İNTİBAH. Namık Kemal

Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу İNTİBAH - Namık Kemal страница 7

Автор:
Жанр:
Серия:
Издательство:
İNTİBAH - Namık Kemal

Скачать книгу

bir şekilde arzuladığından duygularının iyi niyetli bir şekilde karşılık bulduğunu görünce gönlünü saran sevincin etkisiyle yüzünde ve konuşmasında ortaya çıkan canlılığa işvesiyle başka bir parlaklık vererek ve kendi açıldıkça beyi de açarak aralarında iki saat kadar öyle can eriten bir sohbet oldu ki bu sohbet, ruhani meclislere yaraşacak kadar güzeldi.

      Birbirlerine sarılmışçasına yaklaşarak neşelenen sevda dolu bu iki kalp; bulundukları yerin güzelliğine, baharın bereketine, seyrin eğlencesine, sessizliğin ve tenhalığın lezzetine, aşkın etkilerine ve hallerine dair her ne hissettilerse birbirlerine ayrıntılarıyla anlattılar.

      Ali Bey coşkusunu, yeni başlamış sevdanın utangaçlığını, hayallerin oyunlarını, düşüncelerinin dehşetini şairane ve safça konuşmalarla saklamaya çalışıyordu. Mehpeyker’in hisleri ise kabullerin en güzeliyle karşılanmış şehvetli eğilimin sevincinden oluşuyor, gönlünün sevincini sahte bir masumiyetle ve yalan söylemenin ortaya çıkardığı şaşkınlıkla örtüyordu.

      Mehpeyker iki lafın birinde, bundan sonra ömrün lezzetinden pay alacağına dair rahat birtakım sözler söyledi. Ali Bey o güne kadar Mehpeyker’siz geçen ömrü için yazıklanarak üzüldü. İkisi de gönlünce zaman geçirmek için aşk ve arzulardan oluşan nice hayaller ve konuşmalar yaptıkları sırada Ali Bey, ilham gelmişçesine gayet ciddi bir tavırla söze başlayarak dedi ki: “İkiz yaratılmış iki gönül niçin birbirinden ayrı yaşamaya mecbur olsun? Siz de değil sıradan bir adamı, padişahları mutlu edecek kadar güzellik var. Ben de sizi mutlu edemezsem aşk ve bağlılıkla mahzun olmamanıza çalışırım. En küçük eğlenceleriniz dünyada en büyük zevkim olur. Bir anneciğim var, çok iyi ahlaklıdır; elbette benim (size) düşkünlüğümü görünce size benden daha çok hürmet eder. Emrederseniz hemen bugünden…”

      Konuşma buralara varınca Mehpeyker’in yüzündeki canlılık, yerini karaltıya yakın hafif bir üzüntü rengine bıraktı. Ağzındaki nazlı nazlı tebessümler, etrafındaki fıkırdak fıkırdak işvelerin arasına bir temkinli olma hali, bir durgunluk karıştı. Gözlerini mahzun mahzun dikerek: “Biz daha bugünden ta sonunu düşünmeye başladık. Sakın o ümitle kendinizi yormayınız. Benim önümde bir felaket uçurumu var ki onu geçip de bir erkekle evlenmem mümkün değil. Ağzınızdan bir daha böyle bir söz işitirsem beni kıyamete kadar göremezsiniz,” diyerek sözüne son verdi. Mehpeyker’in bu sözlerinin, eğer evlenmeye kalkışırsa alışılagelmiş soruşturma sırasında geçmişi doğal olarak ortaya çıkacağından ve o durumda da değil beye sahip olmak, ondan tamamen ayrılmak zorunda kalacağından dolayı şeytanca bir tedbir olduğunu Ali Bey’in anlayabilmesi şöyle dursun, birdenbire karşılaştığı ümitsizlik acısıyla zihnine hücum eden perişanlık nedeniyle, beklemediği bu ret cevabının sebebini bile düşünemediği için sevgilisini kızdırma korkusunu bile unutarak istemeden; fakat tereddüt ederek soru sormaya kalkıştı.

      “Demin gördüğüm lütuflar neydi? Şimdi, en haklı teklifime gösterdiğiniz karşı çıkış nedir? Sizi dünyada benden ayıracak felaket uçurumu neymiş?” diyecek oldu.

      Mehpeyker, soğukkanlılığını alaycı bir şakacılığa çevirerek: “Zaptiyede sorgu memuru olduğunuzu bilseydim elbette sizden korkar, yakınlaşmaya cesaret edemezdim,” şeklinde belli belirsiz gülerek eğlenmeye başladı.

      Ali Bey’in zihni ise bin türlü zıt düşüncenin ıstırap keşmekeşindeyken, o kadar zeki olduğu halde şakayı gerektiği gibi anlayamadığı için hayran hayran: “Ben zaptiyede sorgu memuru değilim, Bâbıâli’de kâtibim,” demek istedi.

