Celaleddin Menguberdi. Nazar İşankul
Чтение книги онлайн.
Читать онлайн книгу Celaleddin Menguberdi - Nazar İşankul страница
Celaleddin Menguberdi
CELALEDDİN MENGUBERDİ
SAHNE-1
Kükreyerek akan nehir, kucağına ne düşerse yutuverecekmiş gibi hiddetli. Nehir kendini uçuruma vuruyor, dönerek, çevrilerek, köpüre köpüre akıyor.
Gözümüz uçurumun tepesine doğru yükselmeye başlar. Uçurumun beline gelince tepeden vuruşma, inleme ve dövüşme sesleri gelir. Uçurum boyunca yukarı yükseldikçe sesler de artar. Gürültülü ses, kılıç şakırtısına ve cengâver naralarına dönüşür. Gözümüz uçurumun tepesine ulaştığında, meydanda birbiriyle amansız bir savaşa girişen askerleri görürüz.
Harzemşahlar ordusu Moğollarla savaşmaktadır.
Güçlünün güçsüzü, mahirin maharetsizi, dayanıklının dayanıksızı kırdığı bir savaş.
Kalabalık Moğol ordusu, Celaleddin’in bir avuç kalan ordusunu nehre doğru sıkıştırıyor.
SAHNE-2
Aynı Yer
Moğollar Celaleddin’in askerlerini uçuruma doğru sıkıştırmaya devam etmektedir. Celaleddin’in az sayıdaki askeri Moğollara karşı bu acımasız savaşta birbiri ardına ölür.
Savaş meydanın kenarındaki tepelikte Cengiz Han âyanları ile savaşın gidişatını takip etmektedir. Hepsinin yüzünde muzafferane bir ifade.
Celaleddin ile has nökerleri, annesini, karısı Aybike’yi, iki kızını ve diğer kadınları koruyarak üstlerine gelen Moğollara karşı mertçe savaşarak yavaş yavaş uçuruma doğru çekilmektedir.
Yaklaşmakta olan Moğolların ardının arkasının kesilmediğini fark eden Celaleddin, atından inerek annesi, karısı ve çocuklarına doğru yürür. Annesiyle yüz yüze gelir.
Anne oğul hiç konuşmadan birbirlerine bakarlar. İkisinin de bakışlarında aynı ifade! Bu ifade, bir vedalaşma ifadesidir.
Aynı Yer
Uçurum
Ayçiçek’in gövdesi uçurumdan aşağıya doğru düşmeye başlar.
O aşağıya doğru düşerken uçurumun tepesinde Celaleddin görünür. Çağlayarak akan nehre düşen annesine çaresizlik, ıstırap ve acının yansıdığı gözleri şaşkınlık ve yaş içinde baka kalır. Sonra, uçurumdan eğilerek sanki annesini kurtaracakmış gibi elini uzatır.
Celaleddin: – Anneciğim!
Ayçiçek düşerken, kendisine elini uzatan oğluna bakar. Oğlunun, suçluymuş gibi kendisine bakan yaşlı gözlerini görür.
O an saniyeler içinde oğluna bakarak gülümser.
Onların gözleri bir an için buluşur. Celaleddin, gülümseyerek kudurmuş nehrin ağzına düşmekte olan annesine çaresiz, şaşkın ve umutsuz halde bakar.
Ayçiçek’in vücudu gittikçe nehrin kucağına doğru yaklaşır, kükreyen dalgaların pençesine düşer ve her tarafa sular sıçrar. Acımasız pençeler gibi açılan dalgalar annesinin vücudunu yutmaya başlar. Ayçiçek, suya batarken kendisine bakan Celaleddin’den gözlerini ayırmaz. O sırada Celaleddin’in yanında Aybike ve diğer kadınlar belirir. Onlar da Ayçiçek’in olduğu tarafa korku içinde, dehşete düşmüş, çaresiz ve donuk bakışlarla bakarlar. Su Ayçiçek’in vücudunu tamamen yutuverir. Su, önce kendisine bakanları, sonra da uçurumu bir perde gibi kapatır ve artık kimse görünmez olur. Etraf yavaş yavaş kararır.
