Acı ve Tatlı Hayat. Joltay Jumat Almaşoğlu
Чтение книги онлайн.
Читать онлайн книгу Acı ve Tatlı Hayat - Joltay Jumat Almaşoğlu страница
ACI VE TATLI HAYAT (Çağdaş Kısa Romanlar)
OLİGARH VE OLİMP
(Lirik roman)
OLİGARH VE OLİMP
“…Amaçsız, zayıf iradeli, istenmeyen, işe yaramaz bir söz ağırlıktan yoksundur…”
“…İman ışığından mahrum kalan, biriktirdiği iyiliği kaybeder!”
“Sarp bir uçurumun kenarındaki deve dikeni yalnızca umutsuz Naru’ya nasip olur…”
Motif
Kelime! Onu satırlara oturtmak ne kadar zordur. Ancak bir kere yazmaya kalkıştıysanız, sanki bir filin ayağının ağırlığı altındaymış gibi moralinizi nasıl kaybetmeye başladığınızı hemen hissetmeye başlarsınız.
Evet, yazarlıktaki durum böyle. Kendinden emin olarak başlarsın, çok kolay bu işi kıvıracağınızı ve bu konunun üstesinden geleceğinizi düşünürsünüz. Ama gerçekte… inanılmaz eziyetin sizi beklediği kelimenin büyülü dünyası ile karşılaşırsınız.
Muhtemelen seçilen konuyu açığa çıkarmakta büyük zorluklardan endişe ettiğimi mi düşünüyorsunuz? Belki de bu konuda bazı doğruluk payı vardır. Bazen satırlar birbiri ardına uzanır ve her şeyin kolay ve güzel bir şekilde gerçekleştiği zannedilir. Bununla birlikte, memnuniyeti hak eden bir şeyin kolayca oluşturulmuş satırlardan ortaya çıktığını ben hatırlamıyorum. İtiraf etmeliyim ki, zorluklar, eziyetler ve sanatsal ısdıraplar – gerçektir.
Tüm bu gerilimden vazgeçmek, boş yere kafanızı yormayıp ve beyninizi kaynatmadan bu girişimi bir kenara atmak mümkün değil mi? Sonuçta, herhangi bir kimseye bir şey yapmak için yemin etmedim, konuyu sona erdirene kadar didinip duracağıma kimseye söz vermedim, el yazımı bitirene kadar ölmeyeceğime dair kimseyi temin etmedim. Ancak…
Zamanımızın büyük bir Kazak işadamı olan bir Oligarh (monopolist) ile ilgili olarak düşüncelerime işkence çektirdim…
Evet, ülkeye korkutucu derecede sert, kendilerini oligarh diyen kibirli insanların gözlerimizin önünde çoğaldığı bir devir geldi. Hem de ne oligarhlar! Senin benim, bizlerin tüm ortak varlıkları, aynı zamanda başlarımızdaki saçlarımızın miktarı bile onların tahmin bile edilemeyen varlıkları ile karşılaştırılamaz. Efsanevi zengin atalarımız Karınbay ve Şigaybay, bugünün oligarhlarının yanında dilenci paçavraları gibi kalırlardı…
Ve asıl şaşırtıcı olan nedir? Bu oligarhlar, bağımsızlık şafağında, sizinle birlikte hepimizin kafalarımızın üzerine basarak yürüdüler, ülkenin her yerinde, ilkbaharda açan kardelen gibi ortalıkta peydah oldular! Nereden geldiler? Peki “yeşil sokak” önlerine nasıl serilmişti?
Kimse bu soruları cevaplamayacak, kimse bu fenomenin nedenlerini açıklamayacaktır.
Allah’ın nazik, geniş alınlı bir entelektüeli şöyle demişti: “Böyle bir oligarhı, Kazak vatandaşı olması halinde selamlıyorum! Sonuçta, kesinlikle fakir halkımıza hayırlı işler yağdıracak…”
Ve bir neşeli, ince kaşlı adam da fikrini ifade etmek için geri kalmamıştı: “Zenginlik bir kusur değildir, hatta harikadır! Önemli olan Yaratan’ın sizi yoksulluktan kurtarmasıdır!”
Bu ifadelere katılmamak için hiçbir nedenim yok!
Sonuçta, ben de benzer bir düşünce ile kalemi elime aldım!
Ancak benim başka bir nedenim daha var.
