Diplomalı Kız. Ахмет Мидхат
Чтение книги онлайн.
Читать онлайн книгу Diplomalı Kız - Ахмет Мидхат страница 2
“Cüret ve cesaretimi affediniz anneciğim; ama benim bilebileceğim şey, sizin muavenetinizi boşa çıkarmamak için gücümün yettiği kadar çalışmaktı! Çalıştım. İşte her sene, her dersten aldığım mükâfatlar, takdirnameler şu miskin yatağımın murdar cibinliğinin içini bir sergi gibi donattılar.”
“Ekmekçi, kasap, sebzeci onları kabul edip yerine ekmek, et, sebze, kömür, şarap filan verebilirlerse hak sizindir. Teşekküren bir de reverans ederim.”
“Ben orasını bilemem.”
“Henüz öğrenmedin bile! Heyhat! Asıl kabahat sende değil baban olacak aptalda! Seni benim istediğim yolda terbiye etseydi şimdi aşinalarımızın, dostlarımızın kızları gibi sen de ya bir modacı olurdun, ya çiçek yapmakta mahir bir işçi. Haftada anana babana birkaç frank olsun getirirdin. Hiç olmazsa bir yere besleme, hizmetkâr sıfatıyla kapılanırdın da bari anana babana yük olmazdın.”
“Vay! Bir dilim kuru ekmek yediğimde mi yük oluyor?”
“Nankör! Şimdi günümüz kuru ekmeğe kaldığı için mi böyle söylüyorsun?”
“Hayır anacığım! Şimdiye kadar gördüğüm inayet ve ihsanınızın minnettarıyım. Fakat zannedersem onun mukabilini de işte birinci derecede bir diploma almakla icra eyledim. Eğer şimdi size yük oluşum bir lokma kuru ekmek yediğim içinse…”
Bu muhaverenin Madam Depres ile kızı Julie arasında cereyan eylediğini okuyucularımız mutlaka anlamışlardır. Zira bunlardan başka henüz ortada kimse olmadığı gibi muhaverenin gidişatından anlaşılacağı gibi bunlardan başka hiçbir kimseye mahsus olamaz.
Tam söz yukarıdaki fıkrada bıraktığımız dereceyi bulduğunda:
“Susar mısınız? Yoksa sizi susturayım mı?” diye kısık fakat öfkeli bir ses meydan aldı. Kadınların ikisi de bu sesten ürkerek lal oldular, kaldılar.
Ses kendi sahibinden evvel odaya girmişti. Arkası sıra sahibi de girdi. Uzun boylu, iri kemikli bir herif! Onun da gözleri mavi, ama karısının gözlerinden daha fersiz. Vaktiyle saçları, sakalı, bıyığı sarıymış ama vaktinden evvel ağardıklarından şimdi rengi belli değil. İhtimal ki vaktiyle pek de güzel bir adammış. Şimdi hüsün, güzellik kimde kalmış ki onda da kalsın. On yedi on sekiz yaşlarındaki taze ve genç olan Julie bile hüsün denilen şeyden mahrumdur!
Bu adamda bakmaya ve incelemeye değer bir şey varsa o da elleridir.
Bunlara “el” dememeli. Pençe? Hiç! Derisi ayakların en kalın derilerinden daha kalın. Şuradan buradan yarılmış, yanmış. Eline bir kalem alıp da yazı yazabilmek iktidarından çoktan mahrum olmuş. Kalem onun eline yakışık mı alır? Belki alelâde bir çift ele malik olanlar için en ince iğneler daha ziyade yakışık alır. O ellerin yakışığı beş buçuk okkalık varyostur.
“Varyos” nedir bilir misiniz? Hani demircilerin kol yahut bacak kalınlığında demirleri kocaman örsler üzerinde dövdükleri zaman iki kişi karşı karşıya geçerek sırayla kaldırıp indirdikleri büyük çekiçler yok mu? İşte o. Demircilik sanatında varyosçu olmak için hem kuvvet lazım, hem ustalık.
Kuvvete neden dolayı ihtiyaç olduğunu izaha hacet yoktur ya? Beş buçuk kıyye! Beş buçuk! O çekiç, dua ile kalkıp inmez ya! Elbette kol kuvvetiyle kalkıp inecek. Amma ustalığa gelince biraz izaha ihtiyaç vardır:
Efendim! Demircilikte böyle büyük şeyleri dövmek lazım geldiği zaman asıl usta eline bir hafif çekiç alarak onunla kızgın demirin şurasına burasına vurur ise de bu darbe demirin oralarını ezdirmek için değil, belki varyosun inecekleri yerleri göstermek içindir. Varyosçu asıl ustanın çekici hangi yere ineceğine dikkat edecektir ki kendisi de varyosu tam oraya indirsin. Hatta asıl usta kendi çekicini yavaşça mı, hızlıca mı yahut pek hızlı mı indirdiğini de nazarıdikkat-ten ayırmayacaktır. Zira darbelerin şiddetini de ona göre beğenecek veya beğenmeyecektir. Elhasıl o kocaman demiri asıl varyosçu dövecektir.
