Siyah İnci. Анна Сьюэлл
Чтение книги онлайн.
Читать онлайн книгу Siyah İnci - Анна Сьюэлл страница 9
“Şimdi…” dedi sahibimiz gülerek. “Taşıma dizginini eleştirme hobim tırıs gidiyor. Ona da ata hükmettiğiniz gibi hükmedemez misiniz? İsminiz dillere destan olurdu.”
Diğeri “Düşüncenizde haklı olduğunuza inanıyorum, askerler hakkında söyledikleriniz de çok isabetli ancak yine de ben bu konuyu bir düşüneceğim.” dedi ve ayrıldılar.
Fırtınalı Bir Gün
Sonbaharın sonuna doğru, sahibimiz, iş için uzun bir yola çıktı. Köpek arabasına bağlandım ve John da sahibimizle beraber gitti. Köpek arabasında gitmeyi her zaman sevmişimdir: Çok hafiftir ve yüksek tekerlekler çok güzel gider. Çok yağmur yağıyordu, şimdi rüzgâr da kötüleşmişti ve yola bolca kuru yaprak savuruyordu. Bariyere ve alçak tahta köprüye gelene kadar mutlu mesut ilerliyorduk. Nehrin yatağı oldukça yüksekti fakat üzerindeki köprü yükseltisiz, dümdüz bir köprüydü; bu yüzden nehir fazla dolduğunda su, köprünün ortasında, neredeyse köprüye ve tahtalara kadar ulaşıyordu: Ancak iki kenarda da iyi, dayanıklı tırabzanlar olduğu için kimse bunu umursamıyordu.
Kapıdaki adam nehrin yükseldiğini ve kötü bir gece olacağından korktuğunu söyledi. Pek çok çayırlık sular altında kalmıştı ve yolun alçak kesimlerinde su, dizlerime kadar çıkmıştı. Ancak köprünün sonu iyiydi ve sahibim dikkatle sürdü. Bu yüzden dert etmedim.
Kasabaya vardığımızda tabii ki iyi bir yemek yedim ama işi, sahibimi çok oyaladığı için, öğleden sonra geç vakitlere kadar ev için yola çıkamadık. Rüzgâr iyice şiddetlenmişti ve sahip, John’a, daha önce hiç bu kadar şiddetli bir fırtınada yola çıkmadığını söyledi. Ormanın kenarında, büyük dalların çalı çırpı gibi sallandığı ve sesin berbat olduğu yerde ilerlerken ben de tam olarak sahibim gibi düşündüm.
Sahibim “Umarım bu ormandan hepimiz sağ salim çıkarız.” dedi.
“Evet efendim.” dedi John. “Bu dallardan biri üstümüze düşerse çok kötü olur.”
Kelimeler ağzından yeni çıkmıştı ki bir gürültü, çatırtı ve kırılma sesi duyuldu. Diğer ağaçların arasından sıyrılaran bir meşe, kökünden çıktı ve hemen önümüze, yola düştü. Korkmadığımı söyleyemeyeceğim çünkü korktum. Hemen durdum ve sanırım titredim de. Tabii ki geri dönmedim ya da kaçmadım. Bu şekilde yetiştirilmedim. John sıçradı ve bir dakika içinde üzerime bindi.
Sahibim “Az kalsın üzerimize geliyordu.” dedi. “Şimdi ne yapacağız?”
“Beyefendim o ağacın üzerinden geçemeyiz, etrafını da dolaşamayız. Yapabileceğimiz tek şey, dört yola gitmek; tahta köprüye geri gidene kadar bir altı mil kadar gitmiş olacağız. Bu bizi geciktirir ancak atımız güçlü, kuvvetli.”
O yüzden dört yolun etrafından buraya tekrar geldik ancak biz köprüye varana kadar hava kararmıştı. Suyun nehrin yarısından fazlasına kadar çıktığını görebiliyorduk. Ancak sel olduğu zaman bu bazen olurdu, bu yüzden sahip de durmadı. İyi bir tempoyla gidiyorduk ama ayaklarım köprünün ilk kısmına basar basmaz bir şeylerin yanlış olduğunu anladım. Gitmeye cesaret edemedim. Hemen durdum. “Devam et Siyah İnci.” dedi sahibim kırbacıyla biraz dokundurarak. Ancak kıpırdamaya cesaret edemedim. İyice şaklattı kırbacı. Olduğum yerde sıçradım ama gitmeye cesaret edemedim.
John “Bir tehlike var beyefendi.” dedi. Köpek arabasından atladı, yanıma geldi ve etrafa baktı. Beni ileri götürmeye çalıştı. “Hadi gel İnci sorun ne?” Tabii ki ona söyleyemiyordum ama köprünün güvenli olmadığını adım gibi biliyordum.
