Bir Noel Şarkısı. Чарльз Диккенс
Чтение книги онлайн.
Читать онлайн книгу Bir Noel Şarkısı - Чарльз Диккенс страница 4
Böylesine soğuk bir gecede kendini bile ısıtmaya yetmeyen cılız bir ateşti. Bir avuç kömürden ısınma hissini son damlasına kadar sömürebilmek için ateşin dibinde oturmak ve onu körüklemek zorunda kalmıştı. Şömine çok uzun zaman önce Hollandalı bir tüccar tarafından yaptırılmış antika bir şeydi ve etrafında İncil’den hikâyeleri tasvir eden Hollanda çinileri vardı. Habil ile Kabil, firavunun kızları; Saba melikeleri, kuş tüyü bulutların üzerine yükselen haberci melekler, İbrahim Peygamber, Belshazzar, teknelerinin üzerinde denize açılan havariler, Scrooge’un düşüncelerini dağıtacak binlerce figür… Ama yine de yedi yıl önce ölmüş olan Marley’nin yüzü peygamberin asası gibi ortaya çıkıyor ve her şeyi tutuyordu. Şöminenin etrafındaki kiremitlerin üzeri boş olsaydı, paramparça düşünceleri ile her bir kiremitin üzerine işleyeceği şey Marley’nin yüzü olurdu.
“Saçmalık!” dedi Scrooge ve odanın içinde yürümeye koyuldu.
Bir o yana, bir bu yana yürüdükten sonra yeniden oturdu. Kafasını geriye yaslayınca gözleri bir zamanlar evin en üst katındaki oda ile iletişim kurulmasını sağlayan ama artık işlevini yitirmiş zile takıldı. Bakarken zilin sallanmaya başladığını büyük bir şaşkınlıkla, tuhaf, tarif edilemez bir hâlde fark etti. Başlangıçta öyle hafifçe sallanıyordu ki neredeyse ses bile çıkarmıyordu ama sonra zırıl zırıl çalmaya başladı ve onunla birlikte evdeki diğer tüm ziller de.
Belki yarım dakika, belki de bir dakika sürmüştü ama bir saat gibi gelmişti ona. Ziller başladıkları gibi aynı anda sustular. Ardından aşağılarda bir yerde, şarap tüccarının mahzenindeki fıçıların üzerinde birileri zincir sürüklüyormuş gibi madenî sesler geldi. Daha sonra Scrooge, lanetli evlere musallat olan hayaletlerin zincir sürüklerken tasvir edildiğini hatırladı.
Mahzenin kapısı pat diye açıldı, sonra sesin alt katta gittikçe yükseldiğini, yukarı çıktığını ve kapısına kadar geldiğini duydu.
“Saçmalık işte!” dedi Scrooge, “İnanmıyorum.”
Ama ağır kapının içinden geçip de bir an durmaksızın odaya gireni görünce beti benzi soldu. Onun girişiyle son nefesini vermeye hazırlanan ateş de “Onu tanıyorum, Marley’nin hayaleti bu!” dercesine parlayıp sonra yeniden sönmüştü.
Basbayağı aynı yüz. Her zaman giydiği yeleği, pantolonu ve botları ile Marley. Botlarının bağcıkları at kuyruğu gibi, tıpkı paltosunun uçları ve kafasının üstündeki saçlar gibi dimdik. Sürüklediği zincir beline dolanmıştı. Arkasında bir kuyruk gibi uzayıp gidiyordu ve Scrooge dikkatle ona bakıyordu. Zincirin ucunda bozuk para kasaları, anahtarlar, asma kilitler, hesap defterleri, senetler ve çelikten yapılmış ağır cüzdanlar vardı. Vücudu saydamdı ve Scrooge, yeleğinin içine bakınca paltosunun sırtındaki iki düğmeyi görebiliyordu.
Scrooge, Marley’nin midesiz bir herif olduğunu duyardı hep ama buna hiç inanmamıştı ta ki bugüne kadar.
