Bitmeyen Hazan. Hazangül
Чтение книги онлайн.
Читать онлайн книгу Bitmeyen Hazan - Hazangül страница 3
Meni kınamayın,
Aciz sanmayın,
Ağac kardaşım,
Çiçek bacım,
Ucalık kimi öydüyüm
Kiblegahım, yeddinci göyüm…
Dahi Muhammed Fuzulî gazellerinden birinde diyor ki, “Uzun gecelerin birinde, şiir yazdığım esnada kalemimin mürekkebi bitti. Bundan hiç rahatsız olmadım, kemiğimi kaleme çevirdim, iliğimi mürekkebe ve başladım şiirimin devamını yazmaya.” Yaratmak, yazmak yolu, Hakk yoludur; Tanrı’ya kavuşmak yoludur. Bana öyle geliyor ki, şairler her yeni şiiri meydana getirme sürecinde, Tanrı’yla kesintisiz bir rabıta kuruyorlar. Yazdıkları şiire, yarattıkları poetik fikre son noktayı koydukları, onu tamamladıkları zaman şairin Yüce Allah’la sohbet mühleti de tamamlanıyor. Bu bir taraftan mutluluk ise de, diğer taraftan yüreği en dehşetli ağrılarla yükleme alışkanlığıdır. Bu azaplı, işkenceli yükün, ölçülemez hazzın ve ağrının taşıyıcılarından biri de 80’li yıllarda büyük edebiyatımızın sınırlarına adımlarını atan şair kız kardeşimiz, kalem arkadaşımız Hazangül’dür:
Neçe vahtdır ahtarıram üreyimi,
Yeri, göyü dolaşıram,
Sebrim dönüb intizarla öc olanda
Lap çaşıram, dolaşıram…
Çiçeklerin arasını,
Gözlerimin karasını,
Gündüzlerin nur üzünü,
Gecelerin karasını ahtarıram,
Ahtarıram…
Herkes, bu dünyada maddî âlemin meridyenlerinde kendi kısmetini, rızkını, yitirdiği sermayesini, geçim imkânlarını arar. Bu yolda insanlara sabrı, tahammülü, aklı, ümidleri yardım eder. Aradığını bulup sevinenler de olur, bulamayıp bir süre arayışını durduranlar da… En kıymetli, görünmez, mekânı ve zamanı bilinmeyen inciyi aramak talihini ise yalnız şairler yaşar. Bu incinin adı, sözdür. Söz, şair tarafından bulunup ipe dizilene dek, Allah tarafından, tesbihten dökülen boncuklar gibi dünyanın her yerine serpilmiştir. Onların yerlerini Allah’tan başka hiç kimse bilmez.
Lâkin şair istidadı, şair kavrayışı onları bulup yerine koyar, mısralara dizer. Bence, şairlik de bu demektir. Çoğunlukla söz-sanat adamlarının ömür boyu arayıp buldukları, bulamadıklarından kat kat azdır. İşte bunun içindir ki, Hazangül de 80’li yıllardan beri «Kaya Üste Biten Çiçek» (1988), «Yeddinci Göyle Sohbet» (1996), «Ömür Şikestesi» (1998), «Şübheler» (1998 yılında İmir Memmedli’nin tercümesiyle, Gürcü dilinde) ve «Güneş Meni Aldadır» (2000) adlı şiir kitaplarını yayınlayarak, şiirsel arayışlarını fasılasız devam ettirir.
Hazangül’ün hâli hazırdaki arayışları, ondan daha kesin olmayı, daha çok azap çekmeyi ve daha dikkatli davranmayı talep ediyor. Şimdi o, 80’li yılların tecrübesiz, incecik kanatlı, inançsızlıktan kurtulamayan, var oluşla ölüm arasında gelip giden, sık sık karamsarlığa kapılan ve tereddütler girdabından zorla kurtulan Hazangül değil. O, artık, her şeyden ağır olan şairlik gibi mukaddes bir ismin varlığında erimiş, yok olmuştur. Bu yüzden, şair Hazangül olarak hayatı yaşamak, büyük mesuliyyettir. Bu mesuliyetin sahası ise Azerbaycan’ın hudutlarını aşmış, Şark ülkelerine dek uzanmıştır.
