Bir Adım Geriden. Хеннинг Манкелль
Чтение книги онлайн.
Читать онлайн книгу Bir Adım Geriden - Хеннинг Манкелль страница 5
Baiba o yıl Noel için Ystad’a gelmişti. Linda arkadaşlarıyla İskoçya’ya gitmeden önce Noel akşamını onlarla birlikte geçirmişti. Yılbaşından birkaç gün sonra da Baiba İsveç’e hiçbir zaman taşınmayacağını açıklamıştı. Uzun zamandan beri bu konuyu enine boyuna düşündüğünü söylemişti ama artık kesin kararını vermişti. Üniversitedeki konumunu yitirmek istemiyordu. İsveç’te, özellikle de Ystad’da ne yapacaktı? Çevirmenlikten başka bir şey yapamayacaktı ve bu da hiç hoşuna gitmiyordu. Wallander genç kadının fikir değiştirmesi için elinden geleni yapmıştı. Ne var ki ikisi de bu ilişkinin artık sona erdiğini çok iyi biliyordu. Dört yıl süren bir ilişkide artık geleceğe uzanan tüm yollar kapanmıştı. Wallander o kış akşamının geri kalan bölümünü daha önce kendini hiç bu denli terk edilmiş ve yalnız hissetmediğini düşünerek geçirmişti ama daha sonra tüm benliğine başka bir duygu hâkim olmaya başlamıştı. Rahatlık duygusu. Şimdi artık en azından nerede durduğunu biliyordu.
Bir motor hızla limandan çıktı. Wallander ayağa kalktı. Yine tuvalete gitmesi gerekiyordu.
İlk günlerde zaman zaman birbirlerine telefon edip hatır soruyorlardı ama bu da bir süre sonra sona ermişti. Altı aydan beri konuşmamışlardı. Bir gün Linda’yla birlikte Visby’de yürürlerken genç kız Baiba’yla ilişkilerinin bitip bitmediğini sormuştu.
“Evet,” diye karşılık vermişti Wallander. “Bitti.”
Linda, babasının sözlerini sürdürmesini beklemişti.
“Bana sorarsan aslında ikimiz de bu ilişkinin bitmesini istemedik ama yine de bu kaçınılmazdı.”
Eve döndüğünde gazetesini okumak için kanepeye uzandı ama uzanır uzanmaz da derin bir uykuya daldı. Bir saat sonra bir düşün tam ortasında şaşkınlık ve heyecanla uyandı. Babasıyla birlikte Roma’daydılar. Rydberg de onlarla birlikteydi ve yanlarında bacaklarına sıkı sıkıya sarılmış, yürümelerini engelleyen cüce benzeri garip yaratıklar vardı.
Düşümde ölüleri gördüm, diye geçirdi içinden. Acaba bu ne demekti? Neredeyse her gece babamı düşümde görüyorum ama o öldü. Bildiğim her şeyi bana öğreten eski dostum ve meslektaşım Rydberg’i de görüyorum. O da öleli neredeyse beş yıl oluyor.
Balkona çıktı. Hava hâlâ sıcak ve sakindi. Ufukta bulutlar toplanmaya başlamıştı. Birden ne denli yalnız olduğu gerçeği bir tokat gibi yüzüne çarptı. Stockholm’de yaşayan ve ara sıra gördüğü kızı Linda dışında hemen hemen hiçbir dostu, arkadaşı yoktu. Zaman zaman birlikte olduğu kişilerse iş arkadaşlarıydı. Onlarla iş dışında görüşmüyordu.
Banyoya gidip yüzünü yıkadı. Aynaya bakınca güneş yanığı teninin açılmadığını ama yorgunluğun alabildiğine belirgin olduğunu gördü. Gözleri kan çanağına dönmüştü. Saçları dökülmeye başlamıştı. Yaz başından bu yana birkaç kilo vermesine karşın yine de şişman sayılırdı.
Telefon çaldı. Arayan Gertrud’du.
