Aşk başka yerde. Elif Usman
Чтение книги онлайн.
Читать онлайн книгу Aşk başka yerde - Elif Usman страница 19
Birden aklına gelen başka bir düşünceyle sarsıldı Cavidan Hanım.
“Burası cehennem mi yoksa? Öldüm ben, değil mi? Öldüm ve cehenneme geldim… Cehennem onlarla doluymuş demek… Meğer cehennemin sesiymiş o işittiğim… Cehennem buradaymış… Çatıda… Benim cehennemim… Cavidan’ın cehennemi… Aşk… Aşk cehennemmiş… Ben de sanıyordum ki… Sanıyordum ki…”
Daha fazla konuşamadı. Boğazını sesinin çıkmasını engelleyen bir yumru tıkadı. Bilincini gölgeler kapladı. Göz kapakları ağırlaştı, gözlerinin önüne yarım bir perde gibi indi.
Arif Bey, yarı baygın durumdaki Cavidan Hanım’ı kucağına aldı. O kadar zayıftı ki onu taşımakta hiç zorlanmadı. Kucağında tüy gibi hafif yaşlı kadınla, karanlıkta kör gibi ilerledi. Onu aşağıya, odasına indirdi. Yatağına yatırdı. Başucu lambasını yaktı. Cavidan Hanım’ın üzerindeki gelinliği ve başındaki duvağı ancak o zaman fark etti. “Zavallı… Hepten kafayı yemiş,” diye geçirdi aklından. Sonra yanında getirdiği çantayı açtı. İçinden bir şırınga ve morfin ampulünü çıkardı. Ampulü kırıp morfini şırıngaya doldurdu. İlacı Cavidan Hanım’ın kolundaki belirginleşmiş mor damara enjekte etti.
Yaşlı kadının yarı kapalı gözlerinin önündeki görüntü netliğini kaybetti, Doktor Arif Bey’in yüzü bulanıklaştı, sonra her yer tamamen karardı ve Cavidan Hanım müthiş bir hızla dipsiz, karanlık bir kuyuya düştüğünü hissetti.
Hatice, divanda sabırsızca kıpırdanarak mutfağa doğru seslendi.
“Kız Ayşe! Hadisene!”
Ayşe içeriden karşılık verdi.
“Dur kız, çay ediyom.”
“Boşver çayı şimcik. Anlatacaklarım var.”
“Geldim, patlama.”
Hatice kendi kendine mırıldanır gibi, ama Ayşe’ye de duyurmaya çalışarak, “Hey Yarabbim,” diye söylendi. Sonra bakışlarını, karşısındaki divanda sıkıntıyla oturmakta olan Umut’a çevirdi.
“Senin bu anan var ya, öldürür insanı valla. Karıda merak namına bir şey kalmamış. İçi kurumuş tekmil.”
Umut, Hatice’ye ilgisiz gözlerle baktı. Karşılık vermedi. “İçi kurumuş…” diye geçirdi aklından. Bu kadın da amma saçma sapan konuşuyordu. Konuşmaya başladı mı susmak da bilmezdi. Umut ondan da, zırt pırt gelmesinden de, akşama kadar oturmasından da bıkmıştı. Okul çantasını açıp rastgele bir ders kitabı çıkardı. Başını kitaba gömdü. Çalışıyormuş gibi yapmak en iyisiydi. Belki o zaman insafa gelir de onu rahatsız etmezdi en azından.
Ama umduğu gibi olmadı. Hatice’nin susmaya hiç niyeti yoktu. Sırf konuşmuş olmak için, laf olsun diye sordu.
“Derslerin nasıl bakayım?”
Umut başını kitaptan kaldırmadan, “İyi,” dedi. Aslında hiç de iyi değildi. Maksat soruyu başından savmaktı.
“Aferin. Kaç oldun şimdi sen?”
Kim bilir kaçıncı kez soruyordu bu soruyu. Evlerinden çıkmayan kadının bir türlü kaçıncı sınıfa gittiğini öğrenememesi, ikide birde bunu sorup durması sinir ediyordu Umut’u. İlgilenmiyorsa niye soruyordu ki? Laf olsun diye sormanın ne gereği vardı? İlle de konuşmak, bir şeyler söylemek zorunda mıydı? Bir gün dayanamayıp içinden geçenleri suratına söyleyiverecekti Umut. Ama o gün daha gelmemişti. Hatice Teyze’ye ayıp olmasın diye, uslu uslu cevap verdi.
