Kısas-ı Enbiya ve Tarih-i Hulefa II. Cilt. Ahmet Cevdet Paşa

Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Kısas-ı Enbiya ve Tarih-i Hulefa II. Cilt - Ahmet Cevdet Paşa страница 22

Автор:
Жанр:
Серия:
Издательство:
Kısas-ı Enbiya ve Tarih-i Hulefa II. Cilt - Ahmet Cevdet Paşa

Скачать книгу

Abbas’a mahsus olan siyah elbise giydiler.

      Bazı Ölümler

      Dört İmam’dan İmam Şafii Hazretleri, yüz yetmiş beş hicri yılında Bağdat’a gelince pek çok insan onun mezhebine girmişti. Ve o zaman İmam Ahmed İbni Hanbel de onun talebesi olup ondan ders almıştı. Ondan sonra Medine’ye dönüp arkasından, yüz yetmiş sekiz senesinde yine Bağdat’a geldi. Fakat çok durmayıp Mısır’a gitti. Orada talim ve tedris ile meşgulken iki yüz dört senesinde beka âlemine gitti. Rahimehullahü rahmeten vasi’an.

      Yine bu sene İmam-ı Azam Ebu Hanife Hazretleri’nin talebelerinden ve meşhur fakihlerden Hasan İbni Ziyad Hazretleri ve meşhur muhaddislerden, “Müsned”in meşhur müellifi olan Ebu Davud et-Teyalisî (r.a.) vefat ettiler.

      Hicret’in İki Yüz Beşinci Yılındaki Olaylar

      Memun iki yüz beş yılında Tahir İbni Hüseyin’i zaptiye nazırı ve oğlu Abdullah İbni Tahir’i Rakka valisi yaptı. Fakat Tahir, Emin’in katili olduğundan Memun onu gördüğünde kardeşi hatırına gelerek gözleri yaş ile doluyordu. Tahir de bunu hissederek muzdarip oluyordu. Bunun üzerine Memun onu Horasan valisi olarak atadı. O da zilkade ayı sonlarında Horasan’a gitti. Ondan sonra Memun, Abdullah İbni Tahir’i kardeşinin yerine zaptiye nazırı olarak atadıktan sonra iki yüz altı senesinde Rakka’dan Mısır’a kadar olan memleketleri Abdullah İbni Tahir’e vererek onu Nasır İbni Akilî üzerine memur etti.

      Tahir gayet yiğit ve tedbirli bir adam olup doğu taraflarını emniyet altına aldı. Fakat icraatında istibdat ile işleri yürütürdü. Ondan sonra Horasan Eyaleti “evladiyet” yoluyla büyükten büyüğe geçen bir muhtariyetle idare olunan bir vilayet olup diğerlerine kötü örnek olmuştur.

      Ebu Müslüm’in Horasan’da silah arkadaşlarından olup, yüz kırk sekiz senesinde İfrikiyye valisi olan Ağlebi Temîmi’nin evladı da daha sonraları ısrarla hücum ederek Sicilya Adası’nı da zapt etmişlerdir.

      Memun iki yüz üç yılında Ziyad İbni Ebih evladından Muhammed İbni İbrahim’i Yemen tarafına memur etmiştir. Muhammed gidip çok savaşlar yaparak, Yemen’in Tehame kısmını fethederek, iki yüz dört senesinde Zebîd şehrini kurmuş ve iki yüz beş senesinde azatlısı Cafer’i birçok hediye ile Memun’a göndermişti. Cafer, işbu iki yüz altı senesinde Memun tarafından iki bin süvari ile Yemen’e geri gönderildi. Bu Cafer dâhilerden ve iktidar sahibi bir zat olup onun himmetiyle Yemen’de Beni Ziyad Devleti kurulmuş ve iki yüz seneden fazla devam etmiştir.

      İki yüz yedi yılında Ali İbni Ebu Talib (r.a.) Hazretleri’nin oğlu Ömer’in torunlarından Abdurrahman adlı zat da Yemen’de bulunan Ak şehrinde ortaya çıkarak halkı, Âl-i Muhammed’de rızaya davet edip, Yemen’deki memurların kötü ahlaklarından bezmiş olan halk da ona biat ediverdiler. Fakat Memun bu keyfiyetten haberdar olunca Yemen’e bir büyük ordu gönderdi ve Abdurrahman çaresiz aman dileyerek Bağdat’a geldi. Bu yıl Horasan Valisi Tahir ölünce yerine oğlu Talha, Horasan valisi olmuştur.

      Abdullah İbni Tahir, uzun zamandan beri Nasır-ı Akilî’yi Keyusum Kalesi’nde kuşatıp zorlayınca Nasır nihayet iki yüz dokuz senesinde aman diledi. Abdullah da ona aman verdi ve onu Bağdat’a gönderdi. Keyusum Kalesi’ni yıktı. Abdullah İbni Tahir, geçtiği gibi Nasır-ı Akilî işiyle meşgulken, Mısır’da Abdullah İbni Serrâ isyan etmiş ve Endülüs’ten deniz yoluyla bir grup gelip İskenderiye’yi zapt etmişti. Nasır’ın işi bertaraf olduktan sonra Abdullah İbni Tahir iki yüz on senesinde Mısır tarafına yöneldi. İbni Serrâ’ya üstün gelerek onu Mısır’da muhasara etti ve İbni Serrâ aman dileyerek teslim oldu. İbni Tahir onu Bağdat’a gönderdi. Daha sonra İskenderiye’ye vardı. Endülüslüleri kovarak İskenderiye’yi zapt etti ve Mısır’a gereği gibi nizam verdi. Batı bölgesi ise savaş ve boğazlaşmadan kurtulmuş değildi. Memun’un Bağdat’a gelişinden önce kaçıp saklanmış olan İbrahim İbni’l-Mehdi bu sene kadın kılığında, iki kadın ile birlikte giderken tutuldu. Memun’un huzuruna getirildi. Memun onu affederek ikramda bulundu.

