Anayurt - I. Zordun Sabir
Чтение книги онлайн.
Читать онлайн книгу Anayurt - I - Zordun Sabir страница 6
“Peki, oğlum.” dedi yufka yürekli Ziyavdun, oğlunun gülen yüzüne bakınca içten içe sevinerek.
“Öyleyse seni binek arabasıyla şehre götüreyim. Bir ara ba odun, dört tavuk, elli atmış tane yumurtayı beraberinde taşırsak harcayacak parayı da kazanmış oluruz. Ben seni Haşim Tambur’un evine yerleştiririm. Biliyorsun değil mi? Benim dostum o. Evi Nagrıcı’da, Sarı Haşim isimli adamdır kendisi…”
Fakat oğlu sevinmek yerine sustu. Baba, oğlunun aşktan kendini kaçırıp azap girdabına atlayacağını nereden bilsin? Yanlarına Ziyavdun’un çalışkan, sevecen eşi geldi. Esmer yüzlü, güzel gözlü, dudakları biraz kalın, iki tane ince örgü saçını zamkla katılaştırıp, başörtüsünü çenesinden bağlayan zayıf, yalın ayak dolaşan kadın, oğluna bakıp gülümseyince gözlerinin kenarlarında koyu, derin kırışıklar belirdi:
“Oğlum, Nurum! Seni Kışlaktam’a götürüp akrabalarıma göstereyim. Şanyo8 deden, İmam baban, babanın zengin kardeşleri seni görüp hayret etsinler. Çay kaynayıncaya kadar bir sürede varırız, kardeşin İhsan’ı sırtımda taşıyacağım. Başkaları arkamızdan gelmez, hemen yola çıkacağız oğlum.”
“Hayır anne, ben kitap okuyacağım.”
“Okuyup okuyup doymuyorsun ya oğlum. Ne olur anneni kırma, seninle övüneyim, bilgili oğlumu zenginlerin hatunlarına bir göstereyim. Hadi yürü, serkeşlik yapma kuzum!”
“Hayır, anne, gitmem!” dedi Nuri, annesine şımarıkça ve çocukça sesiyle yalvararak, “Ödevlerim çok.”
“Ne demek ödev?”
“Yazacak hat, çıkaracak hesap, ezberleyecek birçok sözler.”
“Onları şehre gittiğinde yaparsın oğlum! Hadi, kıyafetini değiştir. Samiyüzü’deki düğünde Abduömer Bey’ in Nogay hatunu bir avlu kadının önünde seni bağıra bağıra övmüş, bugün mahalledeki kadınlar seni konuşuyor. Ablam özellikle atlı bir kişiyi gönderip seni getirmemi istemiş. Beyin hatunu neler söyledi bilmedim, Ziyek’in oğlu gelecekte Leylin9 olacakmış, bir görelim diye telaşla bekliyormuş. ”
“Hey Reyhan, kadınların gözü de, sözü de uğursuzdur. Peki, o zaman, imama bir muska yaptırıp oğlunun boynuna as!”
“Bırak baba ya!” dedi Nuri sinirlenerek: “Bunlar hurafedir!”
“Ne demek bu! Muska asmazsan o kadınların gözü veya sözü çarpar sana!”
“Böyle yaparsanız şehre hemen gideceğim!”
“Muhtar deden sana bir at hediye edecekmiş. Bizim Gazi Hacının torunu, Hidilşah Hacı’nın neslinden bir büyük adam çıkacakmış! Çığlıkmezar’dan Nazarhan Hoca çıkmıştı, şimdi bizden Nuri gibi bilginler çıkarsa büyük şeref duyarız, çocuğu getirin, görmem gerek, diyormuş.”
“Öyleyse annenle beraber git oğlum. Beyin Nogay hatunu, muhtar deden seni görmek istiyorsa başkaldırma.”
“Hayır, gitmem!” dedi Nuri, gerçekten sinirlenmiş gibi: “Şimdi değil. Önce okulu bitireyim, sonra görüşeyim. Böyle yaparsanız ben mutlaka kaçacağım!”
Çocuk avlu önündeki taşlı tepeden atlayıp geniş alana yürüdü. Ziyavdun ile Reyhan birbirine baktı. Sevgi dolu gözlerinde, sevinç dolu dudaklarında bitmez tükenmez mutluluk, gurur, ümit ve inanç beliriyordu. Onlar bir büyük adamı hazırlamak için aklını, gücünü, varını yoğunu feda etmeye yemin etmişçesine aynı anda başlarını salladılar.
