Dünya’nın Çığlığı ve Moleküler Ayrıştırıcı. Артур Конан Дойл
Чтение книги онлайн.
Читать онлайн книгу Dünya’nın Çığlığı ve Moleküler Ayrıştırıcı - Артур Конан Дойл страница 2
Islık çaldım.
“Paranızı alamıyor musunuz?”
“Oh, para konusunda bir sorunu yok. Yaşlı gorilin hakkını vereceğim, konu para olduğunda oldukça cömerttir ama canı ne zaman isterse ve ne şekilde isterse öyle öder, hiç kimseyi umursadığı yok. Her neyse, en iyisi gidip şansını dene ve kendin gör.” diyerek kendini aracına attı ve uzaklaştı.
O gittikten sonra ara sıra saatime bakarak görüşme zamanının gelmesini bekledim. İtiraf etmek gerekirse vücut bakımından oldukça iri sayılırım. Ayrıca Belsize Boks Kulübü’nde orta sıklet maçlarına da çıktım fakat daha önce hiçbir karşılaşmada böylesine dehşete düşmemiştim. Fiziksel bir korku değildi bu, çünkü içerideki çılgının bana saldırmaya kalkması hâlinde kendimi koruyabileceğimi biliyordum. Zihnim daha çok bir skandal çıkması korkusu ile kazançlı bir anlaşmayı kaybetme korkusundan dolayı karışmış gibiydi. Neyse ki hayal gücünün yerini hareket aldığında işler her zaman kolaylaşır. Köstekli saatimi kapatarak kapıya doğru ilerledim.
Kapıyı yaşlı bir uşak açtı. Yüzündeki ifadeden hatta yüzünde hiçbir ifade olmayışından, şoklarla çokça karşılaştığı ve artık dünyada onu şaşırtacak hiçbir şey kalmadığı okunuyordu.
“Randevunuz var mı efendim?” diye sordu.
“Elbette.”
Elindeki listeye göz attı.
“İsminiz efendim?.. Oh, Bay Peerless Jones! 10:30. Her şey planlandığı gibi. Dikkatli olmalıyız Bay Jones, çünkü gazeteciler yüzünden oldukça gerginiz. Bildiğiniz gibi profesör basından pek hoşlanmıyor. Böyle buyurun efendim, Profesör Challenger sizi bekliyor.”
Ve birdenbire kendimi karşısında buldum. Dostum Ted Malone, profesörün “Kayıp Dünya” hikâyesini benim yapabileceğimden çok daha iyi tanımlamıştı. Bu nedenle Profesör Challenger’ın nasıl göründüğü kısmını onun anlattığı gibi bırakacağım. Tek bildiğim; maun masasının ardında oturan, sivri uçlu siyah sakallara sahip ve küstah bakışlı büyük, gri gözleriyle kocaman bir adamın karşısında olduğumdu. Büyük kafasını geriye doğru attı, gür sakalı öne çıktı ve tüm vücudu tek bir ifadeye büründü: Kibir dolu bir tahammülsüzlük. Bu duruşu ile şu soruyu soruyordu: “Ee, ne istiyorsun?” Kartımı masasına bıraktım.
“Oh, evet…” dedi, kartı sanki kokusundan hoşlanmamış gibi eline alarak. “Elbette, siz şu sözde uzmansınız. Bay Jones, Bay1 Peerless Jones. İsminizi koyan kişiye müteşekkir olabilirsiniz Bay Jones çünkü sizde dikkatimi ilk çeken şey bu gülünç ön ad oldu.”
Tüm asaletimi korumaya çalışarak, “Burada bir iş görüşmesi için bulunuyorum Profesör Challenger. Adımı tartışmak için değil.” diye cevap verdim.
“Oh, oldukça alıngan birine benziyorsunuz Bay Jones! Sinirleriniz çok zayıf durumda. Sizinle konuşurken dikkatli olmamız gerekecek. Lütfen oturun ve kendinizi anlatın. Ben de Sina Yarımadası’nı geliştirmekle ilgili küçük broşürünüzü okuyordum. Bunu kendiniz mi yazdınız?”
“Doğal olarak efendim, gördüğünüz gibi üzerinde adım yazılı.”