      İki yüz on bir yılında Yemen’de asiler ortaya çıkınca, iki yüz on iki senesinde Memun o tarafa asker sevkine mecbur olmuştur. Deylem Bölgesi’nde ortaya çıkan Babek-i Hürremî sorunu henüz bertaraf edilmediği hâlde Musul’da da Züreyk adındaki asi galip gelince Memun bu sene o tarafa da kâfi derecede asker göndermiştir.

      Özetle Emin’in idamı üzerine hükûmetin bağları çözülmüş olarak doğuda ve batıda ihtilaller ve savaşlar devam ederken Memun bu çözülmüş düğümleri bağlamaya çalışmakta idi. Aleviler yer yer ortaya çıkarak imamet davası için ayaklanmaktaydılar. Fakat gariptir ki Mansur zamanından beri ilim ve fenlerin terakki yolunda aldığı hız kesilmeyip bunca iç sıkıntılar arasında ilmî ilerleyişler devam etmekteydi. Hele Memun’un zamanında peyderpey Yunanca kitaplar Arapçaya tercüme edilerek İslam memleketlerinde hikmet ve felsefe ilimleri pek fazla revaç buldu. Memun fıkıh ve edebiyat ilminde derin bir bilgiye sahip iken sonra hikmet ilmine yöneldi. Bu ilimlerde de mahir oldu. Fakat akli ilimlerde böyle ilerledikçe ehlisünnet dışındaki Mutezile mezhebi de evvelkinden fazla yayıldı.

      Mutezile, “Kul, fiilinin halikidir (yaratıcısıdır) ve Kur’an mahluktur.” demek gibi nice bozuk inanç çıkarmakla buna benzer yanlış fikirlerini, felsefi delillerle kuvvetlendirmek için felsefi ilimlere dalıp, “halk-ı Kur’an” bahsinde Memun da onların yoluna girdi. Zaten Aleviliğe meyilli olup Aleviler ile Abbasiler arasına girmiş olan düşmanlığın giderilmesinin gerekli olduğunu düşündüğünden imamet bahsinde Mufaddıle mezhebini seçmiş ve Mutezile ile Şia arasında bir yol tutmuştu. İki yüz on bir senesinde, “Her kim Muaviye’yi hayır ile anar yahut onu ashab-ı kiramdan birinin üzerine tafdil ederse ben ondan beriyim.” diye tellallar vasıtasıyla ilan ettirdi. İki yüz on iki senesinin rebiülevvelinde “halk-ı Kur’an” meselesini meydana çıkardı. Hazreti Ali’yi bütün sahabenin üzerine tafdil (üstün) kılarak, “Resul-ü Ekrem’den (s.a.v.) sonra insanların efdali Ali’dir.” dedi.

      İmam Şafii Hazretleri, gerek Bağdat’ta gerek Mısır’da Mutezile ile çok tartışmış idi. Bu konuda dermiş ki: “Cenab-ı Bâri âlemi ancak ‘Kün.’5 emriyle halk etti. ‘Kün’ mahluk olunca Kur’an’ın da mahluk ile halk olunmuş bir mahluk olması lazım gelir.”

      Memun, önceleri “nikâh-ı muta”nın (geçici nikâh) da helal oluşuna inanırken Bağdat kadılarının başı Yahya İbni Ektem onu bu fikirden vazgeçirmiştir.

      Şöyle ki Memun bir gün bazı nedimleriyle muta meselesini mevzu bahis ederek, “Muta, zaman-ı saadette ve ahd-i Ebu Bekir-i Sıddık’ta cari idi. Onu kim menetmiş?” diye hararetli hararetli söylenirken Yahya İbni Ektem, asık suratla içeri girdi. Memun, “Ya Yahya! Yüzündeki değişme neden?” dedi. Yahya, “Zinanın helalliğine dair söz işittiğimden dolayı hasıl olan gam ve kederden…” deyince Memun, “Zina mı?” diye sordu. Yahya, “Evet, ya emirü’l-müminin, muta zinadır.” demiş ve Memun, “Ne ile sabit?” dediğinde Yahya, “Kitap ve sünnet ile…” diyerek “Kad eflâha’l-müminun Suresi”nin, “İllâ alâ ezvâcihim ev mâ meleket eymânühüm feinnehüm gayru melûmîne. Femeni’b-teğa verâe zâlike feülâike hümü’l-âdûn.” ayetini okuyup, “Ya emirü’l-müminin! Zevce-i muta, mülk-i yemini mi, yani odalık cariye midir?” diye sormuş. Memun, “Hayır.” diye cevap vermiş ve Yahya, “Vârise veya mevrûse bir zevce midir?” diye sormuş. Memun yine “Hayır.” demiş. Yahya, Kur’an’ı bu şekilde

Скачать книгу


<p>5</p>

“Ol.” emri.