Bizim bu taraflarda varyosçuların iyileri on ikiden on beşe kadar gündelik alırlar. Paris’te beş franktan aşağı almazlar. Bizim şu mansarda giren Jean Depres ise pek usta bir adam olduğundan vaktiyle sekiz frank gündelik alırdı. Ama vaktiyle. Ya şimdi? Heyhat!
Jean Depres, şimdi elli beşlik bir adamdır. Bu adam yirmi beş yirmi yedi yaşlarındayken dev gibi kuvvetli, şeytan gibi akıllı bir usta olduğundan demirhaneler Jean’ı âdeta müzayedeye koyarak gündeliğini sekiz franga kadar çıkarırlarmış.
Sekiz frank! Alelade amelenin ikisine bedel! Yalnız gündelik değil, Jean Depres dahi alelade amelenin ikisine belki iki buçuğuna bedel.
Bu gençlik, bu kuvvet, bu parayla Jean Depres’in kadınlar arasında ne kadar rağbet edilen bir şey olduğunu düşünmeli. Hem o zamanlar pek de güzeldi. Boy bir metre doksan beş santimetre! Omuzlar, göğüs, arka gayet geniş. Bel ince. Kıç büyük ve yuvarlak. Bacaklar sanki nispetinden daha kalın. Baldırlar bacaklara münasip. Bununla beraber yüz pek latif! Uzunca bir burun, kalınca bir çift dudak, yumruca hatta gereği gibi yumru bir çenenin letafetlendirdiği yüz üzerinde açık kumral bir çift bıyıkla koyuca mavi bir çift göz yok mu? Bütün Havva’nın kızlarına meydan okumaktaydılar.
Jean Depres temiz de giyinirdi. Günde sekiz frank bu! Her türlü süse müsait olmaz mı? İnce lacivert abadan pantolon ceket. Deriden boyama potinler. Kalınca bir fanila üzerine takılır beyaz lastikten yakalık, kolluk. İpekten, ama dikkat buyurunuz, ipekten boyun bağı! Her amelede bulunabilecek şey mi? Başında en ince keçeden mamul kenarı geniş şapka! En aşağı altı franga alınabilir. Amele takımının hasreti, ama bir ömürde bir taneciğini alabilmeye ameleden yüzde kaçının kesesi müsait olabilir? Meğerki bir kumarda talihin müsaadesine mazhar ola!
Bu süsün mükemmeliyetinden fazla Jean Depres ellerinin yanıklarını, yarıklarını da örtmek için yünden mamul siyah eldivenler takar. Akşam işten sonra yahut pazar günleri bir güzelce yıkanarak şu süslü kıyafete girdi mi seyredin civarın kadınlarını. Depres’in yarım bakış ve iltifatına hangisi daha tez nail olacağını bunların Depres etrafında pervaz olup sevgi göstermelerinden anlamaya çalışmalı!
Şu telaşlı sevgilerde bulunan kadınların, hatta kızların bile tamamı Depres’e hiç olmazsa bir haftalık, on beşlik bir metres olmak arzusunda bulunduklarını zannetmemelidir.
Paris’in amele ve esnaf takımı arasında diğer sınıflara nispetle iffet sahibi kadınlar daha ziyadedir. Hatta bu takım arasında meşru olan izdivaçlar bile sair sınıflardan ziyadedir. Lakin bunların izdivaçları ekseriya ilk çocukları ve bazen ikinci, üçüncü çocukları doğduktan sonra akdedilir.
Durumu anladınız ya! Bunlar ilk önce birbirinin metresi, sevgilisi olmak üzere bir gayrimeşru birliktelik yaşarlar. O münasebet iki hafta zarfında bozulmazsa inanmalı ki beş altı ay devam edecektir. O müddet zarfında ve bahusus metresin hamileliği anlaşıldığı zaman münasebet kesilmezse çocuk doğuncaya kadar da aralarındaki anlaşma feshedilmeyecektir. Çocuk doğar. Tabii evlat sayılan bu gayrimeşru çocuğa bakmak için tesis edilmiş daireye verilir. O zaman genç valide, ister ki beraber olduğu sevgilisi o çocuğun kendi çocuğu olduğunu resmen tanısın. Daireye öyle bir