Akile Hanım Sokağı. Halide Edib Adıvar

Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Akile Hanım Sokağı - Halide Edib Adıvar страница 12

Автор:
Жанр:
Серия:
Издательство:
Akile Hanım Sokağı - Halide Edib Adıvar

Скачать книгу

Gülbeyaz aşüftesi için senden para istediğini kulağımla duydum.

      – Elin namuslu kızına aşüfte demek sana yaraşır mı?

      – Sana da hizmetçi ile, benden gizli, komşu doktorun asistanına para göndermek yaraşır mı?

      – Anasız, babasız bir kızcağız. Mektepte kitap filân alacak parası yok. Unuttun mu bana parasız iğne yaptığını?..

      – Hayır, hayır, “Bu ay geç kaldınız” diyordu. Demek başka aylar da verdin. Bu kız bir yıldır karşımızda. Doktorun evine de onu Güzide’nin koyduğunu doktorun karısı bana söyledi. Güzide ile ne münasebeti var.

      – Belki akrabası…

      – Tamam! Acaba şimdiye kadar bu akrabadan neden bahsetmedi? Hem kız her halde İstanbullu. Güzide Kastamonulu. Hizmetçi bulmak kolay olsa karının kulağından tutup sokağa atacağım.

      – Sen kaybedersin, Ayşe. Bu kadar sadık, bu kadar işimizi ele almış adam nerede bulacaksın?

      – Ben onu önüme alıp sorguya çekeceğim.

      – Onu sen bilirsin, Ayşe! Fakat kaçırırsan, başka hiç bir hizmetçi bizim evi bu kadar az para ile böyle çeviremez.

      – Vay, şimdi de idare ha! Ben de sana sorarım. Bankada büyük parası olmayan bir tekaüt,24 komşu hanımlara neden aylık veriyor acaba? Elimizdeki son şey Şişli’deki dükkân ve Fatih’teki ev. Onları da satacaksın gibi geliyor bana. Bu sırrı mutlak öğrenmek isterim, yoksa…

      Teyzemin sesi yükseliyordu. Yıllar yılı onun böyle konuştuğunu işitmemiştim. İçimi bir korku aldı. Onların arasında da mı bir “acaba” vızıltısı var? Fakat benimkinden daha mühim.

      Bu defa eniştemin de sesi biraz kısık yükseldi:

      – Rica ederim, kavga etmeyelim. Hem de Nermin’in burada olduğu zaman ayıp olur.

      Bir sandalye çekildi. Eniştem sofradan fırlamıştı. Ben de derhal ayaklarımın ucuna basarak mutfağa indim.

      Güzide mutfağın rafına bir tahta koymuş, üstünde hamur açıyordu.

      Arkası kapıya dönük olduğu halde kimin geldiğini hemen anlamıştı:

      – Sana sarılıburma yapıyorum, hani sen Washington’da arada bir bana “kırmalı hamur isterim” der dururdun. O sarı Amerikalı da buna bayılıyor…

      – Sen eniştemin kahvesini unutmuşsun!

      – Hay Allah…

      Oklavayı attı, elini kafasına vurdu. Gazocağına koştu.

      – Gülbeyaz senin nen, Güzide?

      – Teyze Hanım gene onu mu tutturdu? Aman ne hasis! Fakir bir talebeye enişten yardım edecek diye aklı başından gidiyor. Şükür halimize…

      – Peki ama senin onunla münasebetin ne oluyor?

      Güzide’nin garip bir hususiyeti vardır. Umumiyetle çenesi makine gibi işlemeye bahane arar. Fakat cevap vermek istemediği bir sual sorulursa taş kesilir. Ne bir ses, ne bir akis duyarsınız.

      İşte bu suale böyle mukabele etti. Kahve tepsisini tek lâf etmeden aldı, gitti.

      Ben, mutfakta epeyce onun dönmesini bekledim. Nihayet yavaş yavaş odama çıktım. Yatağımı yapıyordu. Şilteyi öyle bir dövüyordu ki, bir can düşmanından hınç alıyormuş hali vardı. Pat pat sesleri ta sofadan duyuluyordu.

