Çin mitolojisi. John C. Ferguson

Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Çin mitolojisi - John C. Ferguson страница 2

Автор:
Жанр:
Серия:
Издательство:
Çin mitolojisi - John C. Ferguson

Скачать книгу

mutlakıyet teorisine karşı liberalizmin merkezi haline gelmiştir. Liberal Okul, devletin başındaki kişinin şahsi eylemleri için en sıradan insan kadar hesap vermesi gerektiğine inanır. Oysa Konfüçyüs’ün muhafazakâr sisteminde imparator kanunla kısıtlanamaz. Ahlaki yargıların imparatorun yönetimine yön vermesi gerektiği kabul ediliyor olsa bile, ona sıradan bir insana uygulanan hiçbir kanuni yaptırım uygulanamazdı. Liberal Okul’un sembol yorumcusu Pan Ku, MÖ on sekizinci yüzyılda yaşadığı söylenen İ Yin’i Tao ilkelerinin ilk savunucusu olarak kabul eder. İ Yin, Tang’a mevcut Xia hanedanına karşı isyan çıkarmasını tavsiye eden kişiydi ve Tang yeni Shang hanedanını kurduğunda danışman olarak onun yanında yer aldı. Pan Ku’ya göre Tao öğretisinin diğer önemli savunucuları Tai Kung ve Yü Hsiung idi. Wen Wang, Shang hanedanının son yıllarındaki acımasız yönetime karşı bir isyan planladığında yanında yer almışlardı. Qi devletinin veziri Kuan İ-wu ise bir diğer önemli Tao savunucusuydu. Vezir, Zhou hanedanının sembolik yönetimini kabul edip diğer devletler arasında üstünlük kazanarak feodal bir devlet kuran ilk kişiydi. Erken dönem Tao öğretisinin bu otoriter temsilcileri, hükümdarların eylemlerine yalnızca hükümdar oldukları için müsamaha gösteren muhafazakârların Edebiyat Okulu’yla zıt anlayışlara sahiptir. Çin hanedanının kurucusu İmparator Çin Şi Huang, liberalizmin en büyük politik destekçisiydi. Başveziri Li Si, Muhafazakâr Okul’un tutkulu bir karşıtıydı. İmparator ve başvezir, Tao’nun, ya da Doktrin Okulu’nun, ilkelerine sıkı sıkıya bağlıydı. Çin Şi Huang, hükümetinin kurulması ve idaresinde olduğu gibi kişisel kararlarında da Lao Tzu Okulu’nun öğretisine layık şekilde davranmadı. Huang acımasız bir tirandı, hırslı bir mizaca sahipti ve her türlü muhalefete karşı tahammülsüzdü. En sonunda tümüyle zorba idare gücünün boyunduruğu altına girdi. Muhafazakârların kitaplarını yaktı ve kendisinden öncekiler tarafından dayatılan sınırlamalardan kurtulup yeni bir düzen tesis etmek umuduyla merasim eşyalarını imha etti. Eylemlerinde kısmen başarılı oldu diyebiliriz. Zira genel ilkeleriyle 1911-12 Cumhuriyet Devrimi’ne kadar süren bürokratik bir hükümet biçimi tesis etti. Bu sistem ölümden sonra hem inanmış olduğu ilkelerce hem de Muhafazakâr Okul’un ilkelerince kontrol altında tutuldu. Şi Huagn’ın hanedanından sonra gelen Han hanedanının işi, Huang tarafından kurulan hükümet biçimini desteklemekten ve onu Muhafazakâr Okul’un felsefi düşüncelerinin hükmü altına sokmaktan ibaretti. Şi Huang, yüce bir kişiliğe sahip olsaydı kurucusu olduğu hanedanın ayakta kalma ihtimali daha fazla olabilirdi. Gerçekte olansa şuydu, yönetimi şeklen ayakta kaldı fakat tümüyle zıt bir görüşün kontrolü altına girdi.

      Konfüçyüs’ün sözleri, onunla aynı soydan gelen Kong Anguo tarafından Han hanedanı zamanında yaklaşık olarak MÖ 150’de derlendi. Lun Yü Hsün Tz’u denilen bu derleme iki metnin karşılaştırmasına dayanıyor. Bu metinlerden biri, Pi Chung Shu, Konfüçyüs’ün evinin duvarında Kung Wang tarafından imha edilecekken bulundu. Kung Wang, babası İmparator Ching Ti’nin tarafından Lu eyaletinin (günümüzde Shantung) Kralı olarak atanmıştı. Bu metin “kurbağa larvası” denilen, k’otou wên karakterleri ile yazılmış ve “antik metin”, ku wên olarak bilinmektedir. Zhou hanedanının son zamanlarında kullanılan karakterlerle yazılan diğer metin Chi’nin komşu eyaletinden gelmiştir ve “yeni metin”, chin wên olarak biliniyor. Kong Anguo’nun derlemesi bazı düzeltmelerle nesiller boyunca Muhafazakâr Okul’un normlarını sürdürdü. Ayrıca Chun Chi’yu, başka bir deyişle “Bahar ve Güz Kronikleri”ni içerdiği için Çin’in antik medeniyet anlatısında çok eski zamanlarına kadar gider.

