Küçük Prens. Антуан де Сент-Экзюпери
Чтение книги онлайн.
Читать онлайн книгу Küçük Prens - Антуан де Сент-Экзюпери страница 2
“Neden?”
“Geldiğim yer çok küçük.”
“Eminim yeteri kadar ot vardır. Hem zaten küçük bir koyun çizdim içine.”
Resme doğru eğilerek:
“O kadar da küçük değil… Aa! Bak! İçeride uyumuş…”
İşte, Küçük Prens’le böyle tanıştım…
III
Nereden geldiğini öğrenmem epey zaman aldı. Bana bir sürü soru soruyordu ancak benim sorduklarımı duymazdan geliyor gibiydi. Zaman içerisinde ağzından tesadüfen, azar azar dökülen şeyleri kafamda toparlayarak bir sonuca varmıştım. Mesela, uçağımı (Uçağımı çizemem; bu benim için fazlasıyla karmaşık bir resim olur.) ilk defa gördüğünde, şöyle sormuştu:
“Bu şey de ne?”
“Bu bir ‘şey’ değil. Bu bir uçak. Uçar o. Benim uçağım.”
Uçtuğumu söylemek beni gururlandırmıştı.
“Nasıl! Sen gökten mi indin?!” diye bağırdı.
“Evet.” diye cevapladım alçak gönüllülükle.
“Ah! Bu çok tuhaf…”
Sonra beni oldukça sinir eden içten bir kahkaha patlatıverdi Küçük Prens. Başıma gelen kötü şeylerin ciddiye alınmasını arzu ederim çünkü. Sonra şunları ekledi:
“Demek sen de gökten geliyorsun! Hangi gezegendensin peki?”
Varlığının anlaşılması güç gizeminin aydınlandığını sezinleyerek, aniden soruverdim:
“Sen başka bir gezegenden mi geldin?”
Ama cevap vermedi. Gözlerini uçağımdan ayırmadan hafifçe başını salladı.
“Doğrusu, bununla fazla uzaktan gelmiş olamazsın zaten…”
Uzun süre dalıp gitti. Ardından cebinden benim çizdiğim koyunu çıkarıp hazinesinin derinliklerine gömüldü.
“Başka gezegenler”le ilgili ettiği bu yarım yamalak lafın ne denli ilgimi çektiğini tahmin edersiniz. Bu yüzden, fazlasını öğrenebilmek için daha çok çaba sarf etmeliydim.
“Nereden geliyorsun küçük adam? Senin ‘geldiğin yer’ neresi? Çizdiğim koyunu nereye götürmek istiyorsun?”
Bir süre sessizlik içinde düşündükten sonra cevapladı:
“Bana verdiğin şu kutuyu geceleri koyunum evi olarak kullanabilir.”
“Elbette. Üstelik, eğer uslu bir çocuk olursan, sana ip de veririm, böylece onu gündüzleri bağlayabilirsin. Ve bir de kazık tabii…”
Bu önerim onu şaşırtmışa benziyordu.
“Onu bağlamak mı? Ne tuhaf bir fikir!”
“Ama eğer onu bağlamazsan başıboş dolaşır ve kaybolur…”
Arkadaşım bir kahkaha daha patlattı:
“Ama nereye gidebilir ki?”
“Nereye olursa… Burnunun doğrultusuna…”
Küçük Prens ciddiyetle şöyle dedi:
“Olsun, yaşadığım yer öylesine küçük ki!”
Ve biraz hüzünlü bir ifadeyle ekledi:
“Burnunun doğrultusuna gitse bile, orada kimse fazla uzağa gidemez…”
Küçük Prens, B 612 numaralı gezegencikte.
IV
Böylece çok önemli ikinci bir şey daha öğrenmiş oldum: Küçük Prens’in geldiği gezegen bir evden daha büyük değildi!
Bu, beni çok da fazla şaşırtmamıştı. Bir isim verdiğimiz Dünya, Jüpiter, Mars ve Venüs gibi büyük gezegenlerin yanı sıra, henüz adı konmamış, teleskopla bile görülemeyecek kadar küçük yüzlerce başka gezegen olduğunu da biliyordum. Bir gök bilimci, bu gezegenlerden birini keşfettiğinde, ona isim olarak bir numara verir. Örneğin, “Asteroit 325” gibi.
Küçük Prens’in geldiği gezegenin adının Asteroit B 612 olduğuna inanmak için oldukça geçerli bir nedenim vardı. Bu gezegen, yalnızca bir defa Türk bir gök bilimci tarafından, 1909 yılında teleskopla görülmüştü.
Gök bilimci bu buluşunu hemen Uluslararası Gök Bilimi Kongresi’ne sunmuş ama kıyafeti yüzünden kimse ona inanmamış. Yetişkinler böyledir işte.
Neyse ki Asteroit B 612’nin duyulmasını sağlayan güzel bir şey olmuş: Bir Türk lideri, halkının Avrupalılar gibi giyinmesini bir yasayla düzenlemiş ve bu yasaya uymayanları da ölüm cezasına çarptıracağını söylemiş. Böylece Türk gök bilimci, şık bir kıyafet içinde 1920 yılında bu buluşunu yeniden sunabilmiş. Bu defa herkes onu ciddiye almış.
Şu anda size Asteroit B 612 ile ilgili bu kadar bilgi verebiliyorsam ve numarasını söyleyebiliyorsam bu, yetişkinler sayesindedir. Yetişkinler sayıları severler. Onlara edindiğiniz yeni bir arkadaşınızdan bahsettiğinizde, size sormaları gereken önemli şeyleri hiçbir zaman sormazlar: Mesela hiç şöyle demezler: “Sesinin tonu nasıl? Hangi oyunları oynamayı seviyor? Kelebek koleksiyonu yapıyor mu?” Onun yerine size her zaman şunları sorarlar: “Kaç yaşında? Kaç kardeşi var? Kaç kilo? Babası ne kadar kazanıyor?” Onu ancak bu şekilde tanıyabileceklerini zannederler. Eğer yetişkinlere, “Pencerelerinde sardunyalar, çatısında kumrular olan, kırmızı tuğlalı güzel bir ev gördüm…” derseniz, bu evi zihinlerinde canlandırmayı beceremeyeceklerdir. Onlara, “Yüz bin franklık bir ev gördüm.” demeniz gerekir ki işte ancak o zaman, “Ah! Ne kadar da sevimli!” diye haykırırlar.
Bu nedenle, eğer siz onlara, “Küçük Prens’in sevimliliği, gülümseyişi ve bir koyun istemesi, onun varlığının bir kanıtıdır. Eğer biri sizden bir koyun isterse bu onun var olduğunu ispatlar.” derseniz, onlar omuz silkip size bir çocukmuşsunuz gibi davranacaklardır. Ama eğer onlara, “Küçük Prens, Asteroit B 612 gezegeninden gelmiştir.” derseniz, hemen ikna olur ve sizi sorularıyla bunaltmazlar. Yetişkinler böyledir işte… Onlara kızmamak gerekir. Çocuklar, yetişkinlere karşı çok anlayışlı olmak zorundalar.
Ama elbette, bizler için, yani hayatı anlayanlar için, sayılar o kadar da önemli değildir. Bu hikâyeye, bir peri masalına başlarmış gibi başlamayı çok isterdim.