Değirmen. Сабахаттин Али
Чтение книги онлайн.
Читать онлайн книгу Değirmen - Сабахаттин Али страница 6
Ve işte burası güzeldi.
Çünkü burada yalnız güneş, ay ve kum vardı… Bir de rüzgâr.
Ve bunlar büyük, güzel ve sarihtiler.
Evet, büyüklüklerine rağmen sarih… Ne bir nebattaki karmakarışık, anlaşılmaz değişmeler ne bir hayvandaki içinden çıkılmaz ve dehşetli yaşayış hareketleri ne bir dimağdaki kökü bilinmez hisler ve düşünceler… Burada insan ruhunun en çok susadığı ve muhtaç olduğu bir vuzuh4 vardı ve bunu şairin vücudundan başka hiçbir şey bozamıyordu.
Bu vuzuh, korkunç bir karışıklığın görmek kudretinden mahrum olan gözlerimizdeki tecellisi de olabilirdi, buna rağmen herhangi çelimsiz bir mahlukun mütecessis5 kafalarımızda sıraladığı mızmız sorguları tekrar etmiyorlardı.
Ve o, zihni hiçbir sorgu çengeline takılmadan düşünebiliyordu. İşte böylece bu mutlak güzelliğin içinde yıkandı, yıkandı… Geceleri ayın ışığı altında insana kımıldıyormuş gibi gelen kumlara yüzükoyun yatarak başını bu minimini zerrelere gömüyor ve onlar, her nefes alışında ağzına, burnuna dolmak isterlerken, o gözlerini içine çevirerek kendine bakıyordu. Anlıyordu ki yazılacak şeyler, güzel ve hakiki şeyler yalnız orada var…
Fakat o burada maddi elemlerin en acılarını tattı. Çünkü gündüzün çöl bir maden eritme ocağına dönerdi. Birer kıvılcım olan kumlar, derisini yırtarlar, güneşten su hâlinde akan alevler sırtını yalar ve ensesini delerek beynine kadar dökülürlerdi.
Ara sıra bir hurma ağacı aramak ve su tulumunu doldurmak için çölün kimsesizliğinden ayrılırken -ki nihayet o da bir insandı ve yaşamaya mecburdu- ayaklarının altında kımıldayan, kayan ve çöken bir zemin hissederdi. Ve bazen dizleri dermansızlıktan kırılarak bu dikenli yatağa uzanır ve midesinin dimağına kalkıp ilerlemek, uzuvlarına böylece uzanıp kalmak için verdiği birbirine zıt emirlerin feci mücadelesine şahit olurdu.
Fakat o bunların bağırmalarını susturduktan sonra yine çöle, büyüklük ve tenhalık ülkesine dönmekte acele ederdi.
Hiçbir zaman susmayı bilmeyen kalbi hemen her gün sevgilisini, evini, bütün bıraktığı yerleri yavaş fakat keskin bir sesle fısıldar ve o, göğsünün içinde birbirine muvazi6 birçok bıçakların hep beraber hareket ettiklerini hissederdi.
Fakat iki sene sonra, sertleşen ve kararan bir deri, gözlerinin kenarında derinleşen çizgilerle burayı terk ettiği zaman, büyüklük ve güzelliği, acıyı ve hasreti yüz yüze tanıyordu.
Ve genç şair iki sene engin denizleri ve şimalin buz sahralarını dolaştı.
Deniz… İşte bu da muazzam ve nefis bir şeydi… Kendisini gezdiren geminin güvertesine uzanarak uzaklara, ta uzaklara bakar ve kesik kesik nefes alan sulardan başka hiçbir şey görmezdi.
Çöl ve deniz hemen hemen aynı şeylerdi: Her ikisinde de aynı büyüklük, aynı ağırbaşlı sessizlik veya aynı heybetli ve derin bağırmalar… Ve denizde de küçük, minimini, sinirlendirici teferruat yoktu. İnsan orada yalnız renkten renge giren su damlaları ve devlere benzeyen bir mahlukun yavruları gibi birbirleriyle oynaşan hoyrat dalgalar görebilirdi… Sonra bitmez tükenmez bir genişlikle karanlık ve sıkı bir derinlik… Ve bütün bunlar onu manasız bir tecessüse değil, düşünmeye sevk ederlerdi.
