Teselli. Aladin Şamil
Чтение книги онлайн.
Читать онлайн книгу Teselli - Aladin Şamil страница 6
– Kamçısını havada sallayıp
– Bu nasıl şamata, -diye kemçirdi. Bu nasıl aymazlık? Cephelerde adamlar padişah uğruna canlarını feda etmekteler… Ya siz… burada keyif çatıyorsunuz! Tez çalgıyı toplatın!
Çeşme meydanına bir ölüm sessizliği çöktü ve bu durum epeyce sürdü. Nihayet cemaâtin ortasındaki halkayı aralayıp Selahattin ağa çıktı:
– Abduraman dedi, ardından boğuk bir sesle konuşmaya devam etti, hepimizin oğulları silah altına yollandı. Senin için böylesi azgeldi de bir hafta evvel cephede tek kolunu kaybeden Kurtbedin’in oğlunun düğününü mü yasak edersin?
– Sen sus Selahattin, diye haykırdı onbaşı. Ben senin kim olduğunu bilirim. Sen iktidarın düşmanısın! Zaten seni Sibirya’ya sürmek lâzım!
– Evet bunu yapabilirsiniz, dedi Dülger, bu sizin için kolay bir şey.
– Yeter, karabacak, diye bağırdı onbaşı.
– Yosunlu yeşil bir taşın üstünde oturmakta olan aksakallı Vacip, – Oğlum, yüreklerimiz keder dolu. Cemaât, bedbaht halde. Kurtbeddin şu haliyle oğlunun düğününü yapıyor. Bu düğün kanuna karşı dersin! Allah senin cezanı vermez mi?
– İmparatorluk azap içinde, siz ise davul zurna eşliğinde oynarsınız, dedi, ihtiyar Vacip’e bakıp onbaşı. Kurtbeddin cepheden bir kolunu kaybederek geldi bu doğru, ama köye hastalık getirdiği de doğru. Her gün köyün erkekleri dağlara kaçmaktalar.
– Kurtbeddin değerli biridir, dedi Vacip, onu suçlaman doğru değil!
– O değerli adamın dili pek uzun.
– Allah yazısı. Er kişiye bir ölçü dil bağışlamış. Senin dilin kısa … Lakin bizim başımıza ne kadar belâlar getirdi bilir misin?
– Vacip Ağa, diye öfkeli bir halle dişini gıcırdattı, öyle ki onbaşının boyun damarları şişip kalktı. Ben hükümet temsilcisiyim! Beyaz sakallarına hürmetim olduğuna bakmadan, sizi…
– Sibirya’ya sürerim mi, demek istiyorsun? Beni Sibirya’yla korkutamazsın. Ben orda oldum… iki defa. Aşımı yedim – yaşımı yaşadım. Ben, Abdurrahman, senin deden Nezir’in gençliğini bilirim.
Onbaşı elindeki kırbacı çizmesinin konçlarına yavaşça vurdu, çevresindekileri ititip kakarak Asma Kuyu’ya doğru yürüdü.
– Ağzını tut, dedi Selahattin’e dönüp: Bir daha boş lakırdılar işitmeyeyim.
Onbaşı çıkar çıkmaz zurna çalmaya, insanlar oynamaya başladılar.
İkindi ezanı okunduğunda, Murat köyün aşağısından yani posta yolundan yukarı doğru yorgun– argın çıkageldi:
– Koşudakiler geliyor! Geliyorlar!
Müzik hemen kesildi. Herkes yarışın sona ereceği Asma Kuyu ardındaki kır bayırına toplandı.
Gerçekten de, atlılar Tarakçı Ali’nin tütün ambarının yanından geçip, köye yaklaşmaktaydılar. Bu bayırdan bakarken, yarışçılardan kim önde, kim ikinci, kim en arkada rahatça görülmekteydi. Sokaklar, koşudan etkilenen seyircilerin sedası ile doldu.
– Yularını çek, Veyis! Yularını!
– İşte, işte! Recep!
– Rüstem? Rüstem nerde?
