Kazak Edebiyatında İmaj ve Kimlik. Cemile Kınacı
Чтение книги онлайн.
Читать онлайн книгу Kazak Edebiyatında İmaj ve Kimlik - Cemile Kınacı страница 34
1986 Aralık Olayları, ilk defa Sovyetler Birliği dışında da basın-yayın organlarına yansımış ve dikkatleri Sovyetler Birliği üzerine çekmiştir. Kazakistan’da yaşanan 1986 Aralık Olayları’nda sokaklara dökülen Kazak gençleri, Sovyetler Birliği’ni çöküşe götüren ateşin ilk kıvılcımları olmuştur. Kazak gençlerinin Komünist Parti’nin kararlarına karşı çıkması ve Komünist Parti’nin geri adım atmasına neden olması ilk defa Sovyetler Birliği’nde merkez Moskova’nın kararlarına karşı çıkılabileceğini göstermiştir. Kazakistan’da başlayan bu mücadele sadece Kazakistan’ın değil, diğer Sovyet Cumhuriyetleri’nin de bağımsızlığa giden yolunu açması bakımından oldukça önemli tarihî bir olaydır.
1986 Aralık Olayları’nın ardından yaşanan süreçte, 1991 yılında Sovyetler Birliği’nin dağılması ile Sovyetler Birliği’nden ayrılan diğer Türk devletleri gibi Kazakistan da bağımsızlığını ilan etti (16 Aralık 1991) ve Kazakistan Cumhuriyeti adını aldı. Bu yeni cumhuriyetin başkenti Almatı’dan Kazakistan’ın kuzeyinde bulunan Astana şehrine nakledildi.
Kazak Türkleri’nin Sosyo-Kültürel Yapısı
Kazak Türkleri’nin sosyo-kültürel yapısını, Rus işgalinden önce, Çarlık ve Sovyet devrinde olmak üzere üç başlıkta ele almak doğru olacaktır.
Rus İşgalinden Önce
Konar-göçer hayatın bir gereği olarak Kazaklar, hayvanlarını otlatmak için otlaklar ve sulak araziler arasında yer değiştirirlerdi. Yaz mevsiminin başında kışlaklardan çıkılır ve yaylaklara göçülürdü. Göç alanlarına yerleşme belli bir düzen içinde gerçekleşirdi (Bacon: 42). Her ruvun ve her ailenin kendilerine ait geleneksel bölgeleri vardı. Kışlaklarda akrabalık bağlarına göre bir arada oturulurdu. Yaylaklarda ise büyük gruplar daha küçük gruplara bölünerek yerleşirdi. Kış mevsiminin çetin şartlarına sabreden Kazak halkı, baharı her zaman neşeyle karşılardı. İlkbaharda yapılan göçler eğlence içinde gerçekleşirdi. Kazak halkı çocuklardan yaşlılara kadar en güzel elbiselerini giyer, şarkılar söyleyerek yaylaklara göçerdi. Baharın eğlencesi yaz mevsiminde de devam ederdi. Halk, yaz gecelerinde bir araya gelerek sohbet meclisleri kurar, sözlü halk edebiyatı ürünlerini icra eder, müzik aletleri eşliğinde çalıp söyleyerek eğlenirdi (Bacon: 43; Levşin 2007: 19).
Kazak konar-göçer hayatı at üzerine kurulmuştu. At, bozkır Kazaklarının hareketliliğini sağlardı. Büyük at sürülerine sahip olan kişiler ekonomik değerin çok üstünde bir prestije de sahip olurdu. Çocuklar çok küçük yaştan itibaren at binmeye başlardı (Bacon: 41). Yaz ve sonbahar aylarında hayvanlar verimli otlaklarda iyi beslenerek şişmanlarken, normal geçen kışlarda bile hayvanlar bahara kadar iyice zayıflardı. Kötü geçen kışlarda, hayvanlar açlığa ve soğuğa dayanamayıp telef olurdu (Bacon: 43).
Attan elde edilen ürünlerin başında kımız geliyordu. Kısrak sütünden yapılan kımız, Kazakların en sevdiği içkiydi. Bahar aylarından başlayıp yaz sonuna kadar elde edilebilirdi. Bu dönem içerisinde bir kısrak, sabah beşten başlayıp, akşam hava kararana kadar geçen vakit içerisinde, yaklaşık iki saatte bir olmak üzere günde altı veya yedi kere sağılabilirdi (Kurmangaliyeva Ercilasun 2008: 58). Kazak Türklerinin temel besinleri et idi. Etlerin en kıymetlisiyse kazı adı verilen at etiydi. Kazak konar-göçer geleneğinde misafirperverlik önemli bir yer tutardı. Yılın hangi mevsimi olursa olsun, misafir geldiğinde koyun kesmek âdetti. Toylarda ve ölüm merasimlerinde de hayvan kesilirdi (Bacon: 44).
