Kırgın. Tölögön Kasımbekov
Чтение книги онлайн.
Читать онлайн книгу Kırgın - Tölögön Kasımbekov страница 7
–Oo dediler duyanlar eğer gerekirse bizde eğri büğrü yaparız!
–Evet, böyle yaparak sonunda bulduğu buğdayından un yapamaz mıydı? diye devam etti Şabdan konuşmasına değirmen kurmuş tarımcı dedi. Bir bakmış buğdayı çukura dökülmüyordu. Şimdi ne yapacak? Günlerin birinde yabancıya rastlamış. “Aa nasılsın?” demiş. “İyi, Allaha şükür, değirmen kurdum” demiş çiftçi. O ise şaşırıp “bu çamurdan yoğrulan zavallıya Allah akıl mı vermeye başladı” diye düşünüp, yem düşüyor mu “diye sormuş. “Evet” demiş. “Aa taşına çakıldak koymamışsın?” demiş. Çiftçi yine aldırmadan üst taraftaki taşına değen, ön tarafına gerileyici tahtadan yapılmış çakıldak bağlamış böylece yem de düşmeye başlamış.
–Oo! dedi yine halk.
–İyilik demek bu demek işte dedi Şabdan: “kendin bilme bileni de dinleme” diye beddua var, kendin bilmezsen bileni de dinlemiyorsan bu dünyanın hiç iyiliğini göremezsin ama iyiye kulak asarsan maksadına ulaşırsın dedi.
İş on beş gün devam etti.
Ucu dağ eteğiyle birkaç mesafe aralığındaki ikinci dereye ulaştıktan sonra arığa su gelecek diye halk heyecanla arığın başına geldi. “Kara öküz” koyulup pekiştirildiğinde arık tamamlanmıştı. Suyu yavaşça geri nehir yatağına çeviriyordu.
İri ve iyi bir kısrak duruyordu. “Hadi bakalım, bu hayvan Allah’ın yolu için dediler “bu yeni arık sağlam olsun, arık dolu aksın tüm insanlara eşit olarak Allah kendisi nasibini versin” diye Şabdan başta olmak üzere tüm halk ellerini yukarı kaldırarak bata(dua) ettiler.
Halkla beraber Cayloobay ile Kuzmin de sarı sakallarını okşayıp, müdürün bu halkın kutsal duasına ters ters bakarak geçtiğini fark edip cebine bakınmaya başladı.
Demin ete doyan etçiler bu kısrağı da kesiverdiler. Karnını parçaladılar ve içindeki sarı kaymak kazı (et parçası ismi) görününce ağızlarının suyu aktı. Ona bakarak bir diğeri ise direk bir parçasını kesip yemeye başladı.
Kuzmin de Cayloobay ile eti yediler ama yine de neşeli değildi, bu arığın ne kadar bölümü ona ayrılacağını merak ediyordu. “Ne kadar olacak acaba?” Kendine ayrıldığı gibi mucuklarınınkini de defalarca içinden hesaplıyordu.
Bu bir o tarafa yürüdü bir diğer tarafa yürüdü, bir yabancı mucuk gel diye bir işaret etti. Kuzmin onlara gitti. Birbirlerini tanımadan bile elindeki votkayı koydular ve “yeni mutlu yaşam için” diyerek içtiler.
–Ey, dedi demin düşündüğü ve kaygılandığı merakı yoktu artık, bir arık kazan kişiye geldi, bu işi ne kadara yapıyorsun?
–Ey dedi arıkçı yanındaki arkadaşına bu Cake’nin (Cayloobay) “bu bir zavallı” dediği yeni kardeşi mi acaba? Bu bir zavallı değil ki? Neden böyle bakıyor?
Arkadaşı:
–Alkol içmiş galiba o kediyi kaplan yaparmış, evet dedi. Az Rusçasıyla yeni kardeşinin merak ettiği soruya “bu aşar, aşar olduktan sonra herkes bedava çalışır, bu sadece kardeşçe yardım etmektir” diyerek anlattı. “Bedava” dediğini Kuzmin anladı ama yine de hâlâ düşünceliydi, yine de inanamıyordu.
