Fergana Güzeli. Corci Zeydan

Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Fergana Güzeli - Corci Zeydan страница 3

Автор:
Жанр:
Серия:
Издательство:
Fergana Güzeli - Corci Zeydan

Скачать книгу

style="font-size:15px;">      Romanımızın kahramanı olan Cihan Hatun’un o mucize güzelliğini seyretmek için onu evdeki kıyafetiyle görmek lazımdı. Cihan Hatun kendi hanesinde yaşmağı attığı, yüzü açık kaldığı, saçlarını arkaya döktüğü zaman o latif endama kapılmamak mümkün değildi. Kalbinin gücü, ciddiyet ve cesaret izleri ağzının etrafında ve çenesinde apaçık görülürdü. Boğazının olgun şekli ve yumuşaklığı da o kuvvet ve ciddiyeti gösterirdi. Pederi İranlıyken bu kızın yüzü ve benzer noktaları İranlılara benzemezdi. Onun annesi Çerkez’di. Bu yüzünün güzelliğini validesinden aldığı gibi Çerkezlerden kalp kuvveti, kahramanlık, gayret nefsi gibi birçok özellikleri de almıştı. Ta küçüklüğünden ata binmeyi öğrenmişti. Koşu meydanlarına, ava gitmek alışkanlığıydı. İranlılara mahsus olan zekâ ve dirayetini, incelik hislerini pederinden almıştı. Özetle: Cihan Hatun nadir esen bir rüzgârdı. Fergana halkı bu nadir değeri pek çok sevdiklerinden onu gelinleri saymışlardı. İsmi Marzban’ın kızı Cihan’ken ona “Fergana Gelini” derlerdi.

      Cihan Hatun, halkın orada toplanarak kendisini beklediğini görünce aceleyle onlara selam verdi. Bütün kuvvetiyle saklamaya çalıştığı ızdırabını belli ettirmek istemiyordu. Sonra dadısına döndü. Kulağına bir nağme gibi hoş gelen latif bir sesle:

      “Anneciğim! At hazır mı?” dedi.

      Cihan’ın kendi dadısına bu şekilde “anne” diye hitap etmesi onu daima hoş etmek ve yükseltmek istemesinden ileri geliyordu. Gerçekten Hizran dadı onu ta küçüklüğünden beri elinde büyütmüş, daima ona muhabbet ve samimiyet göstermişti. Cihan; ondan bir şey saklamaz, hiçbir sırrını ona söylemekten çekinmezdi. Gerduneden geç çıkması kadınca mühim bazı şeyler hakkında onunla konuşmasından ileri geliyordu.

      Hizran, Seyis’e işaret etti. Seyis atı yaklaştırdı. Hayvan oynayarak ve gururla sahibine doğru geldi. Cihan tebessüm etti. Elleriyle hayvanın alnını okşadı. Atın alnında oturmuş bir aslana benzeyen beyaz nişane vardı. Onun için Cihan ona “Şir” ismini vermişti. Hayvan, sahibinin okşamasından hoşlanarak sağ ön ayağıyla yeri eşmeye başladı. Alay halkı hep durmuş, emre hazırdılar. Hizran onlara dönerek:

      “Hanımefendi ava gidiyor. Gerduneyle beraber burada kalınız. Yemek hazırlayınız. Sizden iyi koşar yalnız iki kişi gelsin. Bir av vurursak bize getirirler.” dedi. Sonra Firuzi’yi çağırdı. Firuzi bir seyisti. Cihan, şimşek gibi ata bindi. Sonra Seyis diğer bir atı getirdi. Hizran, bu ata Seyis’in yardımıyla bindikten sonra Seyis’e arkada kalmasını ve diğer iki adamla beraber yürümesini emretti.

      Bunların birinin ismi Mercan’dı. Hizran, atı hanımının yanına sürdü ve ikisi yan yana gitmeye başladılar. Cihan, yayını yan tarafa asmıştı. Ok torbası, eyerin üstüne asılmıştı. İki süvari atlarını kıra doğru sürüyorlardı. Arazi çoğunlukla ekilmiş olmakla beraber düzlüktü. Uzakta dereleri ve geçitleri çok olan bir dağ görünüyordu.

      Cihan Hatun; ceylan, yaban eşeği ya da geyik avlamak için av köpekleriyle geçit ve derelerde dolaşmaya alışmıştı fakat o gün, bu avlarda kullanılan adamlardan hiçbirini beraberine almamıştı. Çünkü o gün yalnız kalmak istiyordu. Ava çıkmasını vesile göstermişti.