– Heyyy! Allah belâsını..!
– Recep… Yok yok, o değilmiş.
– Kim miş?
– Eğilme sersem! At yorulur, kafan çalışmıyor mu? Heyy, hey, Veyis’e kötek gerek! Öyle durursa at üstünde, arkada kalacak…
Atlılar Ekrem Bey’in evi yanındaki tepeyi aştılar, mezarlığın yanındaki posta yolundan çıkıp doğruca köyün en aşağı mahallesine girdiler. Ağaçların arasında kaybolmuşlardı ki kır bayırındaki seyirciler bir ağızdan bağırdılar.
– Maşallah Rüstem’e! Aferin Rüstem’e!
– Elbette Rüstem! Başka kim kazanacaktı?!
– Selahattin ağa, nereye kayboldun!.. Senin oğlana bak! Oğlun…
Tekrar çeşme başına toplanan cemaât, kenara çekilip atlara yol açtılar. İlk olarak, köpükler içinde kalmış Ak Taban’ın üstünde Rüstem geçip gitti. Ardından Gaspar Halil’in oğlu Veli geldi, Onun ardından Veyis ve Ekrem Bey’in oğlu Şevket göründü. Biraz geçince iki at geldi ama üstlerinde binicileri yoktu. Diğer yedi atlı ise halen ortalıkta görünmüyorlar, yarı yolda kalmışlardı.
İnsanlar kıpırdandılar, birbirlerine karıştılar. Rüstem, Veyis, Veli ve Şevket Cuma Camii tarafından yürüyüp geldiler. Atları heyecanlı, vücutlarından duman çıkıyordu, kâh sağa, kâh sola dizleri kırılarak ilerliyorlardı. Genç ve güzel bir kız, yarışı kazanan gence küçük kadife yastık takdim etti. Bu yastık, koşuda galip gelen yarışçı için hazırlanmıştı. Rüstem adet olduğu üzere; küçük kadife yastığı dişlerinin arasına kıstırdı, at üstünde dostları ile birlikte sokak sokak dolaştı. Genç kızlar, yiğitlere deste deste çiçekler verdiler, atların üstüne güller serptiler.
Bu kalabalık içinde gözler birden Gaffar ağanın kızına döndü, Gülara, elinde karanfil buketi, kalabalık arasından gözleri yere bakar halde yavaş yavaş Rüstem’in yanına geldi.
– Bu çiçekleri size en samimi duygularımla, yürekten takdim ediyorum Rüstem. -dedi gülümseyerek, gizlice ilave etti: Sizin birinci olacağınızdan hiç şüphem yoktu. Bana incinmeyiniz, Rüstem!
Rüstem sağ kaşının üzerine düşen kalpağını düzeltti. Bir tutam kıvırcık saçı rüzgarda dalgalandı. At üstünden aşağı eğilip Gülara’nın elinden çiçekleri alırken cilveli gözlerine aşkla baktı.
– Teşekkür ederim, Gülara, dedi yavaştan. Doğrusu, sabah atım hakkındaki sözlerinizden biraz kederlenmiştim. Bu karanfilleriniz kalbimi sevinçle doldurdu. Gülara, dedi ve daha da eğilerek: Ben bu akşam Teselli’de sizinle görüşmek isterim.
– Siz? Benimle mi?
– Gelir misiniz?
Kız cevap vermedi. Peçesini çekip yüzünü örttü, arka arka geri çekildi. Bu ne demekti… Rüstem anlam veremedi, tekrar düşünceli bir hal almıştı, sonra kamçısını alıp atının sağ yanına indirdi, Cuma Camii yönüne sürdü.
Çalgıcılar tekrar düğün yerine döndüler. Bazıları onların ardından gitti, içmek isteyenler şarap fıçılarının başında kaldılar.
Rüstem kendi evlerine gelince attan indi, kapı önünde duran Selahattin Ağa Ak Taban’ın üstündekileri indirdi, yularından tutup üzerindeki teri soğuyuncaya dek