Kazaklar keçe çadırlarda (kiyizüy) yaşardı. Bu çadırlar, konar-göçer hayat şartlarına uygun olarak yapılırdı. Kazak çadırları, duvarları açılıp kapanabilen ve tahta kafeslerin birleştirilmesiyle yapılan çadırlardı. Soğuğa karşı mükemmel koruma sağlarken, taşınılacak zamanlarda pratik bir şekilde keçeler toplanır, kafesler kapatılarak hacimleri küçültülürdü. Konulacak yerde ise çadırlar yeniden açılıp kurulurdu (Bacon: 44; Levşin 2007: 16-17).
Kazak sosyal hayatı, akrabalık bağları üzerine kurulmuştu. Evdeki büyük oğullar evlendiklerinde ona babasının çadırının yanında yeni bir çadır kurulurdu. En küçük oğul ise evlendikten sonra ayrı eve çıkmaz babasının yanında kalarak yaşlandıklarında anne ve babasından sorumlu olurdu. Anne ve babası öldüğünde de çadır en küçük oğula kalırdı. Kazak avulu geniş bir aileydi, baba, evlenmiş oğullar, evlenmemiş kızlar, babanın erkek kardeşleri ve onların ailelerinden oluşuyordu (Bacon: 47). Kazaklar arasında boy akrabalığı o denli önemliydi ki, kişilerin sosyal durumunu, otoritesini ve diğer boylarla olan ilişkisini belirlerdi. Ayrıca boy akrabalığının sosyo-ekonomik hayata da etkisi vardı. Kazaklar arasındaki akrabalık bağları, bir kimseyi akrabasının suçuna kefil olmak, borcunu ve cezasını ödemek, akrabalarını başkalarına karşı korumak ve akrabalarına maddî yardımda bulunmak zorunda bırakabilirdi (Kazakstan Tarihi Oçerkter 1994: 202). Kazaklar arasındaki akrabalık ilişkileri, Kazaklar arasında güven duygusunu artırırdı. Her Kazak kendi uruğuna ve cüzüne güvenir ve kendisini yalnız hissetmez, grup içinde bir sosyal kimlik kazanırdı. Kazaklar arasındaki akrabalık ilişkileri, toplumdaki bütün hayatî gelenekleri düzenleyerek yasa düzeyine yükseldiği için, akrabalık ilişkilerini bozanlar ayıplanır ve gruptan dışlanırdı. Konar-göçer hayatta yaşayan biri için bundan daha ağır bir ceza yoktu (Sahipova 2007: 185).
Kazaklar arasında yediden yetmişe herkesin bilmesi gereken, bir nevi millî sözlü tarih olan şecere son derece önemliydi. Bozkırın Şifahî Tarihnamesi olarak da adlandırılan şecere, bir kişinin veya bir ailenin en uzak atasından başlayarak bütün kollarını belirten soy ağacı, soy kütüğü idi. Kazaklarda şecere geleneğinin bu denli önemli olmasının nedeni, konar-göçer hayat tarzıydı. Çünkü şecere konar-göçer hayatın pusulası işlevini görüyordu. Her konar-göçer Kazak Türkü için şecere, önemli bir Kazak değeriydi. Bu bağlamda, Kazaklar arasındaki akrabalık ilişkilerinin güçlü olma sebebi de her Kazak Türkü’nün kendinden başlayarak yedi atasına kadar sayabilmesiydi. Şecere geleneği Kazakların kimlik oluşumlarında ve kimlik muhafazalarında çok önemli bir işleve sahipti. Şecere, Kazaklar için tarihî bir bellek vazifesi görüyordu. Kazaklar arasında yedi ata (yedi göbek) aşılmadan kesinlikle kız alıp verme de olmazdı. Bu geleneği bozan kişi Kazak kimliğine kast etmiş sayılır ve uruktan dışlanarak cezalandırılırdı (Sahipova 2007: 184-185). İki Kazak karşılaşınca birbirlerine hemen şecerelerini sorardı. Mensup olunan boyları ve yedi atayı bilmek Kazaklar için çok önemliydi. Toylarda, kurultaylarda oturma düzeni ve yemek ikramı da şecere sırasına göre olurdu (Bacon: 49). Her boy, o boya aidiyetin bir simgesi olan urana (slogan) sahipti. Bununla birlikte her boyun bir damgası da vardı. Her boyun kendi mülkiyetindeki şeylerde bu özel işaret bulunurdu (Bokayeva 2002: 708). Kazakların mezar taşlarında, yaylaklardaki kayalarda, atlarda ve diğer hayvanlarda bulunan damga, boylar için bir tür tapu mahiyetindeydi (Gömeç 2011: 140).
Kazaklar arasında egzogami vardı ve evlenecek gençlerin en az yedi göbek akrabalık ilişkisinin dışında olması gerekirdi. Yedi