Sergüzeşt. Samipaşazade Sezai

Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Sergüzeşt - Samipaşazade Sezai страница 5

Автор:
Жанр:
Серия:
Издательство:
Sergüzeşt - Samipaşazade Sezai

Скачать книгу

hanımın?”

      “Atiye Hanım’ın annesinin!”

      (İhtiyar kadın bir asırlık başını eline dayayarak biraz daha düşündükten sonra) “Sen dün gece öyle geç vakit niçin sokağa çıkmıştın, kızım?”

      Dilber cevap vermedi.

      “Öyle gece yarılarında çıkan hayaletleri düşünmeden, yaramaz çocuklara gözüken umacılardan korkmadan, buralara nasıl geldin yavrucuğum?”

      Dilber yine cevap vermedi.

      “Dün gece yatakta anneciğini sayıklıyordun. Annen kimdir? Şimdi nerede? Söyle evladım.”

      “Bilmem…”

      İhtiyar kadın gözlerinin yaşını sildi:

      “Dur sana torunumu göndereyim de beraber oynayın.” diyerek kapıdan çıktı. Bir iki dakika sonra, odanın kapısında bir çocuk göründü. Yüz yüze baktıktan sonra, yatağa doğru koşarak birbirlerinin boynuna sarıldılar. Dilber bu çocuğun mektep arkadaşı Latife Hanım olduğunu, yatağının yanına yaklaşıncaya kadar anlamamıştı.

      “Dilber sana ne oldu?”

      “Hiç, ben kaçtım.”

      “Niçin kaçtın?”

      “Beni çok dövüyorlar. Çok hizmet ettiriyorlar. Sonra her dakika ‘Pis Çerkez, pis halayık!’ diyorlar. Oyun oynasam yasak. Üşüdüğüm zaman mangalın kenarına otursam, Teravet maşa ile elimi yakıyor. Bak koluma.”

      Hakikaten yorganın içinden çıkardığı esmerleşmiş, katılaşmış kolunun üzerinde bir yanık izi vardı. Sonra yine sözüne devam ederek:

      “Bu yatağı aşağı indirin de ben senin esirin olayım.

      Sana su taşırım. Bebeklerini giydiririm. Odanı süpürürüm. Beni bırakma.”

      “Ben seni burada dolaba saklarım, seni kimse bulup götüremez.”

      Bir çocuğun bir başka çocuktan medet umması; diğerinin insanlık sevgisine açık olan sevgiyle beslenmiş küçücük dost kalbinden doğan bir hisle, yegâne kurtuluş çaresi olarak, “Ben seni dolaba saklarım.” yolundaki himaye edici masum vaadini işitmek ne kadar tesirlidir! Bu gizli konuşma ile verdikleri kurtuluş kararı üzerine, ikisinin de meleklerin ağzı ile öpülmeye layık olan masum, temiz yüzlerinde sevinç nuru görünmeye başladı.

      Zavallı çocuklar! Sizin o minimini elleriniz, eski Asya vahşetinin kullandığı ve birkaç asırdan beri insanlığın tahakküm yükü altında inlediği esaret zincirlerini kırmak için değil ama belki kendiniz gibi küçük kuşları, güzel çiçekleri okşamak içindir.

      Latife koşarak büyük annesine, bu kızın kimin halayığı olduğunu ve nasıl elem ve ıstıraplar içinde bulunduğunu yanıp yakılarak gücü yettiği derecede anlattı.

      İhtiyar kadın, çoğu zaman bu yaştakilere mahsus ilahî tevekkülle ve vicdan rahatlığından doğan ulvi bir sükûnet ile Dilber’in yanına geldi:

      “Sen korkma, benim güzel evladım…” diyordu.

      Sona eren bir ömür, yeni başlayan bir hayata bu sükûnet ve şefkatle teselli vererek başına bir örtü, dayanmak için eline bir değnek alarak sokağa çıktı. Yıkılmış, harap olmuş emellerin, sönmüş ümitlerin durağı olan ve doksan seneyi aşkın bir zamandan beri çarpan bu kalbin en derin bir köşesinde bir kurtarma arzusu uyanmıştı.