“Evet, doğru. Elbette ama bu her zaman geçerli olmuyor, değil mi? Her neyse şimdi sizin savlarınızı dinlemeye hazırım. Gördüğüm kadarıyla yazdıklarınız tamamen değersiz değil. Anlatım şeklinin sıradanlığına rağmen, insan altta yatan özgün fikirleri fark edebiliyor. Bazı bölümlerde gerçekten ilginç fikirlerin tohumlarını atmışsınız. Evli misiniz Bay Jones?”
“Hayır efendim değilim.”
“O hâlde bir sır saklamanız olası.”
“Eğer bir söz verdiysem sözümü kesinlikle tutarım.”
“Demek öyle! Genç dostum Malone…” -sanki Ted on yaş gençmiş gibi konuşuyordu- “Sizin hakkınızda oldukça iyi şeyler söyledi. Size güvenebileceğimi düşünüyor. Bu güven oldukça önemli çünkü şu anda dünya tarihinin en büyük deneylerinden birinin içindeyiz -hatta bunun gelmiş geçmiş en büyük deney olduğunu bile söyleyebilirim- ve sizden bize katılmanızı istiyorum.”
“Onur duyarım.”
“Bu gerçekten de bir onur. Eğer deneyimin devasa doğası yüksek teknik yeteneklere ihtiyaç duymasa hiç kimseyi bu deneye dâhil etmeyeceğimi itiraf etmeliyim. Şimdi, Bay Jones, konuştuklarımızı gizli tutacağınıza dair sözünüzü aldığıma göre, asıl önemli noktaya gelebiliriz. Bana göre, üzerinde yaşadığımız bu Dünya’nın kendisi de dolaşım, solunum ve sinir sistemi olan yaşayan bir organizma.”
Adam tamamen delirmişti.
“Görüyorum ki aklınız…” diye devam etti, “Bunu algılamakta zorlanıyor ancak yavaş yavaş bu fikri özümseyecektir. Bir bozkırın veya fundalığın, dev bir hayvanın tüylü kısmını anımsattığını fark edeceksiniz. Belirli bir benzerlik tüm doğa için geçerli. Daha sonra toprakta meydana gelen yüzyıllık yükselmeler ve çöküşlerin, çok yavaş bir solunumu ifade ettiğini göreceksiniz. Ve nihayet bizim Lilliput’lu2 algılarımıza depremler ve sarsıntılar olarak gelen, küçük kıpırtıları fark edeceksiniz.”
“Peki ya volkanlar?” diye sordum.
“Hah! Onlar da kendi vücudumuzdaki ter bezlerini temsil ediyorlar.”
Aklım bu korkunç savlara bir cevap bulmaya çalışırken karmakarışık oldu.
“Sıcaklık!” dedim, “Sıcaklığın yükselmesiyle birlikte canlılığın da azaldığı bir gerçek değil mi ve Dünya’nın merkezi de sıvı sıcaklıktan oluşuyor?”
Benim iddialarımı bir kenara itti.
“Devlet okullarında bu artık zorunlu olarak öğretildiğine göre, muhtemelen biliyorsunuzdur bayım, Dünya kutuplardan basıktır. Bu da demek oluyor ki kutuplar, bahsettiğiniz bu sıcaklığa diğer herhangi bir noktadan daha yakın ve dolayısıyla bu sıcaklıktan en fazla etkilenen yerler. Eh ve bu yüzden de kutuplar tropik iklimleriyle tanınırlar, öyle değil mi?”
“Bu fikirlerin tümü benim için çok yeni.”
“Elbette öyle ama diğerlerinden farklı düşünen bir zihnin öncülüğü de zaten sıradan fikirlerin aksine, yeni ve genellikle hoş karşılanmayan fikirleri öne sürmek değil midir?”
Masadan aldığı küçük bir nesneyi elinde tutarak bana döndü.
“Şimdi, söyleyin bana nedir bu?”
“Bu bir denizkestanesi.”
Küçük bir çocuk zekice bir şey yaptığında ebeveynlerinin gösterdiği abartılı şaşkınlıkla, “Kesinlikle!” diye bağırdı ve devam etti, “Bu bir denizkestanesi -oldukça yaygın bir kabuklu türü. Doğa, büyüklükten
1
Peerless: İngilizcede “eşsiz”, “emsalsiz” anlamlarına geliyor (ç.n.).
2
Lilliput: Jonathan Swift’in “Gulliver’in Gezileri” adlı romanındaki hayali ülke (e.n.).