(Ekranın Ortasındaki Yazı: Celaleddin Menguberdi)
SAHNE-3
(Tablo: Grafik yoluyla özel olarak tasarlanmış Harzemşahlar İmparatorluğu’nun başkenti Gürgenç’in o dönemdeki görüntüsü. Günümüzdeki görüntüsü değil. Moğollar, imparatorluğun başkenti Gürgenç’i harabe haline getirmişlerdir. Eski hali, günümüzdeki Gürgenç’in on misli kadar daha büyüktür. Onun o dönemdeki ihtişamı ve şatafatı Eski Roma, Konstantinopolis, İskenderiye, Kahire ve Pekin’den az değildir. Bazı kayıtlara göre, o dönemde şehrin nüfusu 2 milyon civarındaydı)
Güneş şafakta kızararak belirmekte.
Tasvirde şehrin tam ortasından geçen Ceyhun nehri.
Nehirde yüzen küçük kayıklar, sallar.
Kayık ve sallarıyla geçimlerini sağlamaya çalışan sıradan insanlarla birlikte şehir muhafızları ve askerler.
Şehrin surlarını, yolları koruyan ve düzene sokan askerler.
Dervişin Sesi: – O dönemde Harzemşahlar İmparatorluğu’nun başkenti Gürgenç dünyanın en büyük şehirlerinden biriydi. Yüksek taç kapılı yapılar, binalar, yarım çember biçiminde kemerli evler, kale ve hisarlar, insanları hayran bırakan pazar yerleri, şehrin dört kapısından içeri giren ve ucu bucağı görünmeyen kervanlar, bir asırlık Harzemşahlar İmparatorluğu’nun ihtişamını sergilemekteydi. Şehri her sabah, imparatorluğa tabi olan memleketlerden emanet olarak getirilen yirmi yedi şehzade altın davul çalarak uyandırır, saltanat bununla kendi vatandaşlarına ve misafirlere gücünü gösterirdi.
(Görüntüde, 27 şehzade 27 altın davul çalmaktadır.)
Şehir, davul sesleriyle uyanmaya başlar. Altın çemberli davulların sesleri eşliğinde şehrin kapısından türlü türlü din ve milletten insanlar ve elçiler içeri girer. Nağara sesleriyle pazarlar kalabalıklaşır, sokaklar tıklım tıklım insanla dolar taşar. Sultanın sarayını, sarayın duvarlarını sayısız asker ve muhafız korumaktadır.
Tam o sırada yeni doğan bir bebeğin ağlaması, nağara seslerini bastırır ve sarayın her tarafına yayılır.
Dervişin Sesi: – …O, benim sultanım, bahadırım, pehlivanım, mücadele arkadaşım, Moğol’a karşı çekilen kılıcım ve son ümidimdi. O, kendi kısmetiyle dünyanın en muhteşem saltanatının yükselişi ve çökmesini birleştirebilmiş eşsiz bir simaydı… Celaleddin doğduğunda dedesi Sultan Tekeş herkesten çok sevinmişti…
SAHNE-4
Sultan Tekeş’in Sarayı
Ayçiçek, önünde saygıyla eğilerek elindeki bebeği
Tekeş’e verir. Tekeş bebeği eline alır.
25-30 yaşlarındaki Alaeddin Muhammed, Ayçiçek, ebeler ve Türkan Hatun da oradadır.
Tekeş: – Bu oğlanın adını Celaleddin koyalım! O tahtın veliahdı, Harzemşahların varisi olacak.
Tekeş, çocuğu havaya kaldırır ve bebeğe kendi arzularını gerçekleştirecekmiş gibi gülümseyerek bakar.
Tekeş’in sözlerini işiten Türkan Hatun’un yüz ifadesi değişir.
Dervişin Sesi: – Sultan Tekeş’in bu kararı, sarayda kendi sözünü geçirmeye çalışan, Alaeddin Atsız döneminden bu yana gayri resmi olarak saltanatın ikinci hükümdarı olarak görülen Melike Türkan Hatun’un hoşuna gitmedi. O veliahdın kendi boyundan olan bir melikeden doğması gerektiğini düşünüyordu.