      Bir fener insana karanlıkta nasıl yol gösterirse, bu arzu da yeis içinde bulunan bu ihtiyara öyle rehberlik ederek bu çocuğu kurtarıp Cenabıhakk’a her gün arz ettiği ibadet ve duaların birini de o gün ifa etmek istiyordu. Doğru Mustafa Efendi’nin evine giderek kapıyı çaldı.

      Yine o sabah, Teravet uyanıp da Dilber’i yatağında göremeyince, belki su taşımaya gitmiştir zannıyla bahçeye baktı. Orada göremedi; evin her tarafını dolaştı. Yine bulamadı. Sonra aşağıya inip de sokak kapısını arkasına kadar açık görünce, kaçtığını ve gece yarısı kim bilir nerelerde kaldığını ve belki de sokakta köpeklerin paraladığını düşünerek Dilber’in bu yaşta kaçmayı bilmesi ve hanımını zarara sokması gibi bir cinayeti havsalası almayarak büyük bir korku ve telaş ile hanımının odasına girip:

      “Ah hanımcığım Dilber kaçmış, Dilber kaçmış!” diye feryada başladı.

      Hanım bu haberi alır almaz, hayret verici bir dehşetle:

      “Dilber mi kaçmış? Kız sen delirdin mi? O yaştaki bir çocuk kaçmayı ne bilir?”

      Teravet, çocuğun kaçtığı yeri görememekten doğan hırs ve hiddetle, siyah çehresinde, karanlıkta sönük kandil gibi parlayan gözlerinin beyazını göstererek korkusundan titreyen sesi, hayretinden siyah bir piyanonun bir parça açılmış kapağından görülen beyaz kemikleri gibi parlak dişleri görünecek kadar açılan ağzı; telaştan büsbütün kaybolmuş zihnî muhakemesiyle hanımına hakikati anlatmaya çalışarak:

      “Eğer kaçmasa… Bahçede olmaz mıydı… Dolabı… Esvabını… sokak kapısını arkasına kadar açık. Yok, hiç yok.”

      Hanım, birdenbire hiddetlenerek:

      “Hep kabahat sende. Şimdi, şimdi gidip bul. Yoksa dayaktan canın çıkar!’ deyince, Teravet, başını örtüp sokağa çıkarak gelen geçeni durdurarak:

      “Bizim hanımın halayığını sen mi çaldın?” diye sordu.

      İhtiyar kadın eve gidip Mustafa Efendi’nin haremiyle oturduğu odaya girince, hanım ayağa kalkarak telaş ile:

      “Ah! Hanım nine. Başıma gelenleri sorma. Benim o murdar halayık… O pis Çerkez kaçtı!” dedi.

      İhtiyar kadın sükûnet ve tatlılıkla:

      “Hayır kızım senin cariyen kaçmadı, bendedir.”

      Bu söz üzerine hanım, hayretinden bulunduğu yerde cansız bir cisim gibi donakaldı.

      İhtiyar kadın sözüne devam ile:

      “Kızım, Cenabıhak çocukların günahını affettiği gibi, hanımların da kusurlarını affetmelidir. Size bir ricaya geldim. Biriktirdiğim beş kese akçeyi size hediye edeyim, siz de bana çocuğu verin.”

      “Hanım… Ne yapacaksın?”

      İhtiyar kadın meseleyi halledebilmek için, ciddiyetten uzaklaşarak ve büsbütün şaka tarzına dökerek ağzından ziyade gözleriyle gülerek:

      “Kandil Gecesi bir kuşu azat edeceğim.”

      Hanım kendisine has olan soğuk bir tavırla:

      “Ben halayığımı kimseye satmam!” yolundaki reddi, ihtiyar kadına dokunarak:

      “Kızım, ben de zulümden kaçarak bana sığınmış bir çocuğu kimseye

Скачать книгу