Tam da o sırada, diğer tarafta kapıyı bekleyen adam, evden fırladı, deli gibi elindeki meşaleyi savuruyordu.
“Hey, hey, hey! Heyyyyy! Durr!” diye bağırdı.
“Ne oldu?” diye sordu sahibim.
“Köprünün ortası kırıldı ve su, bir parçayı götürdü. Eğer gelirseniz nehre düşeceksiniz.”
“Çok şükür!” dedi sahibim.
“Sen tam bir incisin!” dedi John. Başlığımdan tuttu ve beni, nehir tarafına, yolun sağına döndürdü. Güneş batalı biraz olmuştu. Rüzgâr, ağacı koparan o kızgın fırtınadan sonra bayağı dinmişti. Hava gittikçe karardı ve sakinleşti. Sessizce tırıs gittim, tekerlekler yolda neredeyse hiç ses yapmıyordu. Uzunca bir süre ne sahibim ne de John konuştu sonra sahibim ciddi bir ses tonuyla konuşmaya başladı. Konuştuklarının çoğunu anlamadım ama eğer sahibimin istediği yönde gitseydim köprünün bizi taşımayacağını ve atın, arabanın, sahibimin ve John’ın nehre düşeceğini düşündüklerini anladım. Akıntı da o kadar kuvvetli ki… Hava da karanlıktı ve ne yardımcı olacak birisi ne de ışık vardı; bu yüzden büyük ihtimalle hepimiz boğulacaktık. Tanrı’nın insanlara akıl verdiğini böylece kendi sorunlarını çözebileceklerini söyledi sahip. Ancak hayvanlara mantığa dayanmayan bir bilgi ya da sezgi verdiğini ve bu bilginin, kendine has bir hıza ve mükemmelliğe sahip olduğunu ve çoğunlukla insanların hayatlarını da kurtardığını ekledi. John’ın köpekler, atlar ve bunların yaptıkları harika şeyler hakkında anlatacak pek çok öyküsü vardı. İnsanların, hayvanlarını olması gerekenin yarısı kadar bile sevmediklerini ve onlarla gerektiği gibi arkadaş olmadıklarını söyledi. Eminim ki John hiçbir insanın olmadığı kadar dosttu hayvanlara.
Sonunda arazimizin kapılarına geldik ve bahçıvanın bizi aradığını öğrendik. Hanımefendinin karanlık bastığından beri çok kötü durumda olduğunu bir kaza olmuş olabilir diye çok korktuğunu ve James’i, demir kırı at olan Adalet ile birlikte tahta köprüye doğru bizi aramaya gönderdiğini öğrendik.
Hall kapısında, üstteki pencerelerde bir ışık gördük ve biz gelince hanım dışarı fırladı: “Gerçekten iyi misiniz canım? Aklıma kötü kötü şeyler geldi hep, iyice korktum! Kaza yapmadınız ya?”
“Hayır hayatım. Ancak Siyah İnci’n bizden daha akıllı olmasaydı köprüden aşağı yuvarlanmıştık ve su bizleri alıp götürmüştü bile.” Eve girdikleri için devamını duyamadım ve John beni ahıra götürdü. O akşam öyle bir yemek yedim ki!.. İyi bir kepek lapası, yulafımın yanında ezilmiş fasulye ve kalın rahat bir saman yatak… Bunlar beni çok mutlu etmişti, çünkü çok yorgundum.
Şeytanın İşareti
Bir gün, John ve ben, sahibimizin bir işi için dışarıdayken ve düzgün, uzun bir yoldan yavaşça dönerken uzakta, bir midilliyi bir kapıdan atlatmaya çalışan bir oğlan gördük. Midilli sıçramadı ve oğlan, ona, kırbaçla vurdu ama midili sadece bir tarafını kaldırdı. Oğlan, midilliyi tekrar kırbaçladı ama midilli bu sefer de sadece öbür tarafını kaldırdı. Oğlan indi ve midilliyi çok kötü dövdü ve başına tekrar tekrar vurdu. Sonra yine bindi ve ona kapıyı atlatmaya çalıştı. Sürekli, utanç verici şekilde, tekmeliyordu onu ama midilli yine de yerinden kıpırdamadı. Neredeyse yanlarına varmıştık ki midilli kafasını indirdi, topuklarını kaldırdı ve çocuğu, geniş çite doğru attı ve kafasından dizginler sarkmış hâlde, dörtnala eve doğru koştu. John, bağıra bağıra güldü. “Ona güzel hizmet ettin.” dedi.