      İki kadın kırda iyice gittikten sonra Hizran, Cihan Hatun’a muhabbet ve şefkatle bakarak:

      “Hanımcığım! Neden üzgün olduğunu artık bana söyler misin? Validen de her sırrını bana emanet ederdi. Bana her şeyi söylerdi. Sen benden sır gizleme.” dedi.

      Cihan Hatun içini çekti:

      “Anneciğim! Bana hiçbir şey sorma. Buraya av ile kendimi eğlendirmek için geldim.”

      Hizran güldü:

      “Ava çıkma hilesini ben tertip ettiğim hâlde sözde av için buraya geldiğimize beni de mi inandırmak istiyorsun? Yahut ne düşündüğünü bilmiyor muyum zannedersin?”

      Hizran, hanımına gerçeği söylettirmek istiyordu. Cihan aldırmadı:

      “Üzüntümü garip görme. Bilmiyor musun ki pederim bir hayli seneden beri süren romatizmasından çekmektedir. Tabip şifa bulacağından çok ümitli değildir. Allah göstermesin, Marzban’a bir hâl olursa ben pek yalnız ve biçare kalırım çünkü burada hiç akrabamız yoktur. İran’da babamın akrabasından hiçbirini tanıyamam. Kafkasya’da validemin akrabasını bilmiyorum. Bununla beraber bilmiyorum ki nasıl…”

      Cihan burada hüzün ve tesirle sözünü kesti.

      Hizran dedi ki:

      “Hanımcığım! Babanızın hastalığı şimdi birdenbire meydana çıkmış bir hastalık değildir. Daha önce de onun hayatını düşünüyorduk fakat bugünkü kadar üzüntülü görünmüyordun. Bugünkü üzüntünün sebebi elbette başkadır. Onu saklamaya çalışıyorsun fakat ben bilirim.”

      4

      AY TOLDI

      Cihan Hatun, Hizran’ın yüzüne hayretle baktı. Sanki kalbindekini okur gibi onun gözlerinin içine gözlerini dikti. Cihan’ın gerçekten bu yolda insanı etkileyici bakışları vardı. Hizran, hanımın bu bakışlarından ve gözlerinde dolaşan yaşlardan üzüntü duydu. Hislerine karşı gelmeye çalışarak:

      “Evet, hanımcığım! Gönlündekini benden gizleme. Korkmazsın fakat biliyorum, bizden utanıyorsun da onun için söylemiyorsun. Şimdi bu konuyu açar açmaz senin yüzünden sıkıldığının farkına vardım.”

      Gerçekten Hizran bu konuyu açtığı zaman Cihan’ın yüzü gül gibi pembeleşmiş, gözlerinde kalbinin derin köşelerinde tesir eden bir aşk ve sevda taşıdığını ifşa eden parıltı görülmüştü. Gözlerin itirafı bir delil belgesidir. Sahibi sırrını saklamaya ne kadar çalışsa boştur. Kendisi yalan söyler fakat gözler yalan söylemez. Gözlerin söylediğinin aksini dil söylerse inanmayınız. Gözlere inanınız. Özellikle Fergana Gelini gibi ince hislerle örülü bir genç hanımsa… Evet, Cihan kalben de aklen de yüksekti fakat o an kadınlık zaafı, ona üstünlük kurmuştu. Yere bakmaya başladı. Hizran:

      “Hanımcığım! Saklamak istediğin sırrı bilirsem buna şaşırma. Hem bilen yalnız ben değilim. Konakta kimler varsa onlar da hep bilirler. Yalnız senin baban bilmiyor. Babandan çekinmeselerdi ona da söyleyeceklerdi. Olsa olsa benim aracılığımla ona bu haberi vereceklerdi. Hâlbuki ben şimdiye kadar ona öyle bir şey duyurmak istemedim.” Cihan bu sözlerden ürker gibi oldu. Atın yularını düzeltmekle meşgul gibi göründüğü hâlde dedi ki:

      “Kardeşim Saman, acaba bu sırrı biliyor mu?”

      Hizran, bu ismin anılmasından duyduğu üzüntü ve keder eseri olan acı bir gülüşle:

      “Saman mı? Saman’da bir şeyin gizli kalması mümkün değildir. Ben size kaç defa demedim mi ki…”

      Cihan, mürebbiyenin kendi kardeşi hakkında herhâlde iyi şeyler söylemeyeceğini anlıyordu. Buna meydan vermek istemedi. Derhâl onun sözünü keserek dedi ki:

      “Kardeşimde hiç hoşlanmadığım, aynı zamanda ne olduğunu da anlayamadığım birtakım hâller görüyorum fakat ne

Скачать книгу