Mil. Sabir Şahtahtı
Чтение книги онлайн.
Читать онлайн книгу Mil - Sabir Şahtahtı страница 14
– Bir şey içmek istesem restorana davet ederdim. Gözlerim senin güzelliğini içiyor, bu bana yeter. Gelip oturursan daha iyi olur.
Ben kanepede oturuyordum. Vera ikimize de birer bardak limonata getirip birini karşımdaki dergi masasına koydu. Kendisi de geçip masanın arkasında oturdu. Aslında bu hareketiyle benim yerimi göstermiş oldu. Belki de gelip kanepede benim yanımda otursaydı kendimi tutamayıp ona dokunmaya çalışacaktım. İhtirasın aklıma baskın geldiğini hissetsem de istifimi bozmuyordum. Bir anda yine Albina’yı hatırladım ve çok sıkıldım. İşte o anda içimden bir soru geçti: Beni buraya çekip getiren ne oldu? Tutku mu, çocukluk aşkı mı? Her iki durumda da ben Albina’ya ihanet ediyordum. Nihayet Vera sohbete başladı:
– İyi, anlat bakalım. Nasılsın? Bağışla uzun yıllar süren ayrılığın ardından ilk görüşmemizde çok sert konuştum. Çocuklar nasıl büyüyor?
Biraz muzipçe gülümseyip cevapladım:
– Sabahleyin söylemiştim daha, evimizde tek çocuk benim. Gördüğün gibi büyüyüp bu hâle gelmişim. Uzamam durdu, saçlarımın uzun ya da kısa olması umurumda değil, daha neleri merak ediyorsun?
Vera kurnazca ne sorduğunu, ben de açık bir şekilde nasıl alaycı cevap verdiğimi biliyordum. Sohbetimizdeki karşılıklı atışmalar bende karışık hisler oluşturuyordu. Bir anda ayağa kalkıp onu terk etmek de geçti içimden. Ancak kızın dolan gözlerine baktığımda yüreğim yumuşadı. “Seni ne kadar aradığımı biliyor musun?” sorusunun ardından sakin bir ses tonuyla sohbete başladı:
– Ne zaman senden kalbimi sızlatan bir mektup alsam bütün bedenim titriyordu. Sıcak bir çölde susadığınızı ve uzakta bir ağaç gördüğünüzü hayal edin. O ağaca ulaşıp altındaki suda serinleyeceğini ümit edersin. Son gücünü toplayıp ağaca doğru koşarsın. Senin her adımında ağaç iki adım uzaklaşır. Kan ter içinde ona ulaştığınızda ağacın susuzluktan kuruduğunu görürsünüz.
Elimi gömleğimin yakasına götürüp ikinci düğmesini açtım, parmaklarımı göğsüme götürüp “Ben böyle çabuk kuruma düşüncesinde değilim.” diyerek şakaya vurduğumda Vera çantasını açıp dörde katlanmış sarı kâğıt parçasını bana uzattı:
– Bu sert sözleri yazarken bir genç kıza bu kadar acımasız davranılmayacağını hiç düşünmediniz mi?
Mektuptaki yazı bana tanıdık geldi. Ancak bunun farkına varmadan satırlara hızlıca bakmaya başladım. Kanı çekilmiş insanların solgun yüzüne benzeyen o kağıttaki ne yazı ne cümle kuruluşu ne de kelime kullanımı benimkiydi. Mektubu masanın üstüne koyup “Bunu ben yazmadım!” dediğimde o çantasından iki üç mektup daha çıkardı. Onları okumakla ilgilenmedim. Sadece merak ettim: Vera neden bunları evde herhangi bir dolabın çekmecesinde yahut da albüm sayfalarının arasında değil de çantasında gezdiriyor? Birkaç dakika içerisinde samimi duyguların bizi yakınlaştırmadığına kesin bir şekilde emin oldum. Hatta yıllarca ayrı kaldıktan sonra bile bugün restorandaki sohbetimizle şimdiki görüşmemiz arasında garip bir uçurum varmış gibi görünüyordu. Vera gözlerini benden kaçırmak istedikçe ben daha büyük bir hevesle onun bakışlarını yakalamak istiyordum. Sanki içindeki gizli amacı gözlerinden okuyacağımdan korkuyordu. Ancak itiraf etmeliyim beni ona getiren sebeplerden biri olan tutkum, giderek artıyordu. Tabii ki Vera bunun farkındaydı. Bir anda karşılaşmamız ve yeni yakınlaşmalardan o ne bekliyordu? Sabırsızlıkla bütün bunları bilmek