Fergana Güzeli. Corci Zeydan

Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Fergana Güzeli - Corci Zeydan страница 9

Автор:
Жанр:
Серия:
Издательство:
Fergana Güzeli - Corci Zeydan

Скачать книгу

seni ziyaret ederim.” dedi.

      İhtiyar köylü, Cihan Hatun’un bu teşekkür ve gönül alıcılığına karşı minnettarlığını nasıl göstereceğine şaşırmıştı. Cihan’ın elini tutup öpmek istedi. Cihan elini çekti, bırakmadı. Sonra Hizran’a baktı. Mürebbiye cebinden birkaç altın çıkararak köylüye verdi:

      “Amca! Bu paraları al. Oğluna ver. Ok, yay alsın; eğlensin.” dedi.

      Sonra atlara binip oradan uzaklaştılar. Cihan türlü türlü düşüncelere düşmüş, can sıkıntısı artmıştı. Hizran ile baş başa tenha bir yere varınca mürebbiyesine bakıp yakınarak ve üzülerek dedi ki:

      “Şimdi ne fikir vereceksin bakayım? İşte Afşin, Fergana’ya gelmiş. Şüphesiz bize misafir olacak ya da bizi ziyarete gelecek.”

      “Hanımcığım! Onun ziyaretinden ne çıkar? Ne önemi var?”

      Cihan, mürebbiyesinin sözünü kesti:

      “Onunla ilgili hiçbir şeyin bence önemi yoktur. Şahsına da önem vermem. Askerinden de korkmam. Bana hiçbir şey yapamaz fakat onunla bir arada bulunmaktan nefret ediyorum.”

      Hizran, hanımının bu adamdan sakınmasının nedenlerini anlar gibi olmuştu fakat bilmezlikten gelerek:

      “Hanımcığım! Sizin gibi akıllı ve dirayetli bir hanım hiç kimseden korku duymaz. Hâlâ nehre doğru gitme fikrinde misiniz?”

      Cihan son soruyu tuhaf görüyor gibi yüzü tebessüm ettiği hâlde mürebbiyesine dikkatli dikkatli baktı. Lisan hâli “Başka ne yapalım?” demek istiyordu.

      Cihan ile mürebbiyesi ara sıra at sürüsüne bakarak yola koyuldular. Bir müddet sonra sürü gözden kayboldu çünkü başka bir yol takip ediyordu. Güneş akşama doğru gidiyordu. Hizran epeyce acıkmıştı. Cihan ise sevgilisine kavuşma arzusuyla kendisine her şeyi unutturmuştu. Kalbi, hissiyatı heyecan içinde olduğu hâlde yolun büyük bir kısmını sessizlik içinde yürüdüler. Ay Toldı’ya kavuşacağını düşündükçe kalbinin vuruşu bir kat daha artıyordu. Bununla beraber o gün av bahanesiyle kıra çıkmasını, Ay Toldı’yı aramak için oralarda dolaşmasını bir hata, hafiflik saymaktan kendini alamıyordu fakat aşk ve sevdası, seçimine ve iradesine galip gelmişti. Genellikle seçim, irade ve sevda birbiriyle güreşir fakat galibiyet iradeye değil sevdaya nasip olur. Bununla beraber bazen irade ve seçim galip gelir fakat az bir zaman için galip gelir. Galibiyet çok zaman sürerse işte o zaman aşk çabuk giden, zayıf bir sevda demektir. Bazen âşık akıllı, dirayetli olur da sevda uğrunda en akılsız, en hafif ruhlu kimselerin kötülük edemeyecekleri şeyleri yapmaktan çekinmez. Yaptığı şeylerin bir akılsızlık neticesi olduğunu herkesten ziyade kendisi takdir ve itiraf eder çünkü yaptığı şeylerin akıl ve hikmete muhalif olduğunu bile bile yapar. Yapmamak için kendisinde kudret ve kuvvet bulamaz. Zira akıllı sevdazedenin, aşk için yaratılmış bir kalbi vardır. Karşı koymaya muktedir değildir. Karşı koyarsa takat ve tahammülü üstünde bir keder ve ızdırap, bazen cinnete ya da yıldırıma uğramış kimseler gibi sersemlemeye neden olur. Nice sevda düşkünleri vardır ki akıl ve kalp arasındaki mücadelenin kurbanı olmuş, gitmiştir. Akıl ve dirayeti yerinde olan bir kimse, bir sevdaya düşerse aklıyla hissiyatı arasında şiddetli bir kavga baş gösterir. Haysiyet ve hissiyatını gözeten kimse ise izzetinefsine ve sertliğine, vicdanına güvenerek bir şeyden korkmaz. Cihan, akıllı ve sağlam iradeli bir kızdı fakat büyük bir kalp, gayet nazik hissiyat taşıyordu. Ay Toldı’ya samimi ve derin bir aşkla bağlanmıştı. Her ne yapsa kendini o aşkın tesiri altında görüyordu. Onun için ava çıkmayı vesile göstererek sevgilisini aramakta bir sakınca görememişti.