      Öyleyse antik dönemden beri Çin düşüncesinde biri muhafazakâr diğeri liberal olmak üzere iki yolun gelişim gösterdiğini söyleyebiliriz. Aslında bu iki yol birbirini dışlayan düşünce tarzları değildir. Aynı kişinin yazılarında sık sık bir arada gördüğümüz iki farklı düşünce tarzı birbirini zenginleştirmiştir. Batının bakış açısına göre bu iki okul arasındaki ayrım yeterince belirgin değildir. Çinlilere göreyse muhafazakârlar ve liberaller arasındaki zıtlık detaylardan ziyade genel düşüncelerinde aranmalıdır.

      Birinci Bölüm

      Taoizm

      Tao, bir diğer deyişle Doktrin Okulu, Çin tarihinin neredeyse bütün mitolojik özellikleri etrafında toplanmıştır. Bu okulun Konfüçyüsçülük, Taoizm ve Budizmden oluşan Çin’in ulusal üç dininden birisine dönüşümünü kavramak önemlidir. Bu kitabın odaklandığı nokta Taoizmin bir din olarak kurulmasından sonraki ahlaki yaklaşım değil, mitolojik konular olacak. Bu nedenle ilerleyen sayfalarda Doktrin Okulu yani Tao teriminden daha fazla faydalanmaya gerek olmayacak. Bunun yerine Taoculuk terimi, genel anlamıyla Taoculuğun bir din olarak kabul edilmesinden hem önceki hem de sonraki her şeyi kapsayan bir kavram olarak kullanılacak.

      Taoculuğun üç farklı aşaması vardır. Ahlaki olarak nitelendirilebilecek ilk aşama, Lao Tzu ve onun Tao Te Ching’i de içeren yazılarıdır. Bu dönem, yaklaşık olarak MÖ altıncı yüzyılın sonunda başlayan felsefi tartışmalara denk düşer. Büyüsel denebilecek ikinci aşama MS birinci yüzyılda başlamış olup Zhang Daoling’in benliği etrafında şekillenmiştir. Daoling, Batı Çin dağlarında inzivaya çekilerek kendisini simya çalışmalarına ve zihinsel soyutlanma yoluyla arınmaya adamıştır. Burada himayesi için kendisine günlük otuz sekiz kilo pirinç ödeyen çok sayıda müridi tarafından takip edilmiştir. Böylece öğretisi Wu Tou Mi Tao yani “Otuz Sekiz Kilo Pirinç Öğretisi” olarak bilinir hale gelmiştir. Zhang’ın müritlerinin oluşturduğu bu cemaat sonradan bir dine dönüşecek olan hareketin ilk kıpırtısıydı. Zhang kendisini “Tanrısal Öğretmen” (tien shih) olarak adlandırıyordu. Bu, Chuang Tzu’nun kullandığı isimdi ki kendisi bu ismin Sarı İmparator tarafından genç Hsiang Ch’êng’e bir unvan olarak verildiğini ifade etmişti. Su Wên’e göre bu unvan Sarı İmparator’un yardımcılarından birisi olan ve iyileştirme sanatının kurucusu olarak bilinen Chi Po’ya da verilmişti. Bu dönem büyü sanatlarının gelişme aşamasıydı. Ayrıca Lao Tzu’nun ahlaki öğretilerinden ziyade Değişim Kitabı’nın gizemlerine dayanıyordu. Üçüncü aşama veya organize bir dinin aşaması, Tang hanedanının meşhur kurucusu, hanedana ait unvanı Tai Tsung olan Li Shimin’in hükümranlığı sırasında MS yedinci yüzyılda yayılmıştır. Tai Tsung, Lao Tzu’nun soyadının Li olmasından ve lakap geleneğinden etkilenerek nüfuzunu, Taoculuğun gelişmiş Budist diniyle aynı temellere dayanan bir din olarak kurulmasında kullanmıştır. Bildiğimiz kadarıyla kurucu Tsung, Budizmin gizemlerine de temelden inanıyordu. Fên Yen Chien Wên Chi’de yazdığına göre Tai Tsung, Lao Tzu’nun Li ailesinin kendi kolunun öncüsü olduğunu iddia etmiştir.

      MS yedinci yüzyılda bir din halini alan Taoculuk, dinsel öğelerini büyük oranda Budizmden aldı. Zahitlerin dini ritüelleri yerine getirmek ve öğretilerini yaymak amacıyla toplandıkları Budizme has tapınaklar Taoizm tarafından benimsedi. Erken Çin tarihi, Çin’i Budizm ile tanıştıran Hintlilerle eşleşebilecek önemli kişileri bulmak için araştırıldı. Lao Tzu, Sakyamuni’nin yerini aldı. Dört Lokopolas’ın yerini Dört Semavi Kral (Ssu Tien Wang), Kıymetli Üçlü’nün (San Pao) yerini Saf Üçlü (San Ching) aldı. Yeni Taocu din tarafında Hint Budizminin herhangi bir öğretisini çürütmek için çok az girişime rastlıyoruz. Fakat iki mezhebin öğretileri yakından incelenecek olursa, temel meselelerde pek de uyum içinde olmadıkları görülüyor. Budizm hem ruhu hem de bedeni öldürmeyi amaçlar, oysa Taoizm ölümsüzlüğe ulaşıncaya kadar bedeni ruhani hale getirmeye gayret eder. Öğretiye ait radikal farklılıkların üstü, Tang İmparatoru’nun Budizmdeki popüler inancı ulusal bir çizgiye taşıma gayretiyle örtülmüştür. Taoizm tümüyle Çin kökenlidir

Скачать книгу