istiyordum. Vera ise “Arkadaşlardan kimi görüyorsun?” sorusu ile hem beni düşüncelerimden uzaklaştırdı hem de bu durumdan kurtardı. Aslında ben Moskova’da, lisenin son yıllarında ve üniversitede okuduğum arkadaşlarımla iletişimimi sürdürüyordum. Vera da onların hiçbirini tanımıyordu. O yüzden kısa kestim: Görüştüğüm çocuklardan hiçbiri ortak tanıdığımız değildi. O anda Vera sigara yakıp dumanını sinirli bir şekilde tavana doğru üfledi. Lambanın ışığının altında döne döne yükselen dumanın yavaş yavaş eriyip yok olmasını seyrederken garip hisler içerisindeydim: Bizim ilişkiler de böyle, ama çoktan erimiş. Sigara içen biri olmasam da sohbetimize duman katmak amacıyla onun paketinden bir tane çıkartıp yaktım. Tepkisini ölçmek için eline dokunduğumda alaycı bir şekilde beni süzdü. Tam o anda telefon çaldı. Konuşa konuşa duvardaki saate bakıp “On beş dakikaya geleceğim.” dediğinde hayal kırıklığına uğradım. Medeni bir şekilde evden kovuluyordum. Vera hayal kırıklığına uğradığımı hissedip “Daha on beş dakikamız var.” dediğinde sigarayı kül tablasında söndürüp kapıya doğru gidiyordum.
Daireye girerken Vera’nın boynuma sarılmasını bekliyordum. O, bunu yolcu ederken yaptı. Bu kadının çokbilmişliğinin işareti mi yoksa iş profesyonelliği mi bilmiyorum. Kendimi orada çok bırakmadan umursamaz bir şekilde parmaklarımla ince kumaşlı elbisesinden görünen göğüs uçlarına bastırarak kapıdan çıktım.
MİL
…Kursa başladığım ilk gün öğleden sonra saat ikide söylenilen yerde olmalıydım. Sanki diken üstünde oturmuştum. Evden erken çıkmıştım gecikmeyeyim diye. Erken varırsam yakınlarda biraz vakit geçirebilirdim. Binamızın karşısında kara bulutlarla kaplı gökyüzü karşıladı beni. Hava o kadar yoğun bulutlarla kaplanmıştı ki gökyüzünde mavi rengin görüneceğine inanmak güçtü. İçim sıkıldı. İşimin ilk günü böyle bir ruh haline bürünmek hiç hoşuma gitmedi. İçimden eğitime bile gitmemek geçti. Olumsuz duyguları bir kenara bırakıp gücümü toplayıp yola çıktım. İki otobüs değiştirip adrese vardığımda saat ikiyi gösteriyordu.
Eğitim yeri ücra köy meydanlarındaki eski postaneleri andırıyordu. Çeçenistan’da tatilde olduğum zamanlar yaşadığım evin yolu postane binasının karşısından geçtiği için bu karşılaştırmayı yapıyorum. Yaşadığım mahallede bütün evler moloz taşlardan yapılmasına rağmen sadece postane binası yüksek tavanlı ve sokağa bakan kısmı çimento ile sıvanıp küp şeklinde kare kazınmıştı. Moskova da ise benim dediğim yüksek binaların çevresinde sadece bir alçak bina vardı. Demir kapıdan içeri girdiğimde beni rütbeli polisler karşıladı. Belgelere baktıktan sonra üstümü başımı arayıp içeri aldılar. Tahminen elli metrekarelik bu binanın arka tarafında olan kapı uzun bir koridora açılıyordu. Gözetim altında bu koridora geçip beş katlı binaya çıkıyorduk. Burada sıkı bir rejim altında eğitime başladım. Öğle yemeğine kadar tarih, Fars dili, Safeviler, Afşarlar, Kaçarlar, Türk hanedanlıkları dönemine ait medeniyeti, siyasi yönetimi, saray çekişmelerinden haremlerdeki ilişkileri ve ülkedeki mevcut durumu öğreniyorduk. Tahran halkının günlük davranışları ve yemek alışkanlıkları, giyim tarzı, oradaki modern mutfak, televizyon kanallarında kullanılan son model kameraların kullanımı, montaj işleri günlük ders saatlerime dahil edildi. Yorucu bir şeyle karşılaşmıyordum. İhtiyaca göre sabah kahvaltısını ve öğlen yemeğini eğitim merkezinde yapıyordum. Aşçı kadın ilk defa odama telefon