışı bile aynıydı. Ayrılıp gidemiyordu bir türlü. Büyülenmiş bir şekilde kızı seyretti. Seyrederken de aslında çiçekleri gömmek için çukur kazmadığını, yazı yazdığını gördü. Elinin hareketlerini izledi, yaptığı her dikey ve yatay darbeyi, her nokta ve kıvrımı kendisi de parmağıyla avucunun içinde tekrarladı. Toplam on sekiz darbeydi. Bir an düşündü. Avucuna yazdığı kelime, çardağı kaplayan çiçeklerin adıydı: Japon gülleri.

      “Demek güllerin görüntüsü ona şiir yazma ilhamı verdi.” diye düşündü. “Belki iyi bir beyit geldi aklına, unutmadan yazmak istedi; belki de zaten yazdı; şimdi üzerinde biraz daha çalışıyor. Bakalım başka ne yazacak.”

      Kız yazmaya devam ederken, Baoyu de deminki gibi el hareketlerini izledi. Yine Japon gülü yazdı, sonra bir daha, bir daha. Sanki bir büyünün etkisi altında gibiydi. Birini bitirip diğerini yazıyordu. Arka arkaya onlarca kere yazmış olabilirdi. Tıpkı kız gibi Baoyu de çardağın öbür tarafında sanki aynı büyüye kapılmış gibiydi çünkü artık hangi hareketi yapacağını iyi bildiği hâlde gözlerini ayırmadan tokayı seyretmeye devam ediyordu.

      “Böyle davranması için aklında kimselere söyleyemediği bir şeyler olmalı.” diye düşündü. “Dışarıdan davranışlarını gören, içten içe neler çektiğini anlar. Çok kırılgan görünüyor. Acı çekmek için fazla kırılgan. Ah keşke birazını senin yerine ben taşısam, canım!”

      Yazın bunaltıcı günlerinde hava önceden tahmin edilemiyordu; berrakken birden bulanıveriyor, küçük bir bulut bazen bir sağanağın habercisi oluyordu. Baoyu kızı seyrederken, aniden serin bir rüzgâr esti, hemen arkasından tıslayan bir yağmur indirdi. Kızın saçlarından suların süzüldüğünü ve giysilerinin sırılsıklam olduğunu görüyordu.

      “Yağmur yağıyor! Bu narin bedeniyle böyle bir sağanakta kalmamalı!” diye düşündü endişeyle. “Yazmayı bırak artık! Bak, ıslanıyorsun!” diye seslendi istemeye istemeye.

      Kız sesi duyunca irkilip başını kaldırdı. Güllerin arkasında birisi olduğunu görebiliyordu ama kısmen Baoyu kız gibi güzel yüz hatlarına sahip olduğundan, kısmen de yüzünün ancak bir kısmını görebildiğinden onu hizmetçi sandı. Bu yüzden de Baoyu olduğunu bilseydi yapacağı gibi ondan kaçmak yerine, minnetle gülümsedi.

      “Hatırlattığın için teşekkür ederim. Ya sen? Sen de ıslanmıyor musun?”

      “Ay!” diye bağırdı Baoyu. Kızın bu sözleriyle bütün vücudunun buz gibi olduğunu fark etti. Islanmıştı da. “Olacak şey değil!” dedi.

      Kızıl Neşe Avlusu’na doğru fırladı ama aklı yağmurda saklanacak yeri olmayan kızda kaldı.

***

      Ertesi gün Dragon Teknesi Festivali olduğundan, Baoyu’nün yazı yazarken seyrettiği kız da dâhil, on iki oyuncu için

Скачать книгу