Mutlu karı koca temizlenmiş tahılı ıslayıp kendi yaptıkları kıl çuvalı kaldırıp süpürülmüş geniş avlunun taraçasındaki direğe dayadılar.
“Çocuk nerede hatun?”
“Baksanıza hey!”
Birisi bahçe kapısından bahçeye, diğeri saray evin parmaklık penceresine koştu.
“Yok mu?”
“Yokmuş mu?”
İkisi birden dışarı ev, ahırlar ve bahçenin içine, çiçeklerin altına baktı.
“Nuri nerede?”
Nuri bahçe duvarından atlayıp, mahallenin bitişik bahçelerinin birisinin deliğinden, birisinin yarığından geçerek şehre giden yola çıkmıştı.
Ziyavdun karaağaç gölgesinde sineklerden kafasını kaçırarak, kuyruğuyla atsineğini kovalamakta olan boz atına binerken eşine:
“Oğlun yaramazlık yapıp şehre kaçtı değil mi?” diyerek atını dehleyince, boz at ağır ayak basıp kuyruğunu kaldırıp dişedi ve yavaş yavaş yürümeye başladı. Atına çok değer veren bu çiftçi, çocuk kaygısıyla atına gayriihtiyarî halde bir kamçı vurunca, at sıçrayıp koştu.
Nuri mahallesinden bayağı uzaklaşıp dönemeçteki ırmak kenarına çıkarak mahallesine dönüp baktı. Merhametli ebeveyni şimdi telaşta, belki kardeşleri de endişe duyuyordu. O kimden, neden kendini kaçırmıştı? Neye, niçin gidecekti? Bunları düşünmemişti bile. Kalbinde sadece aşktan uzak durma isteği vardı. Şimdi ise ebeveyni ve akrabalarının sevgisinden de kaçıyordu. Sanki büyük bir ayrılık için kendini kasıtlı olarak terbiye ediyordu. Yakın bir gelecekte karşılaşacağı büyük bir azap imtihanı için kendini zorluklara alıştırıyordu. Çiftçilere yabancı, şehirdeki zengin çocuklara ters düşen sıkıntılara katlanmak yoluna gidiyordu. Bu yüzden kendini devir kahramanı, geleceğin çok büyük adamı olmaya haklı görerek… Kendiyle gurur duyuyordu. Kendini ve sevenlerini incitmek pahasına duyulan bu şerefin değeri ne kadardı? Bu değeri ölçmenin yolu ne idi? Şimdiden on beş yaşına giren, Sovyet kitaplarının, yeni fikir yayan hocalarının etkisinden, kendisi hayran olmuş Avrupa önderlerinin izinden gitmeye gönüllü olan bu Uygur çocuğu şimdilik bu sorulara net cevap veremiyordu. Kalbine sadece hocasının “İyi bir insan olmak için ömür boyunca azap çekmeye, her türlü zorluklara katlanmaya hazır olmak gerek” sözü hâkim olmuştu. O, bunları düşününce ebeveyninin endişelerini unuttu ve “Öğle vaktine daha var, yaz günü uzun, yayan yürüyerek de şehre gidebilirim, defalarca yayan yürüdüm, olsa olsa kırık kilometre yol. Nehri takip ederek, Yaman Yar’ın tozlu topraklı yolunda yürüyerek de hava kararmadan şehre gidebilirim” diye düşündü ve yoldan çıkıp dümdüz buğday tarlasına girdi. Buğdaylar arasındaki derin barajlı dereler, çalılar arasındaki arı yuvaları, zaman zaman ürkerek kaçan yabani tavşanlar, yabani kaz ve turnalarla oynaşarak koşmak onun için eğlenceli oldu. İki kenarı yemyeşil çimenlik olan dereden yüz üstü yatarak su içti, avuçlarına dayanarak yerinden kalktı ve mahallesinden şehre giden yola baktı. Babası boz atını koşturarak şehre doğru gidiyordu. Babasının solmuş yüzü, annesinin yaşlı gözleri, Sabiha’nın kalbe mühür gibi
8
Şanyo—Çince kelime, geçmiş dönemdeki muhtar.
9
Lenin demek istiyor.