Oligarh sadece sıradan bir canlı ruh değil, aynı zamanda tam bir sosyal fenomendir! İster beğenelim isterse de beğenmeyelim, ısrarlı arayış yoluyla toplumdaki sarsılmaz yerlerini buldular. Ve bununla, kendilerini güçlü bir şekilde ibraz etme haklarına manevi olarak sahipler! Daha doğrusunu söylemek gerekirse, gerçekte yapamadığımız birçok şeyi onlar başardılar, başarısız olduğumuz şeyleri tamamladılar.
Böylece oligarhın zamanımızın gerçek bir kahramanı olduğu ortaya çıkıyor!
Onun hakkında bir şeyler yazmak için, her şeyden önce, on kez düşünmeniz, fikri yüzlerce kez tartmanız, yazı kaleminizi dikkatlice sivrileştirmeniz gerekir…
Ben açık yürekli bir insanım, bu yaratıcı fikir hakkında kalem arkadaşlarıma danışmaya karar verdim. Söylenmeden, sabırsızlıkla için için yanarak, övgü ve desteği beklerken, henüz yazılmamış eser üzerindeki samimi düşüncelerimi bir arkadaşımla paylaştım. Ruhumda biriken her şeyi ona rahatça iç çekerek döktüm. Ve arkadaşım tarifsizce şaşkın olarak büyük bir şok geçirmişti …
– Kurnaz bir gülümsemeyle, ah sen bu kibirli oligarhı bilmiyor musun? İnsan duyguları bu türlere yabancıdır, komşuları için empati duymazlar, biriken sayısız zenginlikleri gözlerini gölgede bırakmıştır. Kimse senin yaptığın çalışmana inanmaz, onu didik didik araştırarak boşuna çok fazla ter dökmüş olursun! Ayrıca, oligarh sana kızabilir ve ondan merhamet beklenmez! Bu iyi tavsiyemi göz önüne alın: Makaleni hemen yak! Lütfen arkadaşına itaat et: hayattayken hemen ondan kurtulun! – oldukça korku hisseden arkadaşı, ellerini rastgele salladı.
– Neden bu kadar korktun ki? Seni bu kadar endişelendiren ne oldu? – Arkadaşımın bu sözlerini anlamamış gibi onu sorgulamaya başladım.
– Bizim oligarhlarımız yok – bizim türümüz farklı! Bu bizim için doğal bir şey değil! Gerçekten anlamıyor musun ?!
– Sanki atalarımız arasında, şimdiki deyişle, büyük zengin beyler, havalı zengin insanlar yok muydu? Halkımız neden şimdiye kadar görülmemiş ve yeni olan bir şeyi kabül etmezler, her zaman reddetmeye veya mümkün olan her şekilde kendini savunmaya gayret etmektedir? Sonuçta, “oligarh” kavramı zamanımızın yeni bir fenomeni.
– Hayır, hayır, kafa karıştırıyorsunuz! Şimdiki oligarhları cömert ve asil atalarımız-baylarla karıştırmayın. Onların arasında yeryüzü ve gökyüzü kadar fark vardır!
Arkadaşım beni ikna edemedi, onun muhalefetine rağmen, olası risk payını da göz önüne alarak, bağımsız olarak yaratıcı fikrimi daha da genişletmek için tarihin derinliklerine daldım. Sonuç olarak, modern bir oligarhın ve bize kıyaslanamaz hazineleri – paha biçilmez bir manevi miras ve sonsuz bir bozkır devleti bırakan asil, cömert atalarımızın kaderlerini heyecanla araştırmamı sağladı. Ayrıca, mümkün mertebede aralarında bir bağlantı noktasını bulma arzusu da vardı. Aydınlanma ışığı yolumu kolaylaştırmıştı.
Görünen o ki, oligarh bize bilinmeyen bir dünyadan gelmedi, yeryüzüne gökten de düşmedi. Onda hem Kazak kanı hem de Kazak ruhu var, ayrıca çevremizden ortaya çıkmıştı. Maddi zenginlik ne ki? Bugün var, ama yarın olmayabilir. Ancak ebedi varoluşu hedefleyen bağımsız ve tamamen gelişmiş bir ülke var.
Böylece, benzer düşünceler ile, gergin dizginleri “kendi akışına” bıraktım, ama sonra tekrar bir şüpheye düşerek ve bu serbest bıraktığım dizginleri sıkıca geri çekmek istediğim hasıl oldu, sevgili okuyucularım!
Önsözün başlangıcında neden bahsetmek istemiştik?
Ne söylemek istemiştim? Ey halkım, bizler aynı kandanız! Ve aynı kan bağı olanlar her iki avuçlarını göğsüne bastırarak, birlikte iyi işler yapmak için tek bir dürtü içinde çaba göstermelidir.