Üsküp Esintileri. Kurt İhsan
Чтение книги онлайн.
Читать онлайн книгу Üsküp Esintileri - Kurt İhsan страница 1
ÜSKÜP ESİNTİLERİ
Sözbaşı
Üsküp ki on ikilerden sonra çilemiz Hey gönül sana sarılmaktır derdimiz … Üsküp ki koca şairin şiirinde sevgi özü Üsküp ki insanımızın kalbinde dert özü
Şehirler bazen şiir gibidir. Dış görünümü, iç düzeni veya düzensizliğini onu okudukça, tanıdıkça anlarız, öğreniriz. Şiir nasıl ki yazıldığı zaman, ortam, duyulan ve duyurulanlarla şairin kişiliğinden doğar, okuyanlara anlayışınca etki eder. Şehirler de kuruluşundan başlayarak tarih içerisinde ve tarihle birlikte şekillenmesi, biçimlenmesi, gelişmesi ve değişmesi ile geçmişten geleceğe şahitler bırakır. Şehirlerdeki tarihi izler ona daha farklı gözlerle bakmamıza sebep olur. Yaşayanlar, şehirle birlikte yaşar. Öyle ki şehrin güler yüzü veya kederleri, hoşlukları ve boşluklarını da burada yaşayanlar hisseder, etkilenebilir. Şehrin hayatı ile şehirlinin hayatı böylece sürüp gider. Tarihiyle, kültürüyle, yaşama tarzıyla…
A. Süheyl Ünver 1963’te meydana gelen Üsküp depremi sebebiyle gönlünden kopanları şu cümlelerle dile getirmiştir: “Üsküp’te 1392’den 1913’e kadar bir millî bucak yarattık, evliyası ve efsaneleriyle 600 sene kaldık. Oradan çekilmiş bulunuyoruz. Fakat ahlâk ve adetlerimizi mahallinde bıraktık. Orada ne varsa halâ Türk’tür. Tarihimizin en büyük kaybı Rumeli’nden çıkmamızdır. Üsküp ve havalisi halen bizim değildir, fakat biz oralara manen bağlıyız. Son nesil oradan hicret etti, ölülerimiz orada kaldı. Bu cihetle hatıraları içinde yaşıyoruz… Bir gün gelecek, bu dünyada her şey hayal olacak. Fakat Üsküp’ün halâ ruhen bizim olduğunu terennüm edecek. Onu kalplerimizdeki yoldan yürüyerek daima karşımızda arayalım.”
İçinde biraz acı, biraz hazin duyguları içinde barındıran bu cümlelere, bu duyarlılığa katılmadan edemiyoruz. Üsküp’ü biraz da bu işaret edilen taraflarıyla, bir bedenden koparılmış parça gibi görüyor, hissediyoruz. Eğer bana ‘görmeden de bir kent sevilebilir mi?’ diye sorsalar, Üsküp’ü hatırlar hatırlamaz hemen ‘evet’ cevabını verirdim herhalde. Çünkü Üsküp’ü hiç görmeden ve tanımadan önce Yahya Kemal’i eserleriyle tanımış, Üsküp’ü hep Yahya Kemal ’siz hiç düşünmemiştim. Nitekim Üsküp’te kaldığım, bu güzel kenti gezdiğim süre içerisinde, ne ben Yahya Kemal’den ne Yahya Kemal gördüklerimden, duyduklarımdan, hissettiklerimden hiç uzak kalmadı. Bunun için bu kitabımızın da neredeyse her sayfasında hissedilecek olan şairin, ‘Bir Türk gönlünde nehir varsa Tuna’dır, dağ varsa Balkan’dır, şeklinde ifade ettiği sözünü Üsküp için biraz değiştirmenin Üsküp sevdalısını incitmeyeceğini düşünerek şöyle de demek mümkün: Bir Türk gönlünde nehir varsa Vardar’dır, şehir varsa Üsküp’tür. O halde neden Üsküp’ü, Üsküp’ten bizde esenleri yazmayalım, dedim ve yazı hayatımdan Üsküp’e en güzel sayfaları ayırmaya gayret ettim. Bazen sevinçleri, bazen hüzünleri, bazen de acıları bal eyleyip bağrıma bastım. Bu vesileyle gönlümden kalemime gelenleri cümlelere dökmeye gayret ettim.
