Deliliğe Övgü. Desiderius Erasmus

Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Deliliğe Övgü - Desiderius Erasmus страница 9

Автор:
Жанр:
Серия:
Издательство:
Deliliğe Övgü - Desiderius Erasmus

Скачать книгу

akıbetine uğramaktan korkarım.

      16. Yerden göğe, gökten yere gidip gelen Homeros gibi, artık ben de insanlar arasına karışmak üzere, Olympos’tan ayrılıyorum. Hayır, yeryüzünde benden gelmeyen ne sevinç, ne saadet, ne de zevk var. Önce bir bakın, insanoğlunun o şefkatli anası tabiat her yere deliliğin tuzunu biberini nasıl bir uzgörüşle saçmasını bilmiş! Stoisyenlere göre bilge olmak, aklını kendine kılavuz edinmektir; deli olmaksa ihtiraslarının keyfine kendini kapıp koyvermektir. Onun için değil midir ki Jüpiter hayatın acılarını, tasalarını biraz yumuşatayım diye insanlara akıldan çok ihtiras vermiştir. Birinin ötekine oranı, bir tohum tanesinin bir dragmaya oranı gibidir. Hem aklı kafanın bir köşeciğine attığı hâlde, vücudun geri kalanını ihtirasların sürekli çırpınışlarına bırakmıştır. Sonra, yapayalnız kalan bu zavallı aklın karşısına pek haşin ve gazaplı iki zalimi çıkarmıştır; üst bölümde, yani hayatın kaynağı olan yürekte “Öfke”yi, vücudun en aşağı yerlerine kadar hükmü geçen “Şehvet”i. İnsanların hareket tarzı, bu iki kuvvetli düşmana karşı akim elinden ne geldiğini her gün yeteri kadar göstermektedir. Namusluluğun kanunlarını emrediyor, bunları saydırtacağım diye sesi kısılıncaya kadar bağırıyor. Elinden gelen bu kadar… Düşmanları bu sözüm ona tanrıça ile alay ediyorlar, ona hakaret ediyorlar, hem de ondan fazla gürültü patırdı ediyorlar. O kadar ki sonunda bu faydasız dayatmadan yorgun düşen akıl boyun eğiyor, onların bütün isteklerine razı oluyor.

      17. Ama kendini işlere vermesi alın yazısı olan insana, kendini yönetmede bir akıl taneciği yetmediğinden, ne edeceğini bilemeyen Jüpiter, akıl danışmak için, her zaman yaptığı gibi beni çağırdı. Ona hemen bana layık bir öğüt verdim, dedim ki: “Bir kadın yaratın, onu erkeğe eş olarak verin. Kadının çılgın ve uçarı bir hayvan olduğu doğrudur, ama hoş ve eğlendiricidir de. Erkekle birlikte yaşarken, çılgınlıklarıyla onun kasvetli ve asık suratlı huyunu hafifletip yumuşatmasını bilecektir.”

      Platon, kadını akıllı hayvanlar sınıfına mı, idraksiz hayvanlar sınıfına mı sokmakta kararsız göründüğü zaman, sadece bu dilber cinsin aşırı çılgınlığına işaret etmek ister. Gerçekten, bir kadın bilge geçinmeyi aklına koyacak olursa eski deliliğine yeni bir delilik katmaktan başka bir şey yapmış olmaz. Çünkü insan tabiattan herhangi bir kötü eğilim kapmışsa, ona karşı gelmek veya onu erdemin maskesi altında gizlemek, bu kötü eğilimi arttırmak demektir. Eski bir Yunan atasözü der ki; “Erguvana da bürünse, maymun yine maymundur.” Onun gibi, kendini ne kadar gizlemeye çalışırsa çalışsın, kadın yine kadındır, yani her zaman delidir.

      Burada söylediklerime kızacak kadar kadınların deli olduklarını sanmıyorum. Ben onların soyundanım, “Delilik”im. Onların deli olduklarını ispat etmek, onlar hakkında yapabileceğim en büyük övgü değil midir? Çünkü işin doğrusu, erkeklerden daha çok mesut olmalarını “Delilik”e borçlu değiller mi? Her şeyden üstün tutmakta haklı oldukları, en kendini beğenmiş zalimleri bağlamakta işlerine yarayan odilberlikleri, o cazibeleri, ilk önce “Delilik”ten almış değiller mi?

      Erkeklerdeki o hoşa gitmeyen vahşi dış görünüş, o kıllı deri, o orman gibi sakal, her yaştaki o ihtiyarlık hâli nereden geliyor? Kötü huyların en büyüğü olan temkinden! Kadınların ise tersine, yanakları düz, sesleri tatlı, tenleri naziktir; her şeyleri, sürekli bir gençliğin dilber hayalini sunar. Şu dünyada erkeklerin hoşuna gitmekten başka bir arzuları var mı zaten? Bütün o süslerin, düzgünlerin, hamamların, saç kıvırmaların, parfümlerin, kokuların ve sonucu, yüzü, gözleri ve teni güzelleştirmeye, boyamaya veya gizlemeye yarayan bütün o kozmetik ilaçların amacı nedir? Ee, bunca arzulanan o amaca deliliğin aracılığı ile erişmiyorlar mı? Hem erkekler kadınların her şeyine katlanıyorlarsa, bunu salt onlardan umdukları zevki düşünerek yapmıyorlar mı? Peki, bu zevk neye bağlı? “Delilik”. Bir kadının lütuflarından faydalanmak arzusunu her duyuşunda, erkeğin söylediği saçma sapan sözlere, kadınla yaptığı bütün çılgınlıklara bakınca, bu gerçeğe inanırız. Demek ki şimdi hayatın en büyük zevk kaynağı hangisidir, biliyorsunuz.

