Cehennem. Henri Barbusse

Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Cehennem - Henri Barbusse страница 5

Автор:
Жанр:
Серия:
Издательство:
Cehennem - Henri Barbusse

Скачать книгу

Gözlerimin önünde örtülerinden soyunan adamların ve kadınların, çirkinliğine rağmen bir sanat eseri kadar güzel bulduğum samimiyetini görme telaşıyla, yukarı çıkıyorum. Yeniden odamdayım, iki yana açtığım kollarımı sanki sarılıyormuşum gibi duvara dayayıp, yan odaya bakıyorum.

      O, orada, ayaklarımın dibinde öylece uzanıyor. Boş olmasına rağmen, insanların birbiriyle karşılaştığı ve iletişim kurduğu zamanlardan çok daha canlı görünüyor. O insanların silinmek, kendilerini unutturmak için kalabalıklara, yalan söylemek için bir sese ve arkasına saklanmak için bir yüze ihtiyaçları var.

      III

      Gecenin tam ortası. Kadife gibi kalın gölgeler her taraftan üzerime eğiliyor.

      Etrafımdaki her şey, karanlıklara gömüldü. Bu karanlığın ortasında, dirseklerimi yuvarlak masaya dayamış, güneş gibi parlayan lambanın ışığında oturuyorum. Çalışıyor gibi görünüyorum, ama gerçekte, dinlemekten başka yapacak işim yok.

      Az önce yan odaya baktım. Kimse yok, ama kuşkusuz biri gelecek.

      Biri gelecek, belki bu akşam, belki yarın, belki bir başka gün. Kaçınılmaz olarak biri gelecek, ardından başkaları birbiri ardına gelecekler. Bekliyorum ve sadece bunun için yaratılmışım gibi geliyor bana.

      Yatağıma uzanmaya bile cesaret edemeden, uzun süre bekliyorum. Sonra, çok geç saatte, epeydir devam eden sessizlik beni felce uğratmışken, bir gayret gösterip, yeniden duvara kenetleniyorum. Dua ederek, gözlerimi deliğe yaklaştırıyorum. İçerisi karanlık, her şey gölgelere karışmış. Oda, geceyle, bilinmezlerle, her çeşit olasılıkla dolu. Kendimi sırt üstü yatağıma bırakıyorum.

      Ertesi sabah, gün ışığının doğallığında gördüm odayı. Doğan günün içeriye yayılmasını izledim. Yıkıntılarının arasından çıkıp, yavaş yavaş ayağa kalkışını.

      Benimkiyle aynı şekilde döşenmiş ve düzenlenmiş bir oda bu. Tam karşımda, üzerinde aynasıyla şömine var, sağda yatak, solda, pencereyle aynı tarafta, bir kanepe… Odalar birbirinin aynı, ama benim hikâyem biterken, diğerininki başlamak üzere…

      Sıkıcı öğle yemeğinden sonra, beni cezbeden tek noktaya, duvardaki çatlağa geri dönüyorum. Hiçbir şey yok. Geri iniyorum.

      Hava ağır. İnatçı bir yemek kokusu buraya kadar geliyor. Boş odamın sınırsız büyüklüğünün ortasında, öylece duruyorum.

      Kapımı önce aralayıp sonra ardına kadar açıyorum. Koridorlarda, üzerlerindeki bakır levhalarda numaraları yazan oda kapıları kahverengiye boyanmış. Hepsi kapalı. Sadece benim duyduğum, hatta bu hareketsiz ve kocaman evde gereğinden fazla duyduğum, birkaç adım atıyorum.

      Sahanlık uzun ve dar. Bir gaz lambasının parladığı duvar, koyu yeşil taklit bir halıyla kaplı. Tırabzana dirseğimi dayıyorum. Bir uşak (masada yemek servisi yapan ve şu an üzerindeki mavi önlük ve dağınık saçlarıyla pek de tanınacak halde olmayan), koltuğunun altında gazetelerle, seke seke üst kattan iniyor. Madam Lemercier’nin küçük kızı, boynunu tıpkı bir kuş gibi öne uzatmış, dikkatli bir şekilde tırabzana tutunarak yukarı çıkıyor ve ben, onun küçük adımlarını, uçup giden saniyelere benzetiyorum. Bir adam ve bir kadın, onları duymamam için konuşmalarına ara vererek önümden geçiyor, sanki düşüncelerinin sadakasını benden sakınırlarmış gibi.