4
Sessizlik, uğuldayan fırtına gibi yaklaşıyordu. Daha da yaklaşmaya başlamış gibiydi.
Ne bir ses ne bir çağrı ne bir dalgalanan bayrak, ta uzaktan iki kanat dolusu uçsuz bucaksız atlar geliyordu.
–Ey!
–Kim bunlar?
–Yabancı
–Düşman mı?
Köydekiler endişeye kapıldılar.
Ala-Bel törüne saklandı. Dışarıya bakan kazancı, ihtiyar ve kadınlar ellerinde olan silahlarını aldılar. Silahı olmayanlar da çubuk, sırık ve sopalar alarak düşmanın karşısına çıktılar.
– Irıskulbek Han acelece giyinirken aklına geldi. Rus mu? diye sordu. “Kazaklar galiba” diye cevap aldı. “Hadi germaşka” diye bir ses geldi. “O zaman Baytik!” diye han inanamadı. “Kız alalım, kız verelim”, “kardeş olalım, komşu olalım, beraber olalım” dememiş miydi daha birkaç gün önce.” “Ne oldu buna?”
İşte hiç ses vermeden kurt sürüsü gibi fırlayarak girdiler bir anda, birçok boz üyü yaktılar. Kırmızı alev rüzgârı örtü gibi dalgalanan kara duman gökyüzüne kadar ulaştı.
Böyle durumlarda ilk önce kızlar, sonra erkekler ganimet olurdu. Ama bu düşman bağırıp ağlayarak kaçan çocuklara hiç dokunmadı. Bunlar yaklaşırken “han sarayı” diyerek ilerlediler. Karşısına çıkan herkesi öldürüp yalvaranlara aldırmadan “bizler kardeşiz, ne oldu sizlere” diyenleri de dinlemeyip han sarayına ulaştılar.
Etraftaki çubukları, boz üy parçalarını, toplayıp üstüne yakılacak olan tüm samanları yığarak yakıverdiler. “Nereye?” diye bir ses çıktı. “Nereye şimdi “Kırgızlaşan Han” diye ses dağlara kadar duyuldu.
Irıskulbek Han kayboldu. “Daha ne belası bu kahramanın? diye ağlayan kadınlar hanın başına tepesi delik şapkayı giydirip, üzerine eski paltoyu örtüp zayıf bir ata bindirerek kaçırmaya hazırlamışlardı.
–Bu nasıl bir şey, bizim hanın sana karşı hiç kötü niyeti yok ki, kötü bir kelime bile ağzından çıkmazdı bile. Kendi milletine saldırıyorsun, iyi misin sen?” dedi Saykal ana.
–Evet, dedi Baytik zorla nefes alarak ikimizde gerçekten delirdik, hanınızın kendisine sorun.
İstediğini ele geçiremeyip geri çevirdi. Baytik, gelirken Kökö-Mürön suyunun kıyısında yaşayan Sayak kabilesini toplayarak:
–Ey, benim halkım, sizlere esefimi anlatayım. Ben sizler gibi kardeş gördüklerimden, sağken gönülden öldükten sonra kemikten gitmez kötü bir haber duydum. Ben de kardeşe yapılmayacak kötülüğü gece boyunca deli ormana geleceğimiz için iyi niyetimle yaptım! Siz sormayın ben söylemeyeyim.
Halk şaşırdı. Baytik:
– Ben elçi göndermiştim. Bu zor devirde diri olursak tepede duralım, ölürsek de çukurda ölelim niyetiyle göndermiştim elçiyi. “Ama” dedi bağırarak: Ruslarla arkadaş oldu, Kırgızları kardeş gibi görmedi ki! dedi.
“Hanların hanı Baytik’i bile layık görmüyorsa, bizim kardeşimiz aklını mı yitirmiş?” dedi halk.
Biraz kendine geldi Baytik:
–Onlara diyeceğimi sizlere söylersem onu dinlemeye dayanabilecek misiniz?
“Neden dinlemeyelim ki, iyi bir söz ise” diye halk meraklanmaya başladı. Baytik yavaşça onlara baktı:
–Siz