      18. Ama birçok kimseler, bilhassa ihtiyarlar Bakkhos’un lütuflarını aşkınkinden üstün tutarak, en büyük şehveti sofranın zevklerinden ibaret sayarlar. Kadınsız yemeğin tadı çıkar mı, çıkmaz mı, hiç bunun üstünde duracak değilim. Muhakkak olan şu ki, delilikle neşelenmedikçe her yemek tatsız ve kasvetli olur. Öyle ki bir yemekte gerçekten deli olan veya öyle görünmek isteyen biri yoksa şakalarıyla, hoş sözleriyle, yani delilikleriyle suskunluğu, kasveti dağıtsın ve konukları güldürsün diye bir soytarı tutarlar veya neşeli bir asalağı getirirler. Gerçekten, gözlerle kulaklar şenliğe katılmamış, oyunlar, gülüşler ve zevklerle zihin neşelenmemişse etlerle, lezzetli yemeklerle karnını tıka basa doldurmak neye yarar? İşte, o oyunları, ogülüşleri, o zevkleri yaratan yalnız benim. Şölene kura ile başkan seçmek, çepeçevre oturup türkü söylemek, dans etmek, sıçramak, hoplamak gibi, yemeklerde âdet olmuş o neşeli törenleri kuran kimdir sanıyorsunuz? Yunanistan’ın yedi bilgesi mi? Hiç de değil. İnsanoğlunun selameti için bunları icat eden benim. Bu türlü eğlentilerde ne kadar çok delilik edilirse insanların tasalı olunca hayat demeye yakışmayan ömürleri de o kadar uzar. Oysaki hiç peşini bırakmayan can sıkıntısını bütün bu zevkler kovmadıkça, hayat her zaman kasvetli olacaktır.

      19. Bütün bu zevkleri duyamayıp saadeti ancak söyleşide bulan birtakım insanlar da var belki. Onlarca dostluk, nimetlerin en büyüğüdür; hayat için su, ateş ve hava kadar gereklidir; tabiat için güneş neyse insan için de dostluk odur. Sonuç olarak, dostluk o kadar hoş, okadar namusludur ki (bu sözün bu işle hiçbir ilgisi yoktur) filozoflar bile onu en büyük nimetler arasına koymuşlardır. Ya ben ispat edersem ki bütün bu dostluklara da can veren yine benim. Bundan kolay ne var! Şimdi bunu size gün gibi aydın kılacağım. Ama bunu yapmak için, ince mantıkçıların kullanmaya alıştıkları ne o çelişkilere ne o zincirli kaziyelere ne de daha başka muhakemelere başvuracağım; sağduyunun ışıkları peşinden gitmekle yetineceğim. Öyleyse başlıyorum.

      Dostlarının hovardalıklarına göz yummak, kusurları üzerine hayale kapılmak, onları taklit etmek, en büyük kötü huylarını beğenmek, birer erdemmiş gibi bunlara hayran olmak, deliliğe sapmak denen şey değil midir? Metresinin teni üzerinde gördüğü bir beni aşk ve şevkle öpen şu âşık, Agnes’inin ahtapotunu şehvetle koklayan şu beriki âşık, şaşı oğlunun bakışını dokunaklı bulan şu baba… Bütün bunlar salt delilik değil mi? Evet, bunların delilik, hatta deliliğin daniskası olduğunu istediğiniz kadar söyleyin. Ama kabul edin ki, dostlukları kuran, besleyen yine de bu deliliklerdir. Burada, yalnız birtakım kusurlarla doğan, içlerinde en iyisi, kusuru en az olan ölümlülerin lafını ediyorum. Kendilerini birer küçük tanrı sanan o bilgelere gelince; dostluk hemen hemen hiç onları birbirlerine bağlamaz veya bazen bağladığı olsa bile bu, hep kasvetli ve hoşa gitmeyen, pek az kimse arasında yayılmış bir dostluktur. Bu bilgelerin hiçbir zaman kimseyi sevmediklerine dair teminat vermekten sakınırım. İnsanların çoğu delidir, hatta denebilir ki deliliğin birkaç türlüsünü kendinde toplamamış olanı bile yoktur. Oysaki bütün dostluklar benzerlik üzerine kurulmuştur.

      Şu hâlde, bu asık suratlı filozoflar bazen birbirlerine karşılıklı iyi niyet bağlarıyla bağlansalar da bu pek sağlam olmayan bağlılık; dostlarının kusurlarını görmekte vaşak kadar keskin gözlü, kendilerine karşı gözleri kör, her zaman kasvetli ve keyifsiz, sanki heybe masalı üzerlerine söylenmiş bu insanlar arasında uzun sürmez. Gerçekten, tabiat tarafından bütün insanların bazı esaslı kusurların sahibi

Скачать книгу