      9

      AMUDERYA SAHİLİ

      Cihan ile mürebbiyesi yürümeye devam ettiler. Altlarındaki atlar nehre varıncaya kadar yola rehberlik ediyorlardı. Nihayet nehir uzaktan görünmeye başladı. Birkaç dakika sonra nehrin bütün sahili boydan boya görünüyordu. Cihan ile mürebbiyesi nehrin her tarafına baktılar. Hiçbir yerde asker çadırlarından, piyade ve süvari askerden eser yoktu. Cihan, atını durdurarak mürebbiyesinden sordu:

      “O taraflarda bir kimse görüyor musun?”

      “Hayır, hanımcığım! Fakat sahile pek çok yaklaşmış bulunuyoruz. Haydi, oraya kadar varalım belki faydalı bir ize rast geliriz.”

      Cihan ile mürebbiyesi tekrar yollarına devam ettiler. Nehrin kenarında bir ağacın altında inşa edilmiş bir kulübeye ulaştılar. Kulübenin etrafındaki izlerden biraz zaman önce birtakım adamların oraya geldikleri ve bir müddet kaldıktan sonra gittikleri anlaşılıyordu. Çünkü orada yakılmış bir ateşin külü, yemek döküntüsü, meyve kabuğu, atılmış kemikler duruyordu. Cihan ile mürebbiyesi oraya varınca kulübenin sahibi derhâl kulübesinden çıktı. Kendisine misafir olacaklarını zannederek karşılamaya koştu. Hizran daha önce Firuz’u yanına çağırmış, oraya inen misafirlerin kim olduklarını kulübe sahiplerinden sormasını emretmişti. Firuz, kulübe sahibine yanaşarak oradan geçenlerin kim olduklarını sordu. Kulübe sahibi:

      “Birtakım Müslüman askeriydiler. Tan vaktinde nehri geçtiler. Burada öğleye kadar kaldılar, yemek yedikten sonra kalkıp gittiler.”

      “Hangi tarafa gittiklerini biliyor musun?”

      “Fergana’ya gittiler, zannederim. Galiba Nevruz’u orada geçirmek istiyorlar.”

      Cihan, bu konuşmayı işitince oraya gelen kimselerin Ay Toldı ile yanındaki adamlardan başkası olamayacaklarını kestirerek kendisinin evde oturmayıp oraya kadar gelmesine pişman oldu. Çünkü Ay Toldı, Fergana’ya gelince hiçbir yere uğramayıp babasının evine gidecekti. Kendisi derhâl geri dönse mutlaka onu orada bulurdu. Cihan, karanlık çökmeden hemen geri dönme emrini verdi. Şehirden iki mil uzakta bulunuyorlardı. Hemen geriye döndüler. Şehrin kapısına doğru atlarını sürmeye başladılar. Şehrin kapısına varınca alay halkını çok geç kaldıklarından dolayı büyük bir merakta gördüler. Hatta bazıları Cihan’ın av takip ettiği yerlerde ne olduğunu anlamaya gitmişlerdi. Uşaklardan biri geyiği kesilmiş bir hâlde getirmemiş olsaydı daha fazla meraka düşeceklerdi. Cihan’ı gelirken gördükleri zaman onu ta uzaktan, kıyafetinden ve atının renginden tanımışlardı. Hepsi birden karşılamaya koştular, yemeğin hazır olduğunu söylediler. Hizran biraz yemek yemesini hanımından rica etti. Cihan sofraya oturdu. Alelacele biraz et, meyve yedi; kımız içti. Fikren pek meşguldü. Yemek yerken uşaklardan birinin mürebbiyesinin kulağına eğilerek gizlice bir şey söylediğini, mürebbiyesinin renginde uçukluk hasıl olduğunu görmüştü. Mürebbiyesini çağırdı, soru sorma manasıyla gözlerine dikkatle baktı. Hizran:

      “Uşak bana Saman’dan bahsetti.” dedi.

      “Saman buraya geldi mi? Şimdi nerede?”

      “Buraya geldiğini, seni sorduğunu, sonra geri döndüğünü söylediler.”

      “Onun çabucak geri dönmesine mutlaka bir sebep var. Hiçbir şey söylememiş mi?”

      “Bir şey söylememiş.”

      Hizran bu sözleri söylerken ağzında kalıp çiğnediği bir lokmayı yutmakla meşgul gibi görünüyordu.

      Cihan, Hizran ile konuşan

Скачать книгу