      Bu önemsiz olaylar, perdenin üzerine kapandığı komedi sahneleri gibi, hiçbir iz bırakmadan yok oluyor.

      Moral bozucu bir öğleden sonra geçiriyorum. Bu evin içinde ve dışında işsiz güçsüz dolaşırken, her şeyin karşısında yalnızmışım duygusuna kapılıyorum.

      Ben koridordan geçerken, bir kapı, bir kadın kahkahasını boğarak çabucak kapanıyor. İnsanlar uzaklaşıyor, kendilerine kapanıyor. Sessizlikten beter, anlamsız bir gürültü sızıyor duvarlardan. Kapıların altından, karanlıktan beter, ölgün bir ışık süzülüyor.

      Merdivenlerden iniyorum. Salondan gelen konuşma seslerinin çekiciliğine kapılıp içeri giriyorum.

      Grup halindeki birkaç adam, hatırlamadığım birtakım cümleler sarf ediyorlar. Çıkıyorlar; yalnız kalıyorum. Koridorda tartışmaya devam ettiklerini duyuyorum. Sonunda sesleri yok olup gidiyor.

      Ardından, beraberinde bir ipek hışırtısı, bir çiçek ve tütsü kokusuyla, kibar bir kadın giriyor içeri. Parfümü ve şıklığı odayı dolduruyor sanki.

      Kadın, yumuşak bakışlı uzun güzel yüzünü hafifçe öne doğru uzatıyor. Ama onu iyi göremiyorum, çünkü bana bakmıyor.

      Oturuyor, bir kitap alıp sayfalarını çeviriyor, sayfalardan yüzüne beyaz bir ışık ve düşünceler yansıyor.

      İnip çıkan göğsüne, kıpırtısız yüzüne ve onunla bir olmuş, adeta canlı gibi görünen kitaba bakıyorum gizlice. Teni öyle ışıltılı ki, ağzı neredeyse karanlık bir delik gibi görünüyor. Güzelliği hüzünlendiriyor beni. Tepeden tırnağa hayranlıkla ve büyük bir kederle seyrediyorum bu yabancıyı. Varlığıyla benliğime dokunuyor. Bir kadın bir adama yaklaştığında, hele ki yalnızsa, daima onun benliğine dokunur. Aralarındaki onca farka rağmen, başlangıçları hep müthiş bir mutluluk yaratır.

      Ama kadın gidiyor. Ona dair her şey bitiyor böylece. Hiçbir şey olmadı, ama yine de bitiyor işte. Tüm bunlar fazla basit, fazla güçlü, fazla gerçek.

      Eskiden olsa hissetmeyeceğim bu tatlı umutsuzluk endişelendiriyor beni. Dünden beri, değiştim sanki. İnsan hayatını, o yaşayan gerçekliği herkes gibi ben de tanıyordum. Ne de olsa, doğduğumdan beri yaşıyorum bu deneyimi. Şimdiyse, bir çeşit endişeyle de olsa, kutsal bir şekilde karşıma dikildiğine inanıyorum.

      Geri çıktığım odamda, öğleden sonra yerini akşama bırakıyor.

      Penceremden, tatlılıkla göğe tırmanan akşama ve kaldırımlarda dört bir yana dağılan kalabalığa bakıyorum.

      Gelip geçenlerin akıllarında bir an önce evlerine dönmek var. İçinde bulunduğum evin duvarları arasından garip uğultular sızıyor, uzaktan, kiracıların gamsız seslerini duyuyorum.

      Yan taraftan bir gürültü geliyor… Yatağa tırmanıp duvara yaslanıyor, komşu odaya bakıyorum. Her şey şimdiden griye bürünmüş. Gölgelerin içinde bir kadın var.

      Demin benim yaptığım gibi, pencereye yaklaşmış. Bu, bir odada yalnız kalan herkesin yaptığı, sıradan bir hareket herhalde.

      Gözlerim karanlığa alıştıkça, silueti netleşiyor, onu daha iyi görüyorum.

      Bu güz başlangıcında, üzerinde, kadınların güneş altında ışıldamasına neden olan şu parlak elbiselerden biri var. Pencereden süzülen solgun ışık, onu donuk bir haleyle çevreliyor. Elbisesi, uçsuz bucaksız alacakaranlığın, peri masallarındaki zamanın

Скачать книгу