“Rynge’ye geldiğimi haber vermek istedim. Her şey yolunda.”
“Ben de seni düşünüyordum,” dedi Wallander. “Yanında kalmalıydım.”
“Sanırım anılarımla bir süre yalnız kalmaya ihtiyacım vardı ama burada her şey yolunda. Kız kardeşimle çok iyi anlaşıyoruz. Zaten aramız her zaman çok iyi olmuştur.”
“Bir iki hafta sonra seni görmeye geleceğim.”
Telefonu kapatır kapatmaz telefon yeniden çaldı. Bu kez arayan iş arkadaşlarından Ann-Britt Höglund’du.
“Nasıl geçtiğini öğrenmek için aradım,” dedi.
“Ne nasıl geçti?”
“Babanın evini satışa çıkarmak için bugün emlakçıyla görüşmeyecek miydin?”
Wallander ona bu konudan geçen gün söz ettiğini hatırladı.
“İyi geçti,” dedi. “Eğer istersen üç yüz bin krona satın alabilirsin.”
“Görmeme bile gerek yok,” diye karşılık verdi genç kadın.
“Tuhaf bir his bu aslında,” diye konuşmasını sürdürdü Wallander. “Ev artık bomboş. Gertrud taşındı ve hiç tanımadığım birileri gelip eve yerleşecek. Büyük olasılıkla yazlık olarak kullanacaklar. Evi satın alanlar babamla ilgili hiçbir şey bilmeyecekler.”
“Tüm evlerin hayaletleri vardır. Tabii yenilerin dışında.”
“Terebentin ve yağlı boya kokusu bir süre daha orada kalacak,” dedi Wallander. “Ama bu koku da geçtikten sonra o evde bir zamanlar yaşayanlara ilişkin hiçbir şey kalmayacak geride.”
“Evet, işin en üzücü yanı da bu değil mi?”
“Evet, yaşam bu belki de. Yarın görüşürüz. Aradığın için teşekkürler.”
Wallander mutfağa gidip su içti. Ann-Britt çok düşünceli biriydi. Kendisine söylenenleri asla unutmuyor, karşısındakilere ilgi gösteriyordu. Eğer kendisi onun yerinde olsaydı asla onun gibi davranmaz, her şeyi unutur giderdi.
Daha sonra da Löderup’tan getirdiği kutuları açtı. Karton kutulardan birinin dibinde kahverengi bir zarf vardı. Zarfı açınca karşısına eski ve renkleri solmuş birkaç fotoğraf çıktı. Bunları daha önce gördüğünü hiç hatırlamıyordu doğrusu. Fotoğraflardan birinde kendisi de vardı. Dört ya da beş yaşlarında olmalıydı. Büyük bir Amerikan arabasının motor kapağının üstünde oturuyordu. Düşmemesi için babası da hemen yanı başında duruyordu.
Wallander fotoğrafı alıp mutfağa gitti, mutfak çekmecelerinden birini açıp büyüteci çıkardı.
İkimiz de gülümsüyoruz, diye geçirdi içinden. Gözlerimi kameraya dikmiş gururla bakıyorum. Babamın tablolarını akıl almaz fiyatlarla satın alanlardan birinin galerisinde bu arabanın üstüne oturmama izin vermişlerdi. Babam da gülümsüyor ama gözlerini benden ayırmadan.
Wallander elinde fotoğrafla uzunca bir süre oturdu. Bu fotoğraf ona asla bir daha ulaşılamayacak geçmişini anımsatmıştı. Bir zamanlar babasıyla çok yakındılar ama ona polis olacağını söylediğinde bu bağ kopuvermişti. Babasının son yıllarında, yitirdikleri yakınlığı yavaş yavaş geri kazanmaya çalışmışlardı.
Asla eskisi gibi olamadık, dedi kendi kendine Wallander. Bu fotoğrafta olduğu gibi o gülümsemelerimize bir daha asla geri dönemedik. Bunu Roma’da yakalar gibiydik ama yine de hiçbir şey eskisi gibi olmadı bir daha.