Hayır, şimdi de inanmıyordu işte. Önünde dikilen hayalete tekrar tekrar bakıyor, ölüm soğuğu gözlerinin buz gibi etkisini hissediyordu. Boynuna doladığı mendilin daha önce fark etmediği kumaşını bile görüyordu ama hâlâ inanmıyor, duyuları ile savaşıyordu.
“Şimdi ne var?” dedi Scrooge, alaycı ve soğuk sesiyle, “Benden ne istiyorsun?”
“Pek çok şey!” Hiç kuşkusuz Marley’nin sesiydi bu.
“Kimsin sen?”
“Kimdin diye sor.”
“Kimdin öyleyse?” dedi Scrooge, sesini yükselterek, “Bir hayalet için çok titizsin!”
“Hayattayken senin ortağındım, Jacob Marley.”
“Otur.” dedi Scrooge, şüphe içinde ona bakarak, “Oturabiliyor musun?”
“Oturabiliyorum.”
“Otur o hâlde.”
Scrooge bu soruyu sormuştu çünkü böylesine saydam bir hayaletin kendine bir sandalye çekip de oturacağı bir durumla karşılaşıp karşılaşmadığını bilmiyor ve durumun imkânsızlığına rağmen utandırıcı bir açıklaması olabileceğini düşünüyordu. Ama hayalet sanki her zamanki alışkanlığını yerine getiriyormuş gibi şöminenin öteki tarafına oturmuştu.
“Bana inanmıyorsun, değil mi?” dedi hayalet.
“İnanmıyorum!” dedi Scrooge.
“Beş duyunun dışında bana inanman için ne gibi bir kanıta ihtiyacın var?”
“Bilemiyorum.” dedi Scrooge.
“Peki duyularına neden güvenmiyorsun?”
“Çünkü…” dedi Scrooge, “En ufak bir şey bile etkiliyor onları. Midedeki ufacık rahatsızlık bile aldatabilir onları. Sen sindirilmemiş bir biftek parçası, bir parça hardal, bir dilim peynir ya da biraz çiğ kalmış patatesin kokusu olabilirsin. Her ne isen artık, hortlaktan çok, mantara benziyorsun.”
Scrooge şakacı bir tabiata sahip değildi ve o anda da içinden espri yapmak gelmiyordu. Gerçek şu ki çene çalıp kendi dikkatini dağıtmaya ve korkusunu bastırmaya çalışıyordu. Çünkü hayaletin sesi sanki kemiklerinde çınlıyordu.
O sabit, parlak gözlere, oturup bir saniyeliğine bakmanın aklını kaçırmasına neden olacağını hissediyordu. Hem hayalette cehennemden çıkıp gelmiş gibi lanetli bir hava da vardı. Scrooge bunu bizzat hissedemese de durum buydu çünkü hayalet hiç kıpırdamadan otursa da paltosunun uçları, püskülleri bir fırının üfürdüğü sıcak havanın etkisinde kalmış gibi kıpırdanıyordu.
“Şu kürdanı görüyor musun?” dedi Scrooge, müdahale etmek istermiş gibi. Aslında bir anlığına da olsa hayaletin taşlaşmış bakışlarını üstünden kovmak istiyordu.
“Görüyorum.” diye cevapladı onu hayalet.
“Ama ona bakmıyorsun.” dedi Scrooge.
“Ama yine de görüyorum.”
“Pekâlâ…” dedi Scrooge, “Onu yutacağım ve bundan sonraki günlerimi kendi hayal ürünüm olan bir alay cin tarafından işkence görerek geçireceğim. Saçmalık bu! Tamamen saçmalık!”
Hayalet bu sözler karşısında öyle korkunç bir çığlık kopardı ve zincirlerini öyle feci ve dehşet verecek bir ses ile salladı ki Scrooge kendinden geçip yere yığılmamak için koltuğunun kollarına sımsıkı tutunmak zorunda kaldı. Ama hayalet içerisi çok sıcakmış gibi kafasına sarılı sargı bezini çıkarıp da alt çenesi göğsünün üstüne düşünce, işte o zaman asıl korku neymiş gördü.
Scrooge dizlerinin üzerine çöküp ellerini yüzünde kenetledi.
“Merhamet et!” dedi,