Ve sonra buz sahraları…
Beyaz, temiz, günlerce uzanan bu yerlerde, gösterişsiz bir kibarlık ve incelik vardı. Sade, şatafatsız, fakat güzel ve tatlı olmanın sırrını ancak bu şekilsiz kar tepeleri keşfedebilmişlerdi.
Her şeyi hayattan uzaklaştıran, hiçbir zaman yenilmeyen dehşetli bir kudretleri olduğu hâlde, mütevazı ve kibardılar. Ne gururdan doğan bir süs ne kendini beğenmeyi gösteren bir ses…
Ve işte genç şair fırtınalı denizlerden, soğuk buz sahralarından ayrılırken, dünya hudutlarını aşan bir genişlik ve derinliği, necip kalplere mahsus olan bir kibarlığı ve esaslı kıymetlerin bir tek elbisesi olan tevazusu içinde taşıyordu…
Ve genç şair iki sene dünyayı rastgele dolaştı. Bu sefer gördüğü şeyler onu hayretten hayrete düşürüyordu. Hâlbuki değişen hiçbir şey değil, sadece kendi görüşüydü.
Evvelce fazilet diye baktığı şeylerin birer merasim ve gösterişten ibaret olduğunu ve asıl iyiliğe yalnız ahlak münakaşalarında veya akıllı nasihatlerde rastlanabildiğini, namuslu olabilmek için başkalarının namusuna dil uzatmanın, kirlenmeden yükselebilmek için temiz alınlara basarak çıkmanın yeter olduğunu ve daha buna benzer birçok şeyleri gördükçe şaşkınlığı büsbütün artıyordu. Fakat o, böylece ahmaklık ve aciz isimli mahluklarla, bunların çocukları, küstahlık ve riya adlı iki zavallıyı tanımış oldu.
Ve ayrılırken kalbinde yalnız ufuksuz bir merhamet, yeis veya hiddeti manasız bulan bir rikkat hissetti…
İşte genç şair şaheserini bilinmeyen ve bulunmayan kumaşlardan dokumak için yaptığı bu seyahatten dönüşünde, içinde Allah’la boy ölçüşen bir kuvvet kımıldıyordu. Çünkü şimdiye kadar yazanların ancak var olduğunu bildirdikleri şeye o bizzat erişmişti.
Üç ay uğraşarak derin manalı, renkli kelimelerden bir elbise giydirdiği şaheserinin her sahifesi onun çölde kavrulan ve kutuplarda gerilen muzdarip derisinin bir parçasıydı ve bir sevinci bağırmak, bir elemi ağlamak veya bulutlardan yüksek bir fikre ulaşmak için durmadan kımıldayan satırlar coşkun sinirlerinden örülmüştü. Ve o bu satırlardaki kelimeleri -vakit vakit bir sabah yıldızının belirsiz ışığı gibi ince, felaketin gözleri kadar keskin, yalanın dudakları kadar yumuşak ve bir çocuk rüyası kadar tatlı sesler veren kelimeleri- gözlerinin kenarındaki derin çizgilerden işledi.
Lazım gelen yüksek ve temiz asilliği eserine büsbütün verebilmek için de onu yazdığı müddetçe insanların arasına karışmadı. Ve siyah bir kalemle, siyah meşin ciltli bir deftere yazdığı şiirleri sevgilisine yolladı…
Bu sefer genç kız, gözlerinde gurur ve hayretin parıltısı, hareketlerinde hasret ve isteğin acelesi olduğu hâlde bizzat geldi. Boynuna atılarak onu öptükten sonra böyle haykırdı:
“Genç şair, genç şair, ey benim sevgilim! Artık hiç… hiç kimse seni aşamayacak; sen peygamberleri gıptaya düşürecek şeyleri yarattın, sen insanları yaşamaya veya öldürmeye sürükleyebilecek şeyleri yazdın. Güneş senden daha sıcak, gökyüzü daha geniş, ilkbahar rüzgârları daha cana yakın değildir.
Ve sen bunları yalnız benim için yaptın.
Ey genç şair, ey benim sevgilim!
Artık hiçbir kadının benimle bir olmadığını hissediyorum. Artık Leyla benim yanımda minimini ve Jülyet pek zavallıdır, ben Beatrice’ye bile gururla bakıyorum ve bundan sonra Süleyman’ın sevgilileri de
4
Vuzuh: Açıklık. (e.n.)
5
Mütecessis: Meraklı. (e.n.)
6
Muvazi: Paralel. (e.n.)