Hikâyeler. Антон Чехов
Чтение книги онлайн.
Читать онлайн книгу Hikâyeler - Антон Чехов страница 5
“Yapıştım ha, bu gece Tanrı korusun bir şey olursa… Dinle! Eğer bir şey olursa yarın şafakta Dyakovo’ya, Peder Nikodim’e gidip her şeyi anlatırım. Peder’e şunu diyeceğim: ‘Peder Niko-dim, beni bağışlayın ama karım bir cadı.’ O da ‘Nasıl?’ diye soracak. ‘Hım… Bilmek ister misiniz nasıl? Bağışlayın, böyle böyle…’ diyerek her şeyi anlatacağım ve ne acı olacak sana, uğursuz ihtiyar! Bil ki korkunç olacak ama bu âlemde cezalandırılacaksın! Senin gibi kadınlardan dua kitaplarında bahsedilmesi boşuna değil!”
Aniden pencereden o kadar yüksek sesler ve olağan dışı bir şekilde gürültüler geldi ki Saveliy’in yüzü korkudan sapsarı oldu ve oturdu. Karısı da yerinden fırladı ve bembeyaz oldu.
“Tanrı aşkına, açın kapıyı, ısınayım!” diye titreyen, kalın bir ses geldi derinden. “Orada kimse var mı? Lütfen merhamet edin! Yolumuzu kaybettik!”
“Kimsiniz?” diye sordu kadın, pencereye bakmaya korkarak.
“Posta arabacıları!” dedi, ikinci bir ses.
“Şeytanın işi şaşmadı!” dedi Saveliy, elini sallayarak. “İşte tam orada! Ben doğru söyledim… Hey, bana bak!”
Diyakoz yatağın önünde iki kez zıpladı ve kendini kuş tüyü yatağa attı, öfkeyle burnunu çekerek yüzünü duvara çevirdi. Çok geçmeden sırtında bir soğukluk hissetti. Kapı gıcırdayarak açıldı ve eşikte tepeden tırnağa karla kaplı, uzun boylu biri belirdi. Hemen arkasında üstü başı beyaz başka biri parladı.
“Çuvalları da getireyim mi?” diye sordu ikincisi, boğuk bir sesle.
“Onları orada bırakmayalım!” diyen birincisi, kapüşonunu çözmeye başladı, çözemeden başından yırtarak çıkardı, sobaya doğru fırlattı ve selam vermeden kapıdan içeri girdi.
Eprimiş bir üniforma ceketi giymiş, kirli kırmızı çizmeleriyle genç, sarışın bir postacıydı bu. Yürüyerek biraz ısındıktan sonra gelip masaya oturdu, kirli ayaklarını çuvallara uzattı ve başını yumruğuna dayadı. Kırmızı lekelerle dolu solgun yüzü, az önce yaşadığı acı ve korkunun izlerini hâlâ taşıyordu. Yakın zaman önce yaşadıkları sıkıntının, kötülükle karışmış ahlaki acının taze izlerini taşıyan yüzünde yuvarlak bir sakal vardı, kaşlarındaki ve bıyıklarındaki karlar eriyordu, yakışıklı bir adamdı.
“Köpeklere göre bir hayat!” diye homurdandı postacı, hâlâ sıcak bir odada olduğuna inanamıyormuşçasına duvara bakarak. “Yolda geberip gidecektik! Sizin yanan ateşiniz olmasaydı ne olurdu bilmem. Köpek gibi yaşıyoruz, sonumuz ne olur bilmeden!”
“Biz nereye geldik?” diye sordu sonra, diyakozun karısına bakarak.
“General Kalinovski’nin mülküdür. Buralara Gulyaevski Tepesi derler.” diye kızarıp sıkılarak yanıt verdi kadın.
“Duyuyor musun Stephan? Gulyaevski Tepesi’ne gelmişiz.” dedi, sırtında büyük deri çuvalla kapıdan girmeye çalışan posta sürücüsüne.
“Evet, çok uzaktayız!”
Kısık ve sıkıntılı bir sesle bunu söyleyen arabacı, bir iç çekerek dışarı çıktı ve biraz sonra daha büyük bir çuval daha getirdi. Sonra tekrar dışarı çıktı ve bu sefer kemerli, uzun, yassı bir kılıfın içinde; Judith Holofernes’in4 başının, yatağında kesilirken tasvir edildiği, meşhur kılıca benzer bir kılıçla geri döndü. Çuvalları duvar boyunca yığdıktan sonra dışarı çıktı ve bir pipo yaktı.