Bir eskiden bir yeniden bahsetmeye, daha çok da hissettiklerimi duyurmaya çalıştığım için bu kitapçığın adını ÜSKÜP ESİNTİLERİ koymayı uygun buldum. Çünkü gezdiğim, gördüğüm yerler hem eskiden, tarihten hem de yeniden izler taşıdığı için duygularım da düşüncelerim de zenginleşti. Ara sıra dolup taştım da… Bu gördüklerimin çağrıştırdıkları hem eski hem de yeni duyguların bir birikimi olduğundan dolayı bende esen, bazen dimdik kalmış eserleriyle ferahlatıcı bazen de tepelerine haçlar takılmış olan saat kuleleriyle veya ihmalden viraneye dönmüş eserleriyle yakıcı esintileri ta ciğerlerimde, mazimde ve âtimde hissettim. Bu duygularım, düşüncelerim allak bullak olduğunda da esintiler bir ters yel olup altı asır içerisinde hep gidip gidip geldi. Kelimelerle tarif edilmesi çok zor olan hissettiklerimle ve düşüncelerimde dolaşan esintilerde hep bir med-ceziri yaşadım demek daha doğru olacaktır
Gezdim, gördüm, bilgiler edindim. Bazı tarihi eserleri görünce de önceden edindiğim bilgileri hatırladım. Lakin bu kitapçık bir Üsküp günlüğü, kentle ilgili bilgiler toplamı veya Üsküp seyahatnamesi değildir. Nasıl ki Üsküp’ü gezerken bir haz almışsam, okuyucuların da bu hazzı duymaları, hissetmeleri için elimden geleni dilimin döndüğünce anlatmaya çalıştım. Bu yazılar belki her ikisinden de özellikler ve güzellikler taşıyan duygularımın ve hissettiklerimin duyurduğu Üsküp Esintileridir. Bu esintilerde hatıralarıyla yaşatan şehir, Sultan Murad’ın şehri Üsküp, biz Türkler için Yahya Kemal’in deyişiyle “Kaybolan Şehir” vardır artık. Kaybolan bu şehri gözümüzle gördük, gönlümüzle bulduk, esintilerini duyduk ve halâ var olduğuna, buna çabaladığına da şahit olduk. Bu kitapçığı hazırlamamda ömrümün son yıllarında Üsküp’ü gezip görmeme vesile olan oğlum Furkan’ın büyük katkısı olmuştur. Bilinmesini isterim.
Küçük ve nefes alan bölümlerden oluşan kitapçığın sonuna bir de Üsküp’te yaşarken yazılan şiirlerimi koymayı uygun buldum.
Bu denemeler okuyucularda Üsküp’le ilgili yeni esintilere, yeni çağrışımlara sebep olursa mutlu olacağım.
Bir Şehri Yazmak
Aziz şair Yahya Kemal Bilmeli ki şimdilerde Ne İstanbul “aziz” kaldı Ne de Üsküp “aziz” oldu
Bir şehri yazmak için; o şehirde yaşamak, o şehri gezip görmek yetmiyor. Bir şehri yazmak için o şehrin sadece kupkuru bilgileriyle donanmış olmak da yetmiyor. Şehre bir turist gibi bakmanın da fazla bir şey kazandırdığı söylenemez. Kentin ruhunu hissetmek, ezelilerini yani tarihini geleceğe taşıyan köprülerinden de haberdar olmak gerekiyor. Kısaca duyurabilmek için duymak, olmazsa olmazlardan biri haline gelebiliyor. Belki bunlar da zamanla yeterli olamayabiliyor. Hele bu şehir Üsküp’se…
Bu şehir bazen insanlığın mutlu, bazen makûs zamanlarını yaşamış, son yıllarda elden ele geçmiş bir şehirse… Ki işgallere uğramasıyla, yağmalanmasıyla, göçleriyle, ayrılıklarıyla, acılarıyla kurulmuş ve yoğrulmuş bir şehir maalesef…
Bu şehir tarihi ve talihi ile kâh gül olmuş, kâh kan olmuş zamanları yaşamış… Topraklarında vurgunlukları da yaşamış, üzerine tarihin mühürleri vurulmuş eserlerle bazen özgürlüğü de tatmış… Nice göçler görmüş, ayrılıkların koruyla yanmış ve yakmışsa, hasretlerini ve hayallerini umutlara, hep umutlara bırakmış… Bu şehir tarihle kalan, tarihten kalan umutları sönmeye yüz tutmuş, küllenmeye başlamış kordan bir hasret gibi, muhabbetle görenlerin gözlerini ebedi bir ayrılığın sebep olduğu yaşlarla kapatıyor… Bu şehir Fatihten kalan köprüsü, Sultan Murat’tan, Mustafa’dan, Murat Paşa, İshak Paşa, İsa Paşa’dan, Davut Paşa’dan kalan mühürleriyle Üsküp’se… Bu şehirde hala türküler söyleniyor, türküler yakılıyorsa, bu şehirde hasret duyanlar kadar bu şehre hasret olanlar halâ varsa, bu şehri yazmak hiç de kolay değil.
Üsküp’de yaşamak da, bu şehri görmek de, bu şehrin sokaklarını avare avare gezmek de tek başına yetmiyor. Sanki en az altı asırlık geçmişini bilmiş ve yaşamış gibi dolaşmak, o zamanlarda yaşananları hissetmeye çalışma gayreti içinde olmak bu şehri daha iyi anlamak için şart oluyor. Nefes alışının yanında acı çekişini, nefes verişini, ara sıra Fatih Köprüsünde durup minarelerinde soluklanışını, Vardar’la bazen şırıl şırıl bazen coşkun akışını, sadece beyinle değil gönülle de duymanın hazzına ulaşmak gerekiyor. Çünkü yâr olmakla yabancı olmak arasında uçurumlar vardır. Bunun için yâd değil yâr olmak