Gönül Hanım. Ahmet Hikmet Müftüoğlu

Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Gönül Hanım - Ahmet Hikmet Müftüoğlu страница 6

Жанр:
Серия:
Издательство:
Gönül Hanım - Ahmet Hikmet Müftüoğlu

Скачать книгу

anladık. Esasen hiçbir yerde bu kadar semiz, bu kadar gururlu köpekler görülmemiştir. Buradan daha kirli bir şehir, buranın insanlarından daha miskin ve pis mahluklar tasavvur edilemez: Köpeklerin insanlara hâkim olduğu bir ülke. Burunlarımızı tıkadık, gözlerimizi yumduk. Dönerken Bahadır Bey dedi ki:

      “Bu hareketsizlik, cansızlık, arzusuzluk, pislik bütün bu çaresizlerin mensup oldukları uğursuz mezhebin gerektirdiği hususlar. Budizm, şu cihanın vaktiyle en canlı, en arzu dolu Moğollarını böylece birkaç yüzyıl içinde en tembel ve en alçak bir hayvan derecesine indirmiş.”

      “Evet.” dedim. “En medeni insanlardan, en vahşi beşeriyete kadar her kavmin, düşüncesine, yaşayışına, mensup olduğu dinin tesiri inkâr edilemez; inanışın yanında, cinsiyet ve milliyetin yeri ikinci derecede kalıyor.

      Dinin, maneviyatın saf ve cahil insanlar üzerindeki tesiri bazen feyiz verici fakat çok kere kahredici oluyor. Herhangi bir dinin siyah ve kanlı perdesi ancak ilim ve irfan ile açılıyor ve gerçek yönü ilim ve irfan ile aydınlığa kavuşuyor.”

      Taştan mabetler ve kerpiç ile yapılmış kulübeden başka, diğer meskenler keçe çadırlardan ibaretti. Bu toparlak ve tavanları mahrut şeklinde çergelere Kırgızlar “Yurd” ve Moğollar “Kir” diyorlar. Çadırların etrafı çam bölmelerinden tahta darabalar ile ayrılmıştı. Bu suretle kasabanın gösterdiği acı manzarayı ancak yer yer rastlanan tapınakların altın kubbeleri değiştiriyordu. Bunların en önemlisi “Maydari” tapınağı idi. Urga’nın ahalisi “Kalka” denilen Moğollardan mürekkeptir. Bunlar sarı ile kırmızı arası kiremit renkli, iri elmacık kemikli, yassı yüzlü idiler.

      Bu bela mekânının gündüzünü gördüğüm için gecesinin hayalinden irkilmeye başladım. Gece katı ve zifiri bir karanlığın altında bütün bu pis ve iğrenç köpeklerin hükmüne bırakılıveriyor ve hırlaşmalar, havlamalar, ulumalar sabaha kadar büyük bir gösteriş ve gürültü ile devam ediyordu.

16 Mayıs

      Akşam hem bedenen hem ruhen yorgunduk. Yemekten sonra çaylarımızı içerken Kont Béla Zichy dedi ki:

      “Atillaların, Batu Hanların, Cengizlerin, Yavuzların ecdadı bu miskinler midir? Hindistan’ı, Çin’i altüst edenler, Fağfurlara ‘Çin Seddi’ni yaptıran ‘Hiyungnular’ bu mendeburlar mıdır? Altınorda kahramanlarından bu paslanmış teneke parçaları mı kalmış?”

      Gönül düşünüyordu. Gözleri dalmıştı. Çay bardağını dakikalarca dudaklarında tuttu. Birdenbire:

      “Ne düşünüyorum, biliyor musunuz? Bu milletin Avrupa’da ve Asya’da tarih öncesinden beri savaşmadığı hemen hiçbir kavim kalmamış gibidir. Tasavvur ediniz: Hiungnular, Çinlilerle; Hunlar, Cermenler, İskandinavyalılar, Frenkler ile; İskitler, Türkler, Moğollar, İraniler ile; Moğollar, Hintliler ile; Tatarlar, Moğollar, Türkler, Araplar ile; yine Tatarlar, Türkler, Islavlarla (Rus, Sırp, Çek, Leh, Bulgar, Hırvat, Dalmat) vb.; yine Türkler, Moğollar, Tatarlar, Nemseler (Almanlar) ile; yine Türkler, İtalyanlar, Fransızlar, İngilizler, Avusturyalılar ile çarpışmışlar ve yenmişler yahut yenilmişler; fakat her defasında harikalar göstermişlerdir. Hayır, hayır! Bu kadar didinmenin, çarpışmanın sonu elbette yorgunluktur. Bu kadar kan dökmenin neticesi elbette kansızlıktır. Herhangi tunç ve çelik bir silah bu derece kullanılırsa elbette aşınır, körlenir.

