Açlık Baratası. Rukayye Kebiri
Чтение книги онлайн.
Читать онлайн книгу Açlık Baratası - Rukayye Kebiri страница 3
Öğretmen beyaz tahtada kalemle kalça kemiğini çizerken kemiklerin yerlerini açıklıyordu,“Daha önce de anlattığım gibi kalça dört çeşit kemikten oluşuyor. Çocukken bu kemikler kıkırdak şeklinde olur fakat büyüdükçe sert kemiğe dönüşürler.”
Yine Amber’e dokunarak, “Şimdi Gazi sınıfta olsaydı ve bu sözleri duysaydı, yalaka dili ile öğretmene oradan konuşma derdi, yürü git ağzını suyla yıka, derdi.” diye fısıldadım. Milletin ağız temizliğinden ona neyse. Benim konuşmam, Amber’in umuru bile olmadı. Fakat ben ders havasında değilim. Öğretmenin sözlerini dinlemek için hiç keyfim yok. Tüm öğrencilerin gözleri beyaz tahtaya dikilmiş, ne anlıyorlarsa ders dinlemekten. Kim bilir, belki onlar da benim gibi boş boş bakıyorlardır da çaktırmıyorlardır. Akılları başka yerlerde geziyordur. Öğretmenin el hareketiyle kırmızı kalem yağ gibi beyaz tahtanın üzerinde akıyordu. Kalça parçalarının adını tahta üzerinde yazıyor, akabinde Brejit’in da parçaları gözümün önünde parçalanarak yere serpiliyordu. Neden Amber ve Gazi gibi ben de eğilip yerden onun parçalarını toplamadım ki? O benim Brejit’im idi, Amber’in değil! Hamal adam, kendime gelebilmem için müsaade bile etmedi.
“Hermafroditlik kelimesinin kaynağının ne olduğunu kim biliyor?”
Öğretmenin sesi bana sınıfta olduğumu hatırlattı. Amber bir zamanlar bu kelimenin kaynağını bir kitaptan bana anlatmıştı. Beynimi o kaynağı hatırlamak için zorluyordum fakat beynimin kapısı Kırk Haramiler mağarasının taş kapısı gibiydi. Dilden çıkan bir şifreye bağlıydı sanki. Bazen herhangi bir insanın ağzından çıkan sıradan bir söz, zihnimin taş kapısını açar, hatıralar tahıl ambarlarının buğdayları gibi dilimin ucuna gelir ve işte o zaman ben saatlerce konuşabilirdim ama şimdi…
Amber’e, “Dur, bak hemen söyleyeceğim. Fakat Brejit’in parçalanması kafamı karıştırdı. Hatırlayamıyorum, eğer sen biliyorsan söylesene.” dedim.
“Unutuvermişim!”
“Ben seni bilirim, unutmamışsındır.”
Öğretmen, Amber’e soru sormayınca onun dili açılmazdı. Öğrencilerden de ses yoktu. Öğretmen,“Birçok adın ortaya çıkışı gibi Hermafroditlik adının da ortaya çıkışı Yunan mitolojisine dayanır. Batı mitolojisine göre Hermafrodit, Hormos ile Aphrodisias’ın oğlu idi. Günün birinde ona bir su perisi verilir. Bir gün Hermafrodit suda yüzdüğü esnada, su perisi Tanrıdan ikisinin birleşmesini ister. O günden beri Hermafrodit çift cinsiyetli olmuştur.”
Öğrencilerin biri sınıfın ta sonundan, “Öğretmenim filmlerde görüyoruz, Batı’da her şey için izin alırlar. Su perisi neden Hermafrodit’ten izin almamış?” diye seslendi. Torpil gibi patlayan kahkahalar konuşan öğrencinin lafının bitmesine engel oldu. Öğretmen elindeki kalemi tahtaya vurdu. Öğrenciler susacak gibi değildi. Brejit’in kırılıp dağılması onlara da konuşma cesareti vermişti.
“Öğretmenim, biz Aphrodisias’ın kim olduğunu biliyoruz.”
“Buyurun söyleyin, kim olduğunu öğrenelim!”
“Öğretmenim, Aphrodisias aşk tanrıçasıdır!”
“Öğretmenim, serçenin de aşk tanrıçası olduğunu söylüyorlar!”
“İyi de fakat bunlar biyoloji konuları değil. Bizim tartışma konumuz Hermafrodit üzerinedir.”