“Yol yorgunusunuz, çay içmek ister misiniz?” diye sordu diyakozun karısı.
“Neredeee… Çay içebilmek! Biraz ısınıp gitmemiz gerekiyor, yoksa posta trenine geç kalırız. On dakika daha oturup sonra yola koyuluruz. Bize tek bir iyilik yaparsanız seviniriz, bize yolu tarif eder misiniz lütfen?”
“Tanrı’nın cezası, hava da çok kötü!” diye içini çekti kadın.
“Doğru, öyle. Kimlerdensiniz siz?”
“Biz mi? Buradanız. Kilisede kalıyoruz. Ruhani rütbedeniz. Kocam, orada yatan! Saveliy, kalk da gelenlere ‘merhaba’ de. Eskiden burada papazın tarikatları vardı ama bir buçuk yıl önce kaldırıldı. Tabii çiftlik beyleri burada yaşarken buralarda daha fazla insan vardı, uşaklar vardı. Bir kilise lazımdı, şimdi efendiler yok. En yakın köy Markovka olsa o bile beş mil uzakta! Artık düşünün din adamları nasıl yaşamalı! Saveliy’in zangoçluk5 görevi de bitti, diyakoz olarak bekçilik yapıyor.”
Postacı, Saveliy’in generalin karısına gidip kendi adına bir tavsiye mektubu alabileceği, ilçe başpapazına iletilmesine aracı olabileceği ve kendisine yeni bir görev verilebileceği fikrine vardı. Ama bu tembel zangoç gitmezdi generale.
“Neticede biz de din insanı sayılırız.” diye iç çekti zangocun karısı.
“Peki nasıl yaşıyorsunuz?” diye sordu postacı.
“Kilisenin bağı bahçesi var. Onlardan pek bir şey kazanmıyoruz.” diye iç çekti kadın ve devam etti: “Diyadin’in pederi Niko-dim kıskançtır, buradaki hizmeti kimseye bırakmaz, yazları da kışları da Nikola’ya6 güya, her şeyi kendine yontuyor. Söylenecek kimse de yok!”
“Yalan söylüyorsun!” dedi Saveliy, hırıltıyla. “Peder Nikodim aziz bir insandır, kutsal bir ruhtur, kilisenin ışığıdır ve eğer bir şeyler alıyorsa işi tüzüğüne uygun olarak yapar!”
“Seninki ne kadar öfkeli!” diyerek güldü postacı. “Ne zamandır evlisin?”
“Geçtiğimiz pazar günü dört yıl oldu. Daha önceleri burada babam zangoçluk yapıyordu. Ölümünden sonra kilise konseyi onun yerine evlenmemiş birini araştırdı benim için, ben de onunla evlendim.”
“Ooo, yani bir krakerle iki sineği öldürdün!” dedi postacı, sırtı dönük olan Saveliy’e doğru. “Hem iş hem eş buldun.”
Ayağını sabırsızca oynatan Saveliy, duvara doğru daha da yaklaştı. Postacı masadan kalktı, gerindi ve posta çuvalının üzerine oturdu. Bir süre düşündükten sonra üzerinde oturduğu paketi elleriyle ezerek yokladı, kılıcın yerini değiştirdi ve bacaklarını uzatarak uzandı.
Конец ознакомительного фрагмента.
Текст предоставлен ООО «Литрес».
Прочитайте эту книгу целиком, купив полную легальную версию на Литрес.
Безопасно
4
Caravaggio tarafından 1597 yılında yapılmış ve Holofernes’in başını yavaş yavaş ve bilinçli biçimde kesen Judith’in tiranların öldürülmesinde alegori olarak kullanılan tablo. (ç.n.)
5
Sacristan (İng.): Zangoç, kilise kayyumu, katedral küratörü, kilisenin çanlarını çalan. (ç.n.)
6
Nikola Winter: Nikola Kışı, Rusya’da her yılın 19 Aralık günü St. Nikolas (Nikola) Günü olarak kutlanır. Kiliseye bağışlar gelir. Bundan bahsedilmektedir. (ç.n.)