Bulgaristan Türkleri Edebiyatında; Hiciv ve Mizah. Şaban Mahmudoğlu Kalkan
Чтение книги онлайн.
Читать онлайн книгу Bulgaristan Türkleri Edebiyatında; Hiciv ve Mizah - Şaban Mahmudoğlu Kalkan страница 7
Ya Bircan? Sorar mısınız? O, atı almış, aşmış Üsküdar’ı bir kere. Ne anadan oldum der, ne babadan. Bir varmış, bir yokmuş, onun da anası, babası ya varmış, ya yokmuş. Gelenler geliyor, gidenler gidiyor da bir o kıpırdatmıyor saçının bir telini. Ana baba ah edip ağladıkça, o, vah edip gülüyormuş kıs, kıs. Demezler mi, Edirne çeşmesinden su içmiş adam, ardında ne bıraktıysa çekmiştir kırmızı kalemi üzerine.
Bir defasında çakır keyifli buldum Bircan’ı evinde. Düşüncesi yoktu. Derdi ise hiç yoktu. Sordum:
– Anan baban senin için yanıp kül oluyor. Onları gidip görmek istemez misin?
Dobra, dobra cevap verdi:
– Nesini göreyim onların? Görmek istediğim zaman şu çekmecedeki fotoğrafa bakıp görüyorum onları. Baksana, hep öylece genç, genç bakıyorlar.
–Helâl sana Bircan! Sen de hep böyle genç kalırsın, inşallah.
Sabri Mehmet CON 1991, Gorna Hubavka, Tırgovişte Öykü, 2 Mayıs 1996 tarihinde müellif tarafından Şaban M. Kalkan’a gönderildi.
Mizah edebiyatının feyleton türü Bulgaristan Türkleri Edebiyatına XX. yüzyılın ikinci yarısında girdi. Gerçek bir olayı hiciv ve mizah katarak öykü biçiminde anlatmak. Bulgaristan Türkleri edebiyatına, araştırmacıların ortak fikrine göre Türkçe ilk feyleton 1960 yıllarında Mehmet Bekir tarafından yazıldı. Bu dalda başarılı yazarları kaynakları ile dile getirelim:
Faik İsmail, “Öteden Gelen Kalem”, “Yeni Hayat” sayı:6, 1965, Ahmet Tımış, “Aptaldan Paşa, Tahtadan Maşa”, Yeni Hayat”, sayı:5, 1965, “, İsmail Yakup, “Yazık Hindilere” “Yeni Hayat” sayı:5 1965, İsmail Cambaz, “Bakar Kara”, “Yeni Hayat” sayı:7, 1965, Yusuf Ahmet, “Yalabık Zehra”, “Yeni Hayat” sayı:4, 1966, Yusuf Kerim, “Yeni Hayat”, sayı:2, 1977, Feyleton dalında eser veren diğer yazarlar: Sait Kerim, Cemal Mehmet, Salih Baklacı, Yunus Hasan, Enver İbrahim, Şevket Feyzullah, Ali Pir, Celil Yunus ,İsmail Çavuşev vs.
Brigadir(kooperatifte yönetici) Ahmet sıcak yatağından kalktığı vakit tanyeri ağrıyordu. Göbeğini kaşıya, kaşıya pencereye vardı. Perdeyi aralayıp dışarı bakınca keyfi birden bozuldu. Her taraf bembeyaz olmuştu.
Kar! Diye haykırdı telaşla. Kar!
Hemen gömleği, pantolonu, pamukluyu sırtına geçirerek dışarı attı kendini. İlk soluğu sokağın öteki ucunda ki evde aldı.
–Tık, tık, tık
–Kim o?
–Agronum yoldaş, çabuk kalk, kar yağıyor kar.
Haberi duyunca agronom Mehmet de attı kendini dışarı. İkisi birdn koşmaya başladılar koştular, koştular başka bier evin penceresine dayandılar.
–Tık, tık, tık
–Kim o?
–Zooteknik yoldaş, kar yağıyor kar!
Zooteknik Ali donca, gömlekçe fırladı dışarı. Üçü birden koşmaya başladılar. Koştular, koştular başka bir evin penceresine dayandılar.
–-Tık, tık, tık
–– Kim o?
–– Muhasebeci yoldaş, Kar yağıyor kar!
Yine bir koşu
Koştular, koştular diğer bir pencereye dayandılar.
–-Tık, tık, tık
–-Kim o?
–-Başkan yoldaş, Kar yağıyor kar!
Demeye kalmadı, başkan şampanya tıkacı gibi fırladı dışarı.
Artık birin ikin sokaklarda belirmiş olan kooperatorlar (kooperatifte çalışanlar) yöneticilerin başkanın ardı sıra koştuklarını görünce:
–-Başkan sabah jimnastiğine çıkarmış adamlarını, dediler.
Bazıları ise:
–-Hayır be! Dediler. Spartakiyada sözünü duyduğunu yok mu? İşte ona hazırlanıyorlar.
Koşucular aynı hızla kooperatif avlusundan geçtiler ve kançelaryaya daldılar. .Öyle bir kalkıp inmeyle bir solumak soluyorlardı ki, zannedersen onlarca şimendifer bir araya toplanış. Başkan da demirci körüğü gibi bir kalkıp bir inen, göbeğini iki elle tutarak kesik, kesik konuşmaya başladı:
–-Derhal! Umum seferberlik ilan ediyorum! Kançelaryada, iş hanede, fermada kimse kalmasın. Herkes mısırların, pamukların kuruculuğu yarıda kalmış fermanın başına. Haydi Marş! Yaşar, sen okula koş. Müdüre söyle, talebeleri mısır tarlasına göndersin. Yarın biz de ona lazım oluruz. Haydi, çabuk ol. Tam bu anda hademe İbrahim girdi içeriye:
–-Breh! Dedi, ellerini ovuşturarak, amma da kırağı düşmüş ha! Kar gibi!
–-Hııı? Sahi mi be? Diyerek ötekiler mıhlanıp kaldılar. Sonra hep beraber pencereden baktılar. Gözlerine inanamıyorlardı. Gerçekten de kırağı düşmüştü. Henüz doğan güneşin ışıkları altında par, par parlıyordu. Az sonra eriyip gitti.
Başkan derin bir iç çekti:
–-Tüüüuu, amma da aldandık ha! Yazık hani, bu kadar koştuk, telaşlandık. Hadi herkes işine baksın. Seferberliği kaldırıyorum, dedi ve bir sigara yaktı, sakin, sakin solumaya başladı.
İsmail YAKUBOF, 1968, Krumovgrat, “Yeni Işık”, gazete, hiciv ve mizah sayfası, “Topuz”, gazete, Sofya, 1968, N:116 ( 28 Eylül 1968)
Bahçe peykesine bir oğlan ve kız oturuyorlar. Tanışmadıkları belli. Oğlan bir hayli düşünüp öteye beriye kıpırdadıktan sonra:
–Af edersiniz Sizden bir ricada buluna bilir miyim? Diye kıza döndü.
–Lütfen
– Bakın, ben öleceğim. Beni bir defacık öpmenizi istiyorum. Dedi oğlan ciddiyetle.
–Sizi öpersem ölmeyeceksiniz, öyle mi? Diye kurnazca sordu kız.
– samimi olmamamı istiyor musunuz?
–Evet!
–Öpseniz bile yine öleceğim. Dedi genç ve derin br göğüs geçirdi.
–Faydası olmayacaksa niçin Sizi öpeyim?
–Faydası