Şafak Sancısı. Cengiz Aytmatov
Чтение книги онлайн.
Читать онлайн книгу Şafak Sancısı - Cengiz Aytmatov страница 19
– “Bu dehşetli haber kimse duymasın,” dedi Cumabay Şayahmetov.
– “Hemen tedbir alın, harekete geçin ve durdurun. Evleneceği kadının akrabaları var mıymış?”
– “Çocuğu kolhozda çalışıyormuş.”
– “Alelacele İlçe Parti Komitesi başkanıyla ve kolhoz idarecisiyle irtibata geç. Kadını kararından vazgeçirsinler. Ama Jambıl’ın kendisine hissetirmesinler” diyen Şayahmetov, masayı yumruklayarak devam etti:
– “Kadının çocuğu vasıtasıyla harekete geçmek en doğrusu. Annesine sahip çıkamayan, ne biçim evlattır? Eğer bu dediklerimi yapamazsan görevine son verileceğini unutma.”
Emir emirdir, her şeyi Başkanın dediği gibi yaptım. Birçok müdahale sonucunda, o kadın Jambıl’la evlenmekten vazgeçti. Biz de rahatladık tabii. Müjdeli haberi anında C. Şayahmetov’a ulaştırdık.
Cumeken (Cumabay Şayahmetov) ; “Aferin size. Bir kadına söz geçiremeyecekseniz sizin koca halkı idare edebileceğinizden şüphe duyulmalıydı,” diye memnuniyetini belirtti. Bu arada olup bitenlerden Jambıl’ın haberi olmaması gerektiğini tembihledi.
Aradan çok bir zaman geçmemişti. “Şair Jambıl çok hastalanmış, yatağa düşmüş” haberini aldık. Haberi alır almaz bir grup hükümet ve parti yetkilileri olarak Cumabay Şayahmetov başkanlığında yola çıktık. Jaken’in köyü Almatı’dan yaklaşık 70 km. uzaklıkta olan, doğal güzellikleri ile bakan gözü rahat ettirecek bir yer.
Biz geldiğimizde Jaken arka odada gelenlere sırtını dönmüş yatıyordu. Sıraya dizilmiş olan bizlerin selamını almadığı gibi dönüp bakmadı bile. Sanki odada tek başınaymış gibi yatıyordu. İnat etmekte olduğunu anlamıştık.
C. Şayahmetov; “Selamun Aleykum, Jake!” dedi. Arkasından da biz selam verdik.
Jaken, bu sefer, kulağının yanından elinin ucunu kaldırmakla yetindi.
Tam o esnada içeri giren Jaken’in gelini, yatağın altındaki leğeni dışarı götürüyordu. Az sonra Jaken yavaşça bize dönerek başını yastığa koydu ve son derece hiddetli bir ifadeyle;
– “Ey, geri zekalı ahmaklar, siz beni ne zannediyorsunuz? Bu yaşta evlenip de gönül eğlendirmek istediğimi mi düşündünüz? Yolun yarısında atın ölmesin demişler, karımın vefatından sonra adeta elim kolum bağlandı, gelinin eline bakıyorum görüyorsunuz, kayınpederin sürgüsünü temizliyor çocukcağız. Yazık değil mi? Hanımım olsa geline bunca yük olur muydum? Ama ne yazık ki bunları sizin sınırlı akıllarınız almıyor. Senelerdir koskoca Kazak ülkesini idare etmenize rağmen, kuş beyni kadar beyne sahip olamamanıza üzülüyorum,” diyerek bize tekrar sırtını döndü.
Aytmatov: Değer zarfta değil mazruftadır derler ya. Şairane naz ve yön bilirlik iç içedir burada. Aslında Kazak ve Kırgız’ın her yönden gösterişli şairleri Süyinbay ile Katağan’ın, Jambıl ile Toktağul’un, Toğolok Moldo ile Ümbetali’nin, Kenen ile Alimkul’un içli dışlı ilişkileri, iki halkın samimi beraberliğinin temel taşlarını oluşturmuştur.
Şahanov: Evet, mesela Şabdan, Kahraman Rus Ordusu Albayı ve aynı zamanda da Zadegân (asilzade) unvanını almıştır. Ancak bu unvanıyla şahsi menfaatini değil, bir milletin tamamının çıkarlarını kollamıştır.
