Aşk başka yerde. Elif Usman
Чтение книги онлайн.
Читать онлайн книгу Aşk başka yerde - Elif Usman страница 18
Doktor sert bir sesle sözünü kesti Sabahat’ın.
“Mesai bitince bir gidip bakarım. Ama benden ona bakıcılık yapmamı beklemiyorsun herhalde.”
Sabahat’ın yüzü daha da asıldı. Doktordan başka yardım isteyebileceği kimse aklına gelmediği için kendine kızıyordu.
“Helbet beklemiyorum. Ne haddime? Ben sadece… Diyecektim ki…”
Bir an duraksadı. Doktorun sıkıntıyla saatine baktığını görünce paniğe kapılarak devam etti.
“Cavidan Hanım’ın yanına birini bulsanız? Hani, şöyle elinden iş gelen, becerikli, sabırlı bir kadıncağız… Evi çekip çevirecek, Cavidan Hanım’a bakacak… Köyde herkesi bilirsiniz siz. Şuraya gelen hastalara deyiverseniz, yeter. İşe ihtiyacı olan birileri vardır helbet. Sevaba girersiniz.”
Doktor Arif Bey’in sevapla mevapla işi yoktu ama kötü bir insan da değildi.
“Olur, hallederiz,” diye cevap verdi.
Böylece Sabahat, sorumluluğu devredecek birini bulmanın gönül rahatlığı içinde oradan ayrıldı. Doktor da, o gün içinde huzuruna çıkan hastalara Cavidan Hanım’ın yanına acilen bir hizmetçi kadın arandığı haberini verdi. Daha fazla çaba sarf etmesine de gerek yoktu. Nasıl olsa akşama kalmadan köyde kulaktan kulağa yayılacaktı haber.
Külüstür Anadol, çiftlik evinin önünde durduğunda hava kararmak üzereydi. Arif Bey çantasını alıp arabadan indi, eve doğru ilerledi. Dış kapı sabah Sabahat’ın bıraktığı gibi, ardına dek açık duruyordu. Arif Bey hiç tereddüt etmeden içeri girdi. Alışkın ve dikkatli adımlarla fare kapanlarıyla dolu merdivenleri çıktı, fare kapanlarıyla dolu koridor boyunca ağır ağır yürüyerek Cavidan Hanım’ın odasına doğru ilerledi. Daha önce defalarca gelmişti bu eve. Cavidan Hanım ne zaman rahatsızlansa, ki yılda en az on kez doktora gereksinim duyacak derecede rahatsızlanırdı, Arif Bey çiftliğe çağrılırdı. Bu yüzden o evde gördüğü hiçbir şeyi yadırgamıyordu artık. Adım başı karşısına çıkan fare kapanlarının da, evin kasvetli havasının da, Cavidan Hanım’ın duvarlara sinmiş deliliğinin de yabancısı değildi.
Evin içindeki ölüm sessizliği dışında her şey her zamanki gibiydi. Bu sessizliği de Sabahat’ın yokluğunun doğal bir sonucu gibi algılayan Arif Bey, Cavidan Hanım’ın oda kapısı önünde durdu. Son derece sakin ve soğukkanlı bir edayla, elini kapıya hafifçe vurup seslendi.
“Cavidan Hanım?”
İçeriden bir ses gelmeyince kapıyı tekrar tıklatıp tekrar seslendi. Ancak yine bir cevap alamadı. Ve ancak o zaman, Arif Bey’in daima vurdumduymaz bir ifadeye sahip, öyle ki bu ifadenin artık taşlaşıp katılaştığı yüzünde ufak bir değişiklik oldu. Adeta bir endişe, panik belirtisi yüzünü yalayıp geçti.
“Cavidan Hanım?”
Üçüncü ve son seslenişi yine sessizlikle karşılanınca, Arif Bey kapıyı araladı. İçeri baktı. Odada kimse yoktu.