“Orta üç.”
“Maşallah. Bitiyor bu sene demek?”
Umut, evet anlamında başını salladı. Ama o kadar da emin değildi bundan. Üç sene önce, ilkokul beşinci sınıftayken de biteceğini sanıyordu. Şansına, o sene zorunlu eğitim beş seneden sekiz seneye çıkarılmasaydı bitecekti de. Okuldan nefret eden ve biteceği günü sabırsızlıkla bekleyen Umut için çok kötü bir sürpriz olmuştu bu. Üç sene daha okula gitmek zorunda olduğunu duyunca, içini sıkıntı basmıştı. Nasıl geçerdi üç sene daha?
Ama geçmişti işte. Annesine göre göz açıp kapayıncaya kadar, Umut’a göreyse pek o kadar da hızlı değil. Hatta yavaş… O kadar yavaş ki, seneler bitmek bilmemişti. Nasıl geçtiğini bir Umut bilirdi. Hele okulda geçirdiği saatler… Saniyeler dakikalara, dakikalar saatlere, saatler de günlere bedeldi.
Evet, şimdi zorunlu eğitiminin sekizinci ve son senesi tamamlanmak üzeriydi. Ama Umut yine kötü bir haber alıp, bir üç sene daha okula devam etmek zorunda kalacağını öğrenmekten korkuyordu. Ne zaman, ne olacağı belli olmazdı. Bu yüzden artık hiçbir şeyden emin olamıyordu.
“Ne yapacaksın bitince?”
“Bilmem…”
Bir işe girip çalışırdı herhalde. Çalışması lazımdı. Ne iş yapabileceğine dair hiçbir fikri yoktu ama. Balıkçılık hayalleri suya düşeli beri kafasının içi bomboştu. Bir hayali de, amacı da kalmamıştı. Tek bildiği artık erkek olmaya başladığı ve çalışıp ekmek parasını kazanması gereken zamanın yaklaştığıydı. İki ay sonra on beşine basacaktı. Boyu kısa, vücudu çelimsiz; hâlâ çocuk görünümünden tam olarak sıyrılamamıştı. Fakat yüzünü kaplamış sivilceler; kalınlaşmaya çalışan ama bunu henüz başaramadığı için acayip çıkan sesi; hayatı daha farklı, daha karamsar gözlerle görmeye başlaması; her şeyin anlamını yitirmesi; her şeyden ve herkesten sıkılması; iyice içine kapanması; içini nedensiz, anlamsız ve bitmek bilmeyen bir acının ve sabırsızlık hissinin kaplaması; kendinden utanması ve kendini sevmemesi; annesine onu dünyaya getirdiği için öfke duymaya başlaması; ilkbaharın gelişini, yazın yaklaşmasını eskisi gibi sevinçle değil de hüzünle karşılaması ve bunlar gibi daha bir çok belirti, Umut’un çocuklukla yetişkinlik arasındaki, bir gün herkesin geçmek zorunda kaldığı o dengesiz köprüden geçmeye çalıştığını ispatlıyordu. Adına “buluğ çağı” denen korkunç çağı yaşamaktaydı. Fiziksel, ruhsal, düşünsel ve duygusal olarak, ne çocuktu ne de yetişkin. İkisinin arasında sıkışıp kalmıştı, ama bir yandan da bir an önce büyümek zorunda olduğunu hissediyordu. Çünkü uzun süre çocuk kalacak ya da ergenliğin bunalımlarını doya doya yaşayacak lüksü yoktu.
Babasının ölümünden sonraki bu üç sene boyunca çok zor günler geçirmişlerdi. Annesi yüzünü kızartıp, yıllardır küs olduğu abisinin kapısını çalmak zorunda kalmıştı sonunda çaresizlikten. Durumunu anlatmış, ondan yardım istemişti. Doğrusu, dayısının onlara el uzatacağını hiç beklemiyordu Umut. Sırf fakir bir adama vardı diye kardeşine sırt çeviren, yıllarca arayıp sormayan, yoktan yere bu kadar kin tutan bir adamdan ne beklenirdi? Ama yıllar dayısını yumuşatmıştı anlaşılan. Kocasını kaybetmiş, çocuğuyla ortada kalmış, ne yapacağını, nasıl