Kahraman Şabdan, Kırgız ile Kazak’ın sanatkarlarını birbirinden ayırt etmeden seven; devrinin yüksek mevkiini, zadegânlığı elde etmesine rağmen çok mütevazi, herkese açık, cömert biri imiş.
Bununla ilgili, birara dertleşme sırasında Cumhurbaşkanı Askar Akayev’den duyduğum bir hikâye aklıma geldi…
Kazakların Jetisu diye adlandırdığı güzel mekanı jırlarıyla besleyen Jambıl, yerli idarecilere küstüğü zaman “Kırgız kardeşime, Şabdanıma gittim” der, Alatav’ın güneyine doğru yola düşermiş. Bir gün Çonkemin’de ikamet eden Zadegan Şabdan, Vali Kalpakovskiy’in “Çabuk gel!” diyen emir davetine icabet etmek için faytonlarını ve birlikte gelecek adamlarını hazırlayıp, tam yola koyulmak üzereymiş ki Jambıl gelmiş. Bunu görünce Şabdan:
“Durunuz! Kolpakovskiy yarı padişah dahi olsa Jambıl’dan büyük değildir. Jaken’i ağırlayıp uğurladıktan sonra ancak sefere çıkabiliriz,” diye emir vermiş. Şair dostuna karşı duyduğu saygıdan dolayı altı kanatlı beyaz çadır [Kazak-Kırgız kültüründe çadırın bir çok çeşidi vardır. Büyüklüğü, yapıldığı malzeme türüne bakarak misafir çadırı, zengin, fakir, genç, evlenenlerin çadırı, yas çadırı vs. diye ayrılmaktadır. Altı kanatlı beyaz çadır da çok geniş üstüne beyaz keçeden örtülü olup çok kıymetli misafirleri ağırlamak için kullanılmaktadır. (Ç.N.)] kurdurup o civardaki hatırı sayılır kişileri de davet ederek ihtişamlı bir ziyafet düzenlemiş. Şaire, sabaha kadar, “Manas” ile “Suranşı Bahadür” destanlarını jırlatarak jıra susamış gönüllerin hasretini gidermiş.
Şabdan’ın anası Baalı Beybişe’in, [Birkaç hanımı olan kişinin en büyük hanımına verilen ad. Aynı zamanda hatırı sayılır kadınlar için de saygı ifadesi olarak “Beybişe” kelimesi kullanılır. (Ç.N.)] “Yavrum ta çocukluğundan cömertliğiyle tanınmıştı. Üç yaşına kadar göğsümü tek başına emmez, komşu çocuklarını ellerinden tutar, getirir beraber emerdi” dediği malumdur.
Kırgızlar ile Kazaklar arasında mertliği menkibelere konu olan Şabdan’ın, 40 yaşlarında çekildiği bir fotoğrafında göğsüne taktığı iki madalya göze çarpıyor. Yaşlandığı sırada çekildiği bir fotoğrafında ise bir tek madalya kalmış. Bunun hikâyesi de çok ilginç: Bir gün Şabdan evindeyken bir dilenci kapısına gelmiş. Dilencinin hal hatırını, soyunu sopunu soruşturunca küçük yaşta öksüz kaldığını, hiç akrabası, yakını olmayan bir zavallı olduğunu anlamış. Sadaka vermek için etrafını yoklamış ama o anda bir şey bulamamış. Şabdan’ın eski servetinden, sadece boz boğasının kaldığı sıralarmış. Hiç bir şey bulamayınca eski ceketinin göğsüne taktığı, Rus İmparatorluğundan aldığı iki altın madalyanın birini çıkarıp dilenciye vermiş ve demiş ki:
– “Bişkek’in pazarına götür, sat. Parasını al veya hayvanla takas et. Böylece dilencilikten kurtul.”
Bir hikâye daha: Bayake diye bir adamın Sedep adında bir hizmetçisi varmış. Hizmetçinin gözleri şaşı ve aynı zamanda kekeme imiş. Dünya malı adına her şeyden mahrum bu zavallının akşamları başını sokacak fakir kulübesinden başka hiç bir şeyi yokmuş Öfkelendiği zaman kendi kendine;
– “Beni ne er aldı ne de yer aldı der, kaderine küsermiş.
Bir