İşte bu sebeptendir ki, merhum şair ve tenkitçi Tofik Mütellimov’un «Kaya Üste Biten Çiçek», Bağır Bağırov’un ve Süleyman Efendi’nin «Gürcistan» gazetesinde çıkan, Çingiz Elioğlu’nun «Edebiyyat» gazetesinde yayınlanan «Edebiyyatımızın Ecdaha Ledileri», Gülrüh Elibeyli’nin «Çırpınan Dünyamız», A. Murovdağlı’nın «Gence’nin Yaradıcı ve Feal Kadınları» kitabındaki «Hazansız Dünyanın Ebediyyeti» makalelerinden ve Bağır Bağırov’un «Hazangül» kitabından sonra, Türkiyeli yazar İrfan Nasreddinoğlu Türkiye’de yayınlanan «Çankaya» ve «24 Saat» gazetelerinde istidatlı şaire hakkında makaleler yayınlamıştır. Irak’ta yayınlanan «Yurd» gazetesi de Hazangül’ün birkaç şiirini Iraklı okuyuculara takdim etmiştir.
Türkiye’de yayınlanan «Kardeş Kalemler» adlı aylık Avrasya edebiyat dergisinin Nisan 2007 sayısında ise şairenin «Neyleyim», «Allah Meni Daş Ele», “Etiraf”, «Dağlar, Kömek Et», «Menim Heyatım», «Ümid», «Hara Gaçım» ve «Lal Kaya» adlı şiirleri ışık yüzü görmüştür. Ayrıca o, Türkiye Şairler Birliği’nin ve “Antoloji.Com” adlı edebî kurumun da üyesidir. Bütün bu belirttiğimiz hususlar, Hazangül Hanımın nasıl büyük bir edebî mesuliyetin altına girdiğini göstermektedir. Eğer edebî yüreğin varsa, bütün engelleri kolaylıkla aşıp, şiirsel arayış denizine ulaşacak ve kendi incini zahmetsizce bulacaksın:
İntizarın sebrine,
Dönüb könlüm ölmüş ümid kabrine,
Ezabımın kiymeti ne, derdi ne,
Dağlar, meni ağuşuna al dedim.
Halkımızın, genelde Türk dünyasının ulu edebî âbidesi «Kitab-ı Dede Korkud»da Oğuz kadınları, Hatunları, kızları, gelinleri, Kazlık dağını kendilerinin “kaynata” sı olarak kabul ederler. Hatta Kazlık dağına çıktıkları zaman yaşmaklanırlar. Bin yıllık millî ahlâkımızın bu ayrıntısı, toplumsal hafızalarımızda ve kanımızda bu güne dek ulaşmıştır. Seleflerinin, ulu ecdatlarının, Banu Çiçeklerin, Selcen Hatunların geçirdikleri ahlâkî heyecan hissi, Hazangül’ün şair ruhunda da kendisini sık sık gösterir. «Men Şairem» sözünü bir defa bile diline getirmeyen ve bundan çekinen, korkan şairenin şiirlerinde hissolunacak derecede edep ve terbiye var. Bu tür eserleri, kendisini “şair” olarak adlandırmaktan utanan vatan evladının “mahcup şiirleri” diye adlandırmak da mümkündür:
Bu dünyanın sirr kapısı, sirriyem,
Bu dünyanın fağırının biriyem.
Heç bilmirem ölüyem ya diriyem.
Hara gaçım göyden, yerden, ay Allah!
Hazangül’ün yazdıkları onun yürek çırpınışlarının renkli, renksiz şekilleridir. O, son 30 yılda yarattığı şiirlerin mısralarının, mısralardaki fikirlerin, bediî yorumların uzunluğunda azaplı, işkenceli bir mesafe kat etmiştir. Böylece, hayat aşkı, Tanrı sevgisi ve yüksek bir vatanperverlik duygusu onun yoldaşı olmuştur. Onun yaradıcılık çizgisinde, dâhî Nizami’nin ruhunun dolaştığı Gence edebî muhiti, büyük rol oynamıştır. Merkezin eyalet olarak adlandırdığı bu muhit, Hazangül’e sınırsız bir dünya bahsetmiştir. Hazangül’ü 20 yıldan fazla bir süredir, bu anlattığım şekilde tanıyorum. O, şiirlerini eline alıp yayın yönetmenlerinin kapılarını çalıp duran ve kendisini reklâm etmeye çalışan bir insan değildir. Kendi köşesine çekilip şiirlerini yazmakla