      Mehpeyker, alayla karışık tebessümlerini bir kat daha artırarak: “Babıâli’de herkesin sırrını araştırmak adet midir? Leyla’nın öğrencilerinden kibar nazlısı bir hanımla görüştüm (zavallı kadıncağız ne iyilikseverdi, benim gibi kalın kafalı deli kızla uğraşa uğraşa ders de okuturdu), ondan işitmiştim: Babıâli kâtipleri arasında, duyduğu sırrı saklamak, bir de kimsenin sırrını öğrenmeye çalışmamak edepten sayılırmış. Acaba yanlış mı biliyorum?” sözleriyle derdini açıkladı.

      Bey, Mehpeyker’in sözlerindeki imaları anlayınca bir taraftan bu yaşında bir kadından edep dersi almak gibi bir hakarete uğradığı için tarif olunmaz derecede mahcup olduğundan, diğer taraftan da sevgilisinde bu kadar zekâ, bu kadar bilgi gördüğünden dolayı sevda şevkinin dakika dakika artmasına yenilerek tamamen şaşırdığından değil konuşmaya, itiraza bile gücü yetmeksizin: “İrade sizin! Nasıl emrederseniz öyle olsun,” demekten ve dört beş kelimeyi ağzından döke döke tekrar etmekten başka bir şey söyleyemedi.

      Mehpeyker ise çocuğu öyle bir ümitsizlik halinde bırakmak istemediği için gene o masumca hafifliği ele alarak ve konuşmasını bütün bütün değiştirerek: “Niçin öyle mahzun durdunuz? Ben neyim ki irade benim olacak? Bir kadın, özellikle aşka mağlup olan bir kadın, bir erkeği kendine nasıl boyun eğdirebilir? Yalnız, deminki teklifinizi tekrar etmeyiniz. Başka ne isterseniz emrinize uyarım,” dedi ve gayet arzulu ve sevdalı bir bakışla beyin yüzüne bakarak sözlerine bir de: “Her ne isterseniz…” ilave etti ki – son sözünün her kelimesi isteklerinin baskısı altından çıkar gibi – gayet ağır bir şekilde söyleyerek hoşgörüyü ne derecelere kadar götüreceğini beye anlatmak istedi; fakat beyin o yollarda tecrübesi hiç olmadığı gibi kendilerini kalpleri aldatmaya vekil bilmiş insan kıyafetindeki nice şeytanın yakıştırmalarının özeti olan zevk ve eğlence düşkünlüğünün incelikleri zekâyla anlaşılır şeylerden olmadığından çocuk, Mehpeyker’in son sözlerini yalnızca gönül almadan doğan bir nezakete yordu ve cevabında: “Sizden istediğim, gezinti günleri olsun buraya gelmenizdir. Beni, sohbetinizden mahrum etmeyiniz ki o kadar ihsana da razıyım,” diyerek kalbinin saflığını ve güzel ahlakını Mehpeyker’in gözünde tamamen ortaya çıkardı.

      Kız, bu saf tavırlar üzerine gene küçümsemeyle karışık şakalarını ele alarak: “Çok şey istediniz; fakat ne çare ki uymaktan başka elimden bir şey gelmez. Gezintiye gelmek alışkanlık olmuş, yakınlaşıp konuşmamıza kimse başka bir şey de söyleyemez. İnşallah uzun uzadıya kardeş gibi görüşürüz, eğleniriz,” diyerek ve saate baktıktan sonra vaktin geçtiğinden söz ederek gayet âşıkane bir vedayla arabasına döndü.

      Mehpeyker arabasına girince beş, on dakika beyin saflığından dolayı arzusunu anlatabilmekte düşeceği zorlukları aklından geçirdiyse de sevgilisinin, güzelliğine gösterdiği hayranlıktan, entrika ve tecrübelerine karşı mağlubiyetinden emin olduğu için, başlayan yakınlaşmanın gücüyle isteklerine ilk fırsatta ulaşacağına kesinlikle inanarak yalısına yüzü gülerek ve gönül rahatlığıyla gitti.

      Ali Bey, tam aksine geçen ömrüne üzüntüyle bakmış bir hâkim gibi hüzün ve şaşkınlıkla Mehpeyker’in gittiği tarafa gözlerini dikti. Araba gözünden kaybolunca kızın evlilik teklifinden o derece kaçması hakkındaki bin bir türlü düşünce beynine hücum etti.

      Mehpeyker’in kendisine ilgisiz olduğunu varsaydı. Onun etkisiyle uğradığı perişan düşünceler arasında biraz önce gördüğü davranışları düşünerek varsayımının doğru olmasına bir türlü ihtimal vermedi. Gerçi, aşktan mahrum olan bir kız, bir kere kendine işaret etmiş ve bir kere de arabasının arkasına düşmüş bir delikanlıya niçin defalarca nazlasın, yalvarsın.

      Kızın başka birine âşık olabilme ihtimalini düşündü. O kırgınlıkla kalbine musallat olan rakipçe öfkeler, âşıkane kıskançlıklar içinde gene

Скачать книгу