Evin labirent gibi koridorlarında giderek artan bir hızla dolaşıp, bütün oda kapılarını açıp bakarak Cavidan Hanım’ı aramaya başladı Arif Bey. En son açtığı kapının ardında, banyoda gördüğü manzara endişesini daha da arttırdı. Banyoyu su basmıştı. Açık unutulan musluktan damlayan su zemindeki gölü büyütmüş, Arif Bey içeri adımını atınca ayakları suya gömülmüştü. Gölün, zeminden birkaç santimetre kadar yüksekteki eşiği aşıp taşan bir ırmak gibi koridora yayılması an meselesiydi. Arif Bey derhal musluğu kapattı, tıkanmış gideri açtı. Böylelikle olası sel felaketinin önüne geçtikten sonra, uzun koridorun tam ortasındaki banyo kapısının önünde durup, hangi yöne gitmesi gerektiğini kestiremiyormuş gibi bir sağına bir soluna baktı. Neredeyse bütün evi aramıştı. Cavidan Hanım’ın en az otuz senedir o evden dışarı adımını atmadığını, bir mucize olmadığı sürece de atmayacağını bilmesine rağmen, belki de evde olmadığını, dışarı çıktığını, başka bir yere gittiğini düşünmeye başlamıştı. Tam o anda, ayaklarının dibinden, banyo kapısının önünden başlayıp sola kıvrılan ve yarımşar metre aralıklarla koridorun sonuna dek devam eden ıslak izleri fark etti.
Takip ettiği izler onu çatı katına götürdü ve orada, çatı katı odasının girişinde terk edip gitti. Hava iyice kararmıştı, odada elektrik de yoktu. Göz gözü görecek gibi değildi. Arif Bey, ceketinin cebinden çakmağını çıkartıp çaktı. Küçük bir alev, Arif Bey’in etrafındaki dar bir alanı belli belirsiz aydınlattı. Arif Bey, elindeki çakmağın küçük alevinin verdiği zayıf ışık rehberliğinde, bastığı yeri görememenin verdiği tedirgin adımlarla çatı katının içlerine doğru ağır ağır yürüdü. Bir yandan da çakmağı sağa sola tutarak etrafını görmeye çalışıyor, artık karanlığa biraz olsun alışmış gözleriyle Cavidan Hanım’ı arıyordu.
Birden ayağı bir şeye takıldı. Sendeledi, son anda dengesini sağlayarak düşmekten kurtuldu. Eğilip baktığında, takıldığı şeyin yerde boylu boyunca ve hareketsiz yatmakta olan Cavidan Hanım’ın ta kendisi olduğunu gördü. Çakmağı Cavidan Hanım’ın yüzüne doğru tuttu. Titreyen alevin ardında gördüğü yüz karşısında ürperdi. Gözleri kapalıydı Cavidan Hanım’ın. Bembeyaz yüzü acıyla gerilmiş ve kaskatı kesilmişti. Nefes almıyor gibiydi.
Arif Bey’in ilk düşündüğü, çok geç kaldığı oldu. İlk hissettiği ise belli belirsiz bir pişmanlık… Keşke bu kadar vurdumduymaz davranmasaydı, keşke daha erken gelseydi, hiç olmadı birini gönderseydi kadıncağızı yoklaması için… Öldüğüne neredeyse emin olmasına rağmen hem alışkanlıktan hem de adet yerini bulsun diye yaşlı kadının nabzını tuttu. Aynı anda da fısıltıyı andıran bir sesle irkildi.
“Kimsin sen?”
Arif Bey şaşkınlıkla başını kaldırıp Cavidan Hanım’ın yüzüne baktı tekrar. Cavidan Hanım’ın gözleri fal taşı gibi açılmıştı şimdi. Karanlıkta tam olarak seçemediği adama korkuyla bakıyordu.
Arif Bey ise, bir ölünün dirildiğine tanık olmuş gibi donakalmıştı.
Sorusuna cevap alamayınca. “Kimsin?” diye fısıldadı yine Cavidan Hanım. Arif Bey, kendini toparlamaya çalışırken güçsüz bir sesle cevap verdi.
“Ben Arif, Cavidan Hanım. Doktor Arif… Tanımadınız mı?”
Cavidan Hanım bir an boş gözlerle baktı Arif Bey’in yüzüne. Sonra onu duymamış gibi bakışlarını çevirdi, korku dolu gözlerini etrafında gezdirerek, “Gittiler mi?” diye sordu.
Arif Bey anlamamıştı.
“Kim?”
“Onlar… Fareler…”
Cavidan Hanım bir an duraksadıktan sonra sayıklar gibi konuşmaya devam etti. Sesinde derin bir acı ve büyük bir korku vardı.
“Her yerdeler… Yüzlerce… Etrafımızdalar… Bakın, görmüyor musunuz?