Başka bir öğrenci,“Öğretmenim, serçe ne ki bir de onun aşk tanrıçası olsun!” Yine sınıf, öğrencilerin kahkahasıyla doluyor. Öğretmen, “Arkadaşlar konumuza dönelim. Hermafrodit hakkında söylediğim sözler sırf eğlenmek için değildir. Hem tıpta hem de psikolojide bu isimlerin bir nedeni olduğunu bilmenizi istedim. Gece uyuyup sabah kalkıp da bu isimleri koymamışlar.” dedi sesini biraz daha yükselterek.
İçimden,“Anasını satayım böyle iznin. O gölde ben olsaydım herhalde gök yere inmezdi. Brejit de öyle izinsiz gelip de suya atlayacakmış… Sonra iki can bir beden… Of, böyle can birliği hiç fena değil!”diye geçirdim.
“İsim konulmasından sonra gelelim Hermafrodit’in ne olduğu konusuna. Çift cinsiyetli olmak hayvanlar arasında sıradan bir meseledir, sorun olmaz. Fakat insana gelince onun bilinçli bir varlık olmasından dolayı fiziki bozukluğunun yanı sıra psikolojik bozukluklara da yol açılır.”
Öğretmen, dersi lastik gibi uzattıkça uzatıyordu. Böyle bir sorundan banane. Öğrenip öğrenmemek ne işime yarar ki! Bana ne kim dişiydi, kim erkekti, kim çift cinsiyetli! İsa kendi dinine Musa kendi dinine. Öğretmen ders anlatmakta ben ise hayallerime dalmıştım. Brejit, bir yerlerden kopup üstüme doğru geliyordu. Ben ise okul giysilerimle göl içinde, sırt üstü yatıp onu izliyordum…
“Ben de birçok erkek gibi Brejit’ten kalma hatıra için ruhumu şeytana satabilirim.” diye mırıldandım.
Amber bu sözü duydu, “Şeytan ile alışveriş bir yana, sen ruhun ne olduğunu biliyor musun?” dedi.
“Efendi, bilgin! Herkes şeytanın cehennemin sultanı olduğunu biliyor!”
“Hayır, şeytan insanın zihnindedir.” dedi. Bilmiş bilmiş konuştu yine Amber. Amber, büyük laflar etmeyi alışkanlık haline getirip gece gündüz kafasını kitaptan kaldırmayıp papağan gibi kitapların sözlerini ezberlerse, lafları başından büyük olur haliyle. Ben odamın duvarına resmini yapıştırdığım Brejit uğruna, ruhumu şeytana bedava satmaya hazırdım. O, etrafımda yaşayan kadınların hiçbirine benzemezdi. O benim meleğimdi. Brejit topuklu ayakkabısını çıkarıp suya atlamak istiyor, giysilerini çıkarıp çıkarmama konusunda bir karara varamıyordu. Beni giysili görünce o da soyunmaktan vazgeçiyordu. Kollarını açıverip suya atlar atlamaz kemikleri birbirinden ayrılarak suya dağılıyordu. Bedeni parçalanarak kutsal bir cam gibi kucağıma düşüyordu. İrkildim. Ne kucağıma düşmüş Brejit’in bedeninden ne de su içinde sırt üstü yatmamdan bir eser kaldı. Öğretmen hâlâ kırık bir pikap gibi cızırdamaktaydı. Ne anlattığını hiç anlamıyordum. Brejit’in kırılmış ve suya serpilmiş kemikleri aklımdan çıkmıyor ve kendi kendime, “Antik han, senin ruhunu şeytana satmaya hiç gerek yok. Sen zaten şeytanın ta kendisisin! Böyle de abuk sabuk saçma hayal kurmak olur mu?” diyordum. Kitabımın sayfalarını birer birer çeviriyordum. Vücut organlarının resimlerine bakıyordum ki iskelet resmi içeren sayfada durakladım. İskeletle ilgili kardeşime sorular sormaya başladım.
“Sus da derse kulak ver!” dedi.
Aklımda garip bir yaratık canlanmıştı. Hayalimde kalça ile omzun yerini değiştiriyordum. Karnından soluklanan bir insan nasıl hayal edilebilirdi ki? Eğer akciğerler bağırsağın komşusu olursa kesin insanın soluğu her zaman pislik kokar. İşte o zaman insanlar birbirleriyle konuşmaktan çekinirler. Kim bilir belki de birbirlerinin nefes kokularına alışırlardı.
“Acaba insanın vücudu böylesine garip ve çirkin olsaydı o zaman yine de ona insan diye hitap edilir miydi?”
“Ders dinliyorum. Konuşma!”