      Ben odaya girince bir şey söylemedi. Ben de dolabı açtım, mantomu aldım, giydim.

      – Ben kırmızı konağa gidiyorum. Acaba daha evvel haber vermek lâzım mı?

      – Kapıyı çalar, girersin.

      Fazla konuşmama meydan vermemek için odadan çıktı.

      22

      Belli.

      23

      Belirsiz.

      24

      Emekli.

      6

      AHBAPLIK BAŞLIYOR

      Sokağı geçerken Gülbeyaz, Âkile Hanım kadar merak ettiğim bir insan oluvermişti. Bahçeye girer girmez, Jülyet’in kameriyesi diye düşündüğüm sahanlıkta bir güzel kızın, bizim eve baktığını, şimdilik bir ihtiyar Romeo mevkiindeki eniştemi gözleriyle aradığını göreceğim sandım. Mamafih, Âkile Hanım denilen sual işareti, hiç olmazsa orada geçirdiğim saatte Gülbeyaz muammasını bana unutturdu.

      Kapıyı Âkile Hanım açtı. Bir elinde ucu karşıki duvardaki bir musluğa geçirilmiş lâstik, ağzında sigarası, bahçede âdeta morfin alan bir insanın her şeyi unutan şevkiyle çalışıyordu.

      – Safa geldiniz. Bizim bahçenin en güzel vakti.

      İçerden bana uzun bir bahçe sandalyesi getirdi. Beni nar ağacının altına oturttu.

      Kendisi lâstiği tekrar eline aldı, bir taraftan bahçenin duvarlarına, ortasındaki bir çiçek sergisi gibi duran çiçeklerle dolu kümbete, hatta bazan havaya bile su sıkıyordu. O kadar sakin, fakat renkli ve güzellik modeli bir köşe ki…

      – Hava sıcak bugün… Paltonuzu çıkarmaz mısınız?

      Şimdi kendisi de yanıma bir iskemle getirmiş, ağzında sigarası, kırk senelik ahbapmış gibi bir alışkanlıkla konuşuyor. Lâkırdı icadına uğraşmıyor. Bazan susuyor, gözleri sevgili bir simayı seyreder gibi ortadaki çiçeklere tebessüm ediyor, bana isimlerini söylüyordu. Bu, benim için bir botanik dersi gibi… O kadar az çiçek adı bilirim ki…

      Âkile Hanım’ın ne uzun, ne kadına, ne de erkeğe benzeyen bir vücudu vardı. Fakat en fazla dikkati çeken yüzü idi. Gözlerim takıldı kaldı. Yüzü de uzun, ipince, şakakları basık fakat sadece kemik ve deriden olan bu baş size zayıf tesiri yapmıyordu. Ağzı ufacık, kendisine mahsus bir tebessümü daima muhafaza ediyor. İnce dudaklarının etrafındaki ve küçük gözlerinin uçlarındaki buruşukların ihtiyarlıkla münasebeti olamayan bir ifadesi vardı. Adeta hayata hem gülerek, hem de biraz şaşarak bakan, bu hayat sahnelerini bir beyaz perde üstünde uçuşan hayaller gibi seyreden bir hali vardı.

      Benim onda en çok hoşuma giden şey tabiî bir şekilde susabilen tarafı idi. Siz bir şey sormazsanız, onun da söyleyecek bir şeyi yoksa susmasını bilen nadir bir insandı. Onda beni şaşırtan şey de ilk defa görmüş olduğu halde, tecessüse benzer bir his göstermemesi idi. Lâf benim suallerimle açıldı, uzun uzun konuştu. Hayatının bir safhasını açarken karakterinin de bir tarafının perdesini tutup kaldırıyordu. Fakat bir ucunu görebildiğiniz bu hayat sahnesinin hem geniş, hem de bütün perde kalksa dahi fark edemeyeceğiniz iç

Скачать книгу