      Ali Bahadır Bey gülerek atıldı:

      “Hemşire, bu sonu gelmez sıkıntı ve güçlüklerin tesiri inkâr olunamazsa da yorgunluk, babadan toruna geçerken dinlenmiş bulunur. Moğollardaki bu düşkünlüğün sebebini Buda mezhebinde ‘Sakyamoni’nin yanlış ve doğru cetvelinde, diğer deyimle, günah ve sevap hanelerinde aramalıdır.

      Bir kere Budizmin beşer beşer ayırdığı, şu on şarta bakınız; hatırımda kaldıysa tekrar edeyim.

      Önce:

      1- Öldürmemek, 2- Çalmamak, 3- Fuhuşa kapılmamak, 4- Yalan söylememek, 5- Sarhoş olmamak.

      Sonra:

      1- Mevsimsiz yemek yememek, 2- Dans etmemek, şarkı söylememek, çalgı çalmamak, 3- Süslenmemek, koku sürünmemek, 4- Büyük yatakta yatmamak, 5- Altın ve gümüş saklamamak.

      Şu ikinci bölüm şartların karşılığında hayatta ne lezzet ne çaba kalabilir?

      Buda, mensuplarının davranışlarına göre mükâfat ve ceza vadeder.

      Mükâfat: Nirvana.

      Ceza: Ruhun insandan hayvana ve hayvandan insana geçmesi.

      Ruh göçmesi, kötü iş işleyenlerin ruhları öldükten sonra en iğrenç ve melun bir hayvan kalıbına girmek ve tekrar dünyada yaşamaktır.

      Nirvana ise ahirete ait zevklerin devamı için hayat içinde yok olmaktır.

      Nirvana’ya erişmenin usulünü gösteren, Budizmin esası olan şu dört gerçek mühimdir:

      1- Elem hayattan ayrılamaz.

      2- Elem, emelin kızıdır.

      3- Hayat ve elem Nirvana ile biter.

      4- Nirvana mutluluğuna erişmek için kin ve garezle ilgili arzulardan ve nefisten geçmek, istekleri devam eden hayatın bütün ilgilerini kesmek lazımdır.

      İşte, Nirvana denilen böyle bir delilik, bu ıssız ve çorak çöllerde yaşayan cahil, içi temiz Moğol dimağlarına yüzyıllardan beri aşılanırsa, sonu böyle hiçliğe ve miskinliğe varır.

      Yukarıda söylediğim on dinî şarttan başka, ruha ait hizmetlerde, mezhep işlerinde bulunanlar için evlenmek değil, bir kadının yüzüne bakmak, hatta bir küçük kızın eline dokunmak bile haramdır.

      Din gereğince çalışmaları yasaklanmış ve sadaka ile geçinmeleri mecbur kılınmış Budist ruhanileri bir kadının elinden sadaka da alamazlar. Bunların yeni kumaşlardan elbise yapmaları da günahtır. Mezarlıklardan, süprüntülüklerden toplanan paçavraları kendi elleri ile birbirine ekleyerek, dikerek bunlardan nihayet üç kat elbiseye sahip olabilmelerine izin vardır. Budist ruhanisi yatağa uzanamaz, mutlaka otururken uyumalıdır.”

      “Fakat…” dedim. “Japonlar da Budist oldukları hâlde onlarda bu miskinlikten eser yoktur!”

      “Bir kere Japonların tamamı Budist değildir, içlerinde Konfuçyüs mezhebine ve Japonların eski dinlerine mensup olanlar da az değildir. Bununla beraber Japonya’ya miladi altıncı yüzyılda musallat olan Budizm bu adaların neşeli, çalışkan, becerikli ahalisini çok sarsmışsa da, coğrafi mevkileri bakımından daima diğer kavimlerle temasta bulunduklarından tetik davranarak bu mezhebi kendilerinin ırk ve iklim şartlarına göre değişikliğe uğratmışlardır.”

      Kont Zichy ekledi:

      “Seyahatlerim sırasında dikkat ettiğime göre bu her dinde böyledir. Nitekim İslamiyet’in Yemen ve Useyir taraflarındaki anlaşılışı ile, aynı dinin Kazan’da, İstanbul’da, Cava’da uygulanışı arasında büyük farklar vardır. Mısır bölgesinde bir şeyh, kendisinden manevi himmet talep eden bir Arap’ın ağzına tükürür, bu